Bob Ross gerçektir!
Resim yapamam. Çöpten adam çimekten halliceyimdir. Bob Ross ise çocukluğumun resim fenomeniydi. Benim gibi yeteneksizleri dahi sihirli tuvaline bağlar dakikalarca izletirdi. ''Ben de yapabilir miyim?'' duygusunu dürten adamdı o. Yelpaze fırçayla gökyüzüne atılmış boya tabakasını temiz fırça ile okşayarak bulutları yaratmak beni renklerin dünyasına sıkıca bağlamıştı. Yalnız beni mi milyonları bağladı. Ne de iyi etti.
Ulusal Kanalımız çok doğru ve anlamlı bir iş yaptı, yıllar sonra Bob Ross dizisini yayınlamaya başladı ve ölçümlere bizzat şahidim ki; izlenme rekorları kırıyor.
Yayınlanır yayınlanmaz “bu ne yaa! bu adam da ressam mı, hem bu sanat değil ki” diye burun kıvıran sanatın ruhban takımı da homurdanmaya başladı. Sürekli arıyorlar ''Hocam ne diyorsun?'' kıvamında bir sürü soru. Sevindiğim şu ki arayanların büyük bölümü şimdiye kadar Ulusal Kanal izlemediklerini söyleyenler! Ben de ''iyi ya işte bak doğru kanalı bulmuşsun buna şükret… Beğenmediğin gavurcuk hayırlı bir işe vesile olmuş…'' diye tatlıya bağlıyorum basıyorlar kahkahayı.
Ama bir de kaskatı bir takım var ki yumruklar sıkılı, kaslar gerili, kibirli sanat bekçileri. Ellerinde turnusol batırıp batırıp çıkarıyor, neyin sanat olup olmadığına onlar karar veriyorlar. Halk Sanatı, Doğu Sanatı, Yüksek Sanat, Çağdaş Sanat, Modern Sanat, Amatör Sanat, Profesyonel Sanat hep bu takımın icadıdır.
Bunların büyük bölümüne Fârâbî dediğinizde boş boş bakar, Leonardo dediğinizde de gözleri parlar… Neyse uzatmayalım. Usandım tek tek anlatmaktan burada toptan anlatayım.
Bob Ross'un kıymet-i harbiyesi nedir?
Bob Ross ''Sanat kimsenin tekelinde değil'' diyerek en doğru yerden yakalamıştır. … Düşünen, hisseden, kendince estetik katabilen, emek veren herkesi çağırmıştır.
Bence kişi kendi varlığını evrenle bağlantılı olarak deneyimliyor ve öncü oluyor, duygu aktarımının önünü açıyor, etkileyici ve dürtücü olabiliyorsa o eylem sanattır. Hele ki bu eylemin içine doğrudan insanı katabiliyorsanız görev yerine getirilmiştir.
Tolstoy'un pratik sanat anlayışı da Nietzsche’nin Estetik'e yaklaşımı da bunu öngörür. Kant; Sanatın, estetik deneyim aracılığıyla evrensel bir duygu ve güzellik anlayışını ifade ettiğinden dem vurur. Freud ise meseleyi, bilinçaltının bastırılmış duygularının ve arzularının ifadesi olarak anlatır. Sartre varoluşçuluğun esintisini ile insanın kendini yeniden yaratması olarak görür.
Sanat, belki de tanımlaması en çok yapılan bir eylemdir. Aklı başında tanımlamacılar temkinlidir ''bunun dışındakiler sanat değildir'' yaklaşımından uzak durmuşlardır. Sanatı kendi tanımları üzerinden şekillendirme, baskıcı rejimlerin sanata müdahale ettiği dönemlere denk düşer. Toplumlar bu dönemlerde kazanmamış hep kaybetmişlerdir!
Cumhuriyetimizin sanat anlayışı “sanat herkes için” ideali ile kurgulanmıştır ve doğru olan da budur. Halkevleri, Okuma odaları, Köy Odaları, Türk Ocakları vd. bunun için teşekkül etmiştir. Modellemeler tesadüf değildir.
Şimdi sonuca gelelim; bırakın Bob Ross'un yakasını, bırakın ki, insanlar tuvalle, fırça ve renklerle buluşsun. Oradaki iddia; aynısını yap değildir. “Sen de yapabilirsin, bunu yapmanın yaratıcı gücüne sahip olman yeterlidir, birkaç küçük ip ucu veriyorum” anlayışıdır.
Bob Norman Ross ressam değilmiş resim eğitimi de yokmuş. Bak sen! Ülkesinde ressam olarak tanımlanan bu adamı bizim sanatın ruhban takımı kabul etmemiş. Halbuki kaynaklar; 70'lerde Bill Alexander'ın geliştirdiği ''wet-on-wet painting'' tekniğini öğrenip geliştirdiğini kaydediyor.
Ross'un sanat eylemini ''zanaat'' olarak tanımlayanlar da yok değil.
Sanat-zanaat çıkmazını belki de en iyi tanımlayan Kant olsa gerek. ''Yargı gücünün eleştirisi'' adlı eserinde zanaatı ücretli sanat olarak tanımlarken, ücret karşılığı olmasının yaratı özgürlüğünü yok ettiğini, halbuki sanatın ücret karşılığı olmamasının alabildiğine özgürlükler sağladığını ve temel farklardan birinin bu olduğunu vurguluyor. Kant bugün yaşasaydı bu iddiasını nasıl revize ederdi bilemiyorum!
Küçük bir not vereyim Ross, PBS Kanalında program yaparken para almaması ile tanınır!
Bir röportajında "dünyanızdaki her şey mutlu görünüyor." sorusunu: “Kesinlikle doğru. Bu yüzden resim yapıyorum. Çünkü istediğim türden bir dünya yaratabilirim ve bu dünyayı istediğim kadar mutlu edebilirim. Eğer kötü şeyler arzuluyorsan, git haberleri izle.” diye yanıtlıyor.
Özetle birey, kendini dilediği gibi ifade eder ve dilediği ütopyayı sanatın özgün diliyle aktarabilir. Sanat bence insanın her türlü koşul altında anlam arama yolculuğudur. Bu yolculuğa müdahale de kimsenin haddi değildir. Hatırlatayım; bunu da sanat eğitimi almaya yıllarını, öğretimine de 34 yıl veren Ataer söylüyor. İnin artık siz de kulelerinizden burası çok daha özgür ve insanı mutlu ediyor!
Veysel'i Veysel, Balaban'ı Balaban yapan insanın doğasındaki sanat genidir. Eğitim mi? İlham Gencer sayılı piyanistlerimizdendi, rahmetli adam bir satır nota bilmezdi!
Ulusal Kanal'da ''Ekrem Ataer'le Hasbihâl'' yakında başlıyor. Orada Veysel de Beethoven da birlikte sanatı tarif edecekler. Sonra demedi demeyin şimdiden söyleyeyim yeni programla ''Belânın büyüğü geliyor'' haberiniz olsun!