Borçlan-tüket anlayışını kamucu ekonomi sanmak!

Ezberletilmiş ideolojik terimler ve teorilerle uzun vadeli çıkarımlar yapabilirsiniz. Kim bilir haklı da çıkarsınız. Fakat kısa ve orta vadeli gelişmeleri doğru değerlendirebilmek, terimlerin yarattığı çağrışımları bir kenara bırakıp işin özünü anlamaya çalışmakla mümkün olur.

Temellerini Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün attığı Türkiye İş Bankası'nın Genel Müdürü Adnan Bali, geçen hafta bankanın 93. kuruluş yıl dönümüne ilişkin yaptığı açıklamalarda Kredi Garanti Fonu (KGF) destekli kredi genişlemesine dikkat çekti.

Bali'nin açıklamalarındaki, "Biz daima kamunun öncülüğünde bir büyüme modeli götüremeyiz" sözü ilk bakışta kamucu ekonomiyi savunanlar tarafından, "Bu söylem artık eskimedi mi?, Küresel finansal krizden sonra merkez kapitalist ülkeler bile kamucu adımlar atmadılar mı?" itirazlarına neden olmuştur.

BILDIR YEDİĞİN HURMALAR

Gerçekten de kapitalist sistemin merkezi ABD ve küresel finansal sistemin kasası konumundaki FED, finansal kriz sırasında özel şirketleri kamulaştırmaktan tutun da Main Street'in kaynaklarını Wall Street'i kurtarmak için harcarken tam da kamucu ekonomiyi uyguluyordu! Bunun sosyal devlet ilkesiyle ne kadar bağdaştığı ise ayrı bir tartışma konusu. Ancak FED'in o dönemdeki başkanı Ben Bernanke, söz konusu finans kuruluşlarını kurtarmak için aktarılan kaynakların faiziyle geri alınarak ABD Hazinesi'ne konduğunu Türkçe'ye "Karar Alma Cesareti" adıyla çevrilen kitabında anlatıyordu. Buna karşın atılan adımlar; FED cephesinde 4.5 trilyon dolarlık dev bir bilançoya, yatarılan o kadar kredi genişlemesi ve tarihin gördüğü en düşük faiz oranlarına rağmen ağır aksak yürüyen bir ekonomiye, bununla beraber FED Başkanı Janet Yellen'ı bile kagılandıran varlık balonları riskine neden oldu. Geldiğimiz noktada dünya ekonomilerinin borcu ise gelirinin 3 katını aştı.

ZARFA DEĞİL MAZRUFA BAKMALI

Adnan Bali'nin açıklamalarında benim dikkatimi çeken kısma dönersek: "Çok kısa süre içinde 185 milyar liralık bir limit bankalara tahsis edildi. Bunun yine kısa süre içinde kullandırılmasında bankacılık sistemi iyi bir sınav verdi. Biz daima kamunun öncülüğünde bir büyüme modeli götüremeyiz. Şimdi bütün mesele, bu ivmelenmeyi daha kalıcı kılacak ve sadece kamunun öncülüğüne dayanmaksızın da gerçekleştirecek şekilde önlemler almak… Ben bunu şuna benzetiyorum; eskiden araba marş basmadığı zaman itilirdi, bir süre sonra motor çalışır, ondan sonra bırakırdınız. İlk önce siz iterdiniz yani, ondan sonra kendi dinamiğiyle giderdi. Kamu bu anlamda gereğini yaptı, şimdi de ekonominin kendi dinamiğiyle gitmesini sağlayacak özel kesim inisiyatiflerine ihtiyaç var. Özel kesimin sadece tüketim harcamaları ile değil, yatırım harcamaları ile de büyümeyi desteklemesi gerekir."

Bali'nin açıklamalarını ideolojik gözlüklerimizi çıkarıp okduğumuzda, aslında kamucu bir ekonomiden söz etmediğini, kamu eliyle yaratılan kredi genişlemesinin sürdürülemez olduğunu vurguladığı gayet açık.

KREDİNİN YÜZDE 42'Sİ KAMUDAN

Bali'nin bu uyarısının ne denli tarihi bir öneme sahip olduğunu anlamak için makro ekonomik göstergelerimizdeki gelişmelere bakmak faydalı olacaktır.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) raporlarından derlediğimiz verilere göre, Haziran 2016-Haziran 2017 döneminde toplam kredi artışı 354 milyar TL oldu. Bunun yüzde 42'si yani 149 milyar TL'si kamu bankaları tarafından sağlandı. Özel bankaların payı 107.8 milyar TL ile yüzde 30 olurken, yabancı sermayeli bankaların payı 74.8 milyarla yüzde 21'de kaldı. Kalan kısmı katılım ve kalkınma bankaları oluşturdu. Böylece yabancı ve özel bankalar 2016 Haziran ayına göre yüzde 18.6'lık bir kredi büyümesi sağlarken, kamu bankalarındaki kredi genişlemesi yüzde 31.6 oldu. Kamu mevduat bankaları kredi büyüklüğünde de 619 milyar TL ise özeli ve yabancı bankaları adeta solladı.

Söz konusu kredi genişlemesi o kadar hızlı oldu ki, bir kamu bankası olan Ziraat Bankası'nın Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Başkanı Hüseyin Aydın, "Elde avuçta ne varsa kredi olarak verdik. İlk 6 ayda çok hızlı koştuk. Biraz soluklanacağız" dedi.

TÜKETİM GARANTİLİ BÜYÜME

Aslında bankalar son dönemde dünyada değişen rüzgarları iyi kokladıklarından, kredilerde frene basmışlardı. Ancak 15 Temmuz hadisesinden sonra ekonominin gaz kesmesiyle Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) hormonlu hesaplamalarına rağmen ekonomi 2016'da yüzde 2.9 büyüyebildi. Ancak 2016'da nüfusu yüzde 1.3 artan bir ekonomi için yüzde 2.9'luk bir büyüme aslında yüzde 1.5'lik bir büyüme demek. Hükümetimiz bu durumu gördü ki Nisan referandumuna giden süreçte KGF destekli kredi musluklarını açtı. 250 milyar TL'lik garantili kredi desteği masaya kondu. Hüseyin Aydın'ın verdiği bilgiye göre Ocak-Temmuz 2017 döneminde kredi stoku 207 milyar TL'yi buldu. TÜİK 2017'nin ikinci çeyreğine ilişkin milli gelir büyüme verilerini 11 Eylül'de açıklayacak. Ancak perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. İlk çeyrekte ekonomi bu suni kredi desteğiyle yüzde 5 büyüdü. İnşaat dışındaki yatırımların gerilediği, özel tüketimin ve kamu harcamalarının beslediği bir büyüme modeli karşımıza çıktı. Şüphesiz yüzde 6'larda gelecek ikinci çeyrek büyüme verisinde de benzer bir durumla karşılaşacağız.

ACI FATURA YANSIMAYA BAŞLADI

Elbette ihracatın da büyümeye pozitif katkı yapması, her ne kadar yatırımsız da olsa üretimin güçlü olduğunu gösterdi. Ancak kazın ayağı pek öyle değil. Bakın nasıl: İhracatımız artmış olsa da makro anlamda cari dengede kırılganlığımızı azaltacak bir faydası olmadı. Haziran sonu itibarıyla cari açığımız geçen yıla göre yüzde 9.1 artarak 20.7 milyar dolara ulaştı. Döviz açığımız yılın ilk 6 ayında yıl sonuna göre yüzde 18.7 oranında yani 67 milyar dolar birden artarak 424.1 milyar dolarla milli gelirin yüzde 50'sini aştı. Bunlar dış dengedeki gelişmeler. İç dengeye baktığımızda bütçede 7 ayda 24.3 milyar TL'lik açık oluştu. Geçen yıl aynı dönemde bütçe 1.3 milyar TL fazla vermişti.

Hazine'nin nakit açığı da 33.5 milyar TL ile geçen yıla göre yüzde 240 arttı. Hazine ilk 7 ayda 45.3 milyar TL borçlandı. Bu tutar 2009 kriz yılındaki yıllık 53 milyar TL'lik rekor borçlanmadan sonraki en yüksek tutar olurken, borçlanmanın sürmesi durumunda 2017 Hazine açısından tüm zamanların en çok borçlanılan yılı olacak.

Döviz kurlarının düştüğü, gelişmekte olan ülkelere sıcak para akımının sürdüğü bir dönemde artan borçlanmanın acı meyvesi olacak. Hükümetimizin o hep düşürmeye çalıştığı faizlerin, geçen hafta salı günü yapılan Hazine tahvil ihalesinde yüzde 11.71 ile 2009'dan bu yana en yüksek düzeye çıktığını gördük. Üstadımız Mahfi Eğilmez'in de "Türkiye’nin Heterodoks Ekonomi Politikası Uygulamaları" başlıklı yazısında para ve maliye politikalarımızın ayrışmasını "Türkiye heterodoks politikaları da sulandırarak iyice farklı politikalar uyguluyor. Sonuçta arabanın oku kırılmıyor ama hedeflere de varılamıyor" olarak değerlendirmiş.

KAMUNUN ROLÜ NE OLMALI?

Yukarıda alıntıladığımız Adnan Bali'nin "Biz daima kamunun öncülüğünde bir büyüme modeli götüremeyiz" sözü bu veriler ve değerlendirmeler ışığında daha bir anlam kazanıyor. 'Borçlan-tüket, verimsiz alanlara kaynak aktararak bütçe açığını şişir' anlayışını kamucu ekonomi sanmak en hafif ifadeyle bilgisizliktir.

Oysa öteden beri 'özel sektörün önünü açın' diyerek kamunun kaynaklarının özelleştirmesini savunan TÜSİAD bile, o dönemki Başkanı Haluk Dinçer aracılığıyla bakın ne diyordu: "Bütçenin yüzde 1 değil de yüzde 2-3'ler düzeyinde açık vererek bu kaynağın eğitim ve Ar-Ge gibi, sanayinin milli gelir içindeki payının artırılması gibi uzun vadeli yatırımlara ayrılabililir. TÜSİAD olarak bununla ilgili henüz somut bir çalışma yapmadık. Ancak yeni dönemde yapacağız." (11 Ocak 2015 / Aydınlık)

O tarihten sonra ben TÜSİAD'ın bu yönde bir çalışmasına rastlamadım. Ama Ankara ile yaptıkları temaslarda yeni dönemde özellikle stratejik sektörlerde kamunun öncü rol alması konusunda fikir beyan ettiklerini düşünüyorum. Fakat görülen o ki tam tersi bir durum oluştu.

Mahfi Hoca'nın değiyişiyle bazılarının kamuculuk sandığı ama sulandırılmış heterodoks politikaların sonucu; artan borçlanma, çift haneli işsizlik, çift haneli enflasyon ve çift haneli faiz olarak reele yansıyor. Bakarsınız kurulalı bir yıl olduğu halde ne tür faaliyetlerde bulunduğunu bilemediğimiz Türkiye Varlık Fonu, Türkiye'yi girdiği bu kısır döngüden çıkaracak mucizevi bir projeyle başkanlık seçimlerine giderken karşımıza çıkıverir!