Bodrum, Neyzen, Hedonizm ve ölmeden sorulan hesaplar

Yaz geldi, herkes ve her şey Bodrum’a doğru akmaya başladı. Biz de bu haftaki konumuzu “tersine” bir Bodrum yazısı ile ifade edelim dedik. Yazı ile ilgili ilhamımızı da ekranlardaki yarı çıplak plaj görüntülerinden almadık elbette.  Bodrum’un orta yerinde, mahzun ve şaşkın bir şekilde, bir heykel endamında dikilip duran ve ney’ini üfleyen Neyzen Tevfik’imizin bir şiirine beste yaparken ilhamlandık bugün. Bu yazının doğuşu da oradan oldu. Neye niyet, neye kısmet demiş ya atalar.

Bizim besteye dönüştürdüğümüz şiirinde Neyzen, nakaratında sürekli “ölmeden hesabı görülmüş olsun” diyerek bize hayat dersleri vermekte. Ama bugünlerin Bodrum’unda görülen hesap, bambaşka bir hesap. Gazetelerin magazin sayfalarında gördüğümüz 10 bin liralık otel odasının, 295 liralık lahmacunun, 500 lira kiralık şemsiyenin, 40 liralık küçük suyun, velhasıl memleketin en yüksek hesaplarının görüldüğü bir yerin tam da orta yerinde Neyzen’imiz.  Hayretten taşlaşmış hali ile, neyini üflemekten başka yapacak bir şeyi kalmadığını anlamış ta, gece gündüz üfleyip durmakta gibi.

2300 YILDIR İNSANI KANDIRAN BİR FELSEFE: HEDONİZM

Neyzen, çocukluğunun geçtiği Bodrum’u her gün ve her dakika seyretmekte taşlaştığı noktada. Hazcılık, yani, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş, “Hedonizm”in başkenti ve sembolü haline gelen Bodrum’da, doğduğu köyün durumunu belki de uzun yıllar öncesinden tahmin etmiş gibi, bu şiirinde şöyle uyarmakta hemşerilerini:

“Hicran kucağında tuttuğum sırdaş, Çağlamış, bulanmış, durulmuş olsun.

Sözüne, sazına güven de yanaş, Kulağı ezelden burulmuş olsun”

Uyarıları yerine ulaşmış mıdır bilemeyiz elbette. Ama dünyanın her tarafında “bacasız fabrika” adı altında övgüsü yapılan ve sürekli desteklenen “turizm”in sınırsız para kaynağı ile, galiba Neyzen’i fazla da dikkate alan kalmamıştır Bodrum’da. Bakmayın, arada bir Neyzen’in heykelinin önünde anma törenleri yapılmasına. Onlar bile, yine o para makinası turizmin yüzü suyu hürmetine yapılıyor gibilerden.  Halbuki Neyzen, biraz da kızmış gibi şöyle seslenmekte, taşlaşmış suretine bakanlara:

“Boş kafa gezdiren seyyahlar gibi, Keşkülünün delik çıkmasın dibi.

Ariften anlasın seçsin garibi, Hakikat yolunda yorulmuş olsun.”

YUNUS’UN İZİNDE, MAHSUNİ’NİN GÖZÜNDE

Aslında Neyzen Tevfik, bin senelik Türk mistik geleneğinin son halkalarından biri. Mahsuni ve Veysel’den biraz önce, Yunus’tan ise çok sonra. Kendisinden önce gelenlere ne kadar kulak asılıyor ki şimdilerde? Aşkın ve yol eri olmanın en yücesi Yunus Emre’nin söylediklerinin hangisine kulak veriyoruz ki? Her satırında birer hayat dersi saklı olan şiirlerinden, hangi dersi çıkarıyoruz? Modern hayatın hengamesi içinde, makinalaşmaya doğru çok mutlu bir şekilde koşar adımlarla giden Türk insanının, Yunus’un veya Neyzen’in hazine benzeri tavsiyelerine bir göz atacak zamanı mı var ki? Dostlukların zaten tarih olduğu, normal arkadaşlıkların bile, bir WhatsApp mesajına indirgendiği bu zamanlarda, Neyzen’in şu satırlarından ne anlayabilir ki, hedonizmin zirvesindeki Bodrum fatihleri?

“Taban tepmiş olan gam kervanında, Dostunu konuklar tatlı canında.

Koçlar gibi duran Pir meydanında, Aslanlar yurdunda kurulmuş olsun.”

KÜLTÜREL EROZYONDAN ARDA KALANLAR

Tatlı canında artık var olmayan dostunu konuklamak, bir Yılmaz Güney filminden sahne olabilir ancak. O zamanlarda vardı böyle dostluklar ve yoldaşlıklar belki de.  Şimdilerde, hemen herkes sosyal medyadaki sanal, yani aslında var olmayan, ama varmış gibi algıladıkları sözde arkadaşlıkların tortusu içinde nefes almaya çalışıp, elinde kalan arkadaşlık kırıntılarını bile feda ettiği bir çılgınlık denizinde yüzmekte.  Siyaseti de aşkı da kültürü de cinselliği de ve hatta sporu bile, el alemin ortaya atıp, kesin kural haline getirdiği yollardan yapmak, modernliğin ve ilerici olmanın ölçütü haline geldi. Neyzen’in, yazımıza konu ettiğimiz ve bestesini severek yaptığımız bu şiirinin son kıtasındaki şu kavramların hangisinin artık anlamı kalmıştır ki; aşk, rebap, çile kitabı, günah, hesap, mezar:

“Duysun aşkın elindeki rebabı, Okusun alnında çile kitabı.

Neyzen gibi günahının hesabı, Mezara girmeden sorulmuş olsun.”

HAYAT MUHASEBESİNDEKİ TEK YÖNTEM

Türk mistik Sufi geleneğinin Ahmed Yesevi ve Yunus Emre’den bu yana sürekli işlediği “ölmeden evvel ölmek” temasının Neyzen’ce bir yorumu olan, bu “ölmeden hesabın görülmesi”, belki de onun en büyük katkısı Türk tasavvufuna bizce.  “Anlayana sivrisinek saz” diyen atalarımıza kulak verenler için, bu hayat anlayışı, belki de mutlu olmanın, iyi olmanın, kısacası değerli bir insan olmanın reçetesi gibidir. Ne de olsa, öldükten sonraki hesaplaşmadan geri gelip te, olan biteni rapor eden hiç olmadı tarihte.  Bir kişi bile, o hesaplaşma sürecinden geçip te, bize verecekleri bir mesajla geri gönderilmedi. Dolayısı ile, “ölmeden hesabın görülmesi”, eğer bir yaşam muhasebesi yapılacaksa, tek muhasebe yöntemidir. Ve Neyzen’den alınan ilham ile, herkesin “ölmeden önce ölmek” ve “ölmeden önce hesabın görülmesi” konularında, birazcık ta olsa kafa yormasının zamanıdır. Hedonizm, sadece bir uydurma öneridir ve iki bin sene evvel, kurucusu olan Aristippos’a bile, fazlaca bir hayrı olmamıştır.  Bizden söylemesi!