Bombacı, gaflet ve vahamet!..

Evet; herkes çok iyi farkında... Memlekette geçen yıl başlayan ve belli ki hiç bitmeyecek bir “olağanüstü hal” uygulaması var ki, her anlamıyla evlere şenlik...

Çünkü memleket “Kanun Hükmünde Kararname”lerle (KHK) yönetilirken kimseye (!) de göz açtırılmıyor!!! Demokrasi, insan hakları ve belki en önemlisi de, devletin “hukuk” içinde kalması gereken asli görevleri falan, hepsi hak getire!..

“Kimseye göz açtırılmıyor” derken, geçen ay Necmettin Yılmaz adlı genç öğretmeni Tunceli’de katleden PKK’lıların barındığı bölgeye, polisten önce Samsunlu bir kamyoncunun bayrak asmasından ve bu sırada onun da PKK’lıların saldırısına uğramasından söz etmiyoruz!..

Güneydoğu’da yüzlerce şehide rağmen dağ-bayır aranan teröristlerin Trabzon’un Maçka’sına kadar gelebilmelerinin ve Eren Bülbül adlı 16 yaşındaki çocuğu katledebilmelerinin birilerinin gözünü nasıl açmadığını ya da gözlerinden nasıl kaçabildiğini de sorgulamıyoruz elbet!..

Peki; son dönemde, yani şu “Olağanüstü Hal” ve “KHK” pervasızlığının kanun falan da tanımadığı şu günlerde, polisin olaylara ve insanlara müdahalesinde aşırıya giden bir sertlik olması gözlerden kaçıyor mu?. Ne yazık ki hayır...

Üstelik bu sertlik “kelepçe”- “zanlı”- “yöntem” üçgeninde derin çelişkiler içerirken, kimi çevrelere yönelik “müsahama” da ne yazık ki gözden kaçmıyor!..

Bu uygulamaların, polisi halkın gözünden iyice düşürecek olması bir yana, kişiye farklı müdahale hem insan hakları hem de hukuk açısından çok ciddi sıkıntılara yol açar ki, devletin tarafsız olması gereken varlığı zedelenmekten kurtulamaz...

TERS KELEPÇE İSYANI...

Unutulmasın ki; Urfa’da iki hafta önce Atatürk heykeline kesici aletle saldıran bağnaz bir provokatöre tepki gösterilmesinin nedenlerinden biri de saldırganın neredeyse “rica” ile gözaltına alınmış olmasıydı!..

Polis eleştirilmedi yalnızca Urfa’daki eylem sırasında... Olay gözleri önünde, yani komutanlık binası karşısında yaşanmasına rağmen jandarmanın da saldırgana eylem sırasında “kelepçe” takmaması, son dönemde gerici çevrelere yönelik giderek artan “hoşgörü”nün ürkütücü bir dışa vurumu olarak gösterilmişti...

Nitekim bu rezaletten cesaret almış olmalı ki, olaydan bir hafta sonra, bir başka bağnaz Ümraniye Mehmet Akif Mahallesi’ndeki bir okulun bahçesinde bulunan Atatürk heykeline saldırabildi...

Ve tabi ki, televizyonda Atatürk’e iğrenç biçimde saldıran Hasan Akar adlı dinci provokatörün haftalar boyunca bulunamamasını da kimse unutmadı!..

OHAL döneminde çıkarılan KHK’lerle ihraç edilen ve açlık grevine başlayan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’yla “dayanışma” amacıyla iki hafta önce Ankara Güvenpark’ta yapılmak istenen basın açıklamasına polisin oldukça sert bir şekilde müdahale etmesi de akıllardan hiç çıkmadı...

Çünkü 61 kişinin polis tarafından dövülerek gözaltına alındığı eylem sırasında, Zeynel Danacı adlı bir yurttaşın da kolu kırıldı!..

Olay o kadar dehşet vericiydi ki, Danacı’nın kolu kırılırken ortaya çıkan “çat” sesi medyaya yayılan videoda milyonlarca kişi tarafından duyuldu...

CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, polisin “kasıtlı olarak Danacı’nın kolunu kıvırıp kırdığını” söyledi.

Aynı olayla ilgili, geçen hafta bu kez Kadıköy’de yapılan eylem sırasında, polis bu kez Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ın kolunu kırdı...

Elvan, “Kolum kırıldı dedim, ters kelepçeyi sökmediler. Cevapları ‘Anahtarı bulamadık’ oldu. Kolum kırılmasına rağmen hastaneye kadar ters kelepçeyle götürüldüm” dedi...

ŞEHİDİN HESABI?..

Kolların kırıldığı bu iki olay şüphesiz dehşet verici...

Düşünsenize; vergilerinizle yaşayan bir güvenlik görevlisi demokratik bir gösteri sırasında, yetkilerini de aşarak kolunuz kırıyor ve hukuk bunun karşısında susmak zorunda kalıyor!..

Unutmayınız ki; sarık ve cüppelerle sokaklarda adeta “şeriat polisi” gibi dolaşan bağnazlarla, genç kızlara kıyafetleri yüzünden saldıran sosyal baskı tetikçisi provoktör gericilerin cirit attığı bir ülkede, polisin olaylara ve insanlara “farklı muamele” ve müdahalesi yalnızca tehlikeli bir güven bunalımına yol açmıyor...

İşte İstanbul’da önceki gün yaşanan bir olay da bazen acımasızca kol kıran polisin gösterdiği tuhaf hoşgörünün nelere yolaçabileceğini vahim biçimde gözler önüne serdi...

İstanbul’da; hem de “canlı bomba” olduğu şüphesi ile gözaltına alınan bir IŞİD militanı, Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne getirildikten sonra yanında bulunan bıçakla polis memuru Sinan Acar’ı şehit etti!..

Emniyet müdürlüğü bahçesinde, polislerin arasında bir polisi şehit edebilen bu tehlikeli terörist, saldırının ardından öldürüldü...

IŞİD’in artık emniyet bahçesinde bile eylem yapabildiği bir ülkede ortaya serilen sorular, işte tam da “kelepçe”-”kol kırma” tartışmalarının içinde iyice büyüyor!..

Demokratik bir protesto eyleminde gözaltına alınan bir esnaf ya da evkadını değilmiş saldırgan!.. Bir “canlı bomba...” Yani patlamaya her an hazır, gözü dönmüş bir terör örgütü elamanı ki, polisin çevresinde her an teyakkuzda olması gerekiyor...

Olayın vahameti yalnızca zanlı ve eylemi değil, kendisine gösterilen hoşgörünün de yolaçtığı acı olay, aslında tam bir güvenlik “eğitim”i skandalını da gözler önüne sermiş...

Üstü aranmamış mı acaba bu “canlı bomba”cı militanın?.. Bir polisi şehit ettiği bıçağı neresine ve nasıl saklayabilmiş acaba?.. Nasıl fark edilmemiş o bıçak?..

En önemlisi de “canlı bomba” olmak gibi, üzerinde çok ürkütücü kuşkular olan bir teröristin elleri neden kelepçelenmemiş?.. Kim vermiş bu emri, kim göz yummuş?..

Bir polis memurunun gaflet içinde şehit edilmesine isyan olan bu skandal sorulara yol açanlar acaba, o IŞİD’linin pervasızlığı kadar tehlikeli davranmış olmadılar mı?..

Kim verecek şimdi şehit polis Sinan Acar’ın hesabını?.. Ve kim eğitecek polisleri acaba?.. Çanakkale’de bir polis memurunun cüppesi ve çember sakalıyla, adeta IŞİD’li gibi dolaşmasına göz yumanlar mı?..