Borsa Kralı’ndan beş milyara çokomelli proje

İşgücümüzün niteliği konusunda zaman zaman bu köşede yazılar kaleme alıyoruz. Önceki hafta eğitim meselesine kısaca değindik ve çözüm için naçizane kabaca birkaç görüş dile getirdik. Şubat ayında “Uzun vadede hepimiz işsiziz” başlıklı yazımızda da teknolojik dönüşümün getirdiği tehlike ve fırsatlara dikkat çektik. Eğitimle ilgili kaleme aldığımız “Gelin şu lüzumsuz üniversiteleri kapatalım” başlıklı yazımızın yayınlandığı hafta TÜSİAD’dan iki ayrı ağızdan iki ortak görüş dile getirildi. İlki TÜSİAD’ın Başekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu tarafından Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen Türkiye ekonomisi konulu açık oturumda ifade edildi.

BU KRİZİ YAŞAMAZDIK!

O haftaki yazımızda PISA matematik sonuçları ve refah seviyesi arasındaki bağıntıya işaret etmiştik. Dr. İmamoğlu, açık oturumdaki konuşmasında uzun vadeli reformlar konusunda, uzun vadeli reform deyince uzun vadede yapılacaklar değil hemen şimdi başlanması gereken işler anlaşılması gerektiğini söyledi. Dr. İmamoğlu, “2001 yılında bankacılık düzenlemelerini yaparken eğitim reformu da yapmış olsaydık bugün yaşadığımız bu borç krizini yaşamazdık” dedi. İmamoğlu’nun sunduğu öngörüye göre, Türkiye’nin potansiyel büyümesi yüzde 5-5.5 düzeyinde. Ancak Türkiye yüzde 3-3.5’in üzerinde büyümeye çalıştığı zaman dış açık vermesi ve bunun için de döviz borçlanması gerekiyor.

İŞİN FORMÜLÜ BURADA!

Peki eğitim reformu yapılsa Türkiye nasıl hem potansiyel büyümesini gerçekleştirecek hem de dış açık vermeden kalkınacaktı? Onu da TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski, aynı hafta Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın düzenlediği konferansta açıkladı. Başkan’ın konuşmasından aynen aktarıyorum:

Özellikle sosyoekonomik risk altındaki çocukları hedefleyen analizler, erken çocukluk eğitimi programına yapılan harcamanın, eğitimsel, ekonomik, sağlığa ve sosyal çıktılara yönelik katkılarıyla beraber, çocuk başına yılda yüzde 13.7 oranında yatırım geri dönüşü sağlayacağını göstermektedir. Programı finanse etmek için harcanan her bir doların 7.3 dolar değerinde fayda yarattığı ortaya konmuştur. 2010 tarihli OECD araştırması eğitimde nitelik artışının milli gelir artışına etkisini çarpıcı öngörülerle ortaya koymuştur. Okuma, matematik ve fen becerilerini ölçen PISA’da OECD ülkelerinin puanlarında 20 yıllık bir zaman diliminde 25 puan artışın, büyüme hızını yıllık yaklaşık yarım puan artıracağı, bunun da kişi başına milli gelirde 2090 yılına kadar yüzde 25’lik bir artışı getireceği öngörülmüştür. OECD ülkelerindeki öğrencilerin tümünün 20 yılda en az 400 PISA puanı seviyesine geldiği senaryoda en yüksek etki Meksika ve Türkiye için oluşmuştur. Eğitim seviyesindeki bu artışın Türkiye’nin büyüme hızına yıllık yüzde 1.58 katkı yapacağı ortaya konmuştur. Aynı çalışma, Türkiye’nin PISA sınav skorlarında Finlandiya seviyesini yakalaması durumunda ise yıllık büyüme oranının 2.1 yüzde puan daha yüksek olacağını göstermektedir.”

YİRMİ YIL DAHA MI BEKLEYELİM?

Ve haklı olarak tıpkı Dr. İmamoğlu gibi TÜSİAD Başkanı da diyor ki; “Aynı oranda bir büyümeyi sağlamak için kredi büyüme hızını artırmaya çalışıp, borcumuzu ve kırılganlıklarımızı artırmak yerine, böyle kalıcı reformlar üzerinden gittiğimizde cari açık ve bunun finansmanı sorunlarını da çözmüş olacağız.” Yani Türkiye o günlerde eğitimde gerekli adımları atsaydı şimdi biz bu borç krizini yaşamıyor olacaktık. Oysa eğitimde reform yapmak yerine meslek liselerini kapatıp imam hatip açıyoruz! Rahmetli Mustafa Koç’un “Meslek lisesi memleket meselesi” projesini bile yeterince benimsemedik! Şimdi Türkiye’nin geri düştüğü ekonomik yarışta tavşan atlet misali bir sıçrama yapması gerekiyor. Eğitim için bugün başlasak en az yirmi yılı var ama hemen bugün başlamazsak bir yirmi yıl daha kaybedeceğiz. O zaman hemen başlayalım.

BEŞ MİLYARA O İŞ TAMAM

Bugün işe başlarsak eğitimin meyvelerini yirmi yıl sonra almaya başlayacağız evet ama yirmi yıl boyunca büyümek, istihdam sağlamak için bize el borç verecek mi? Vermeyecek! Verse de zaten dünün işlerini yaparsak zenginleşme devri kapandı. Hem kredi ile büyümenin de artık sınırlarına geldik. Marjinal fayda eğrisi aşağı iniyor.

O halde elde avuçta kalan son kaynağı da rulete yatıralım kazanırsak bahtımıza mı diyeceğiz! Hayır. Onun çözümü de var. Bakın bu ülkede düşünen insan çok ama dinleyen yok. Borsa Kralı Nasrullah Ayan der ki; yeni bir dönem geliyor ve eski ekonomi hiçbir şekilde işlemeyecek.

İşte bu yeni ekonomik düzende yerimizi alabilmemiz için bu köşede bir takım fikirleri sizlere aktarıyoruz. Hani eğitim reformunun meyvelerini beklesek geç kalırız. O yüzden Nasrullah Ayan’ın şu projesine burun kıvırmayalım derim:

“Yapmamız gereken ilk iş risk sermayesi şirketleridir ve bu bankalar eliyle yapılmamalıdır. Beş milyar dolarlık bir fon olmalı. Piyasada yetişmiş birçok girişimci var. Beş bin zeki insana yüzer bin dolarlık bir sermaye verdiniz. Bu sermaye kaybettiği zaman adamın canını almayacağınızı adam bilmeli. Beş bin kişiye yüzer bin dolar verelim. Bırakalım bunun yarısı dökülsün. Kalanlara devam ettirmeleri için 200’er bin dolar verelim. Bunların da yarısı sonraki sene dökülsün. Kalan bin şirkete de (bunları denetimsiz verelim demiyorum) artık proje bir noktaya gelmiştir, üçüncü senede 500’er bin dolar verelim, finalize etmeleri için. İnanın bana Türkiye’den bir Google, bir Facebook, Amazon, Twitter vs... çıkacaktır. Yeter ki kaynakları doğru dağıtalım.”

Evet, Varlık Fonu ile sağlanacak kaynağı acaba Nasrullah Ayan’ın önerdiği projeyi hayata geçirmek için mi kullansak? Çokomelli değil mi?