Bozuk düzenin başkanları da böyle olur!

Oldum olası aklım ermez; hayatında topa vurmamış hatta stadın önünden geçmemiş, topu görse bomba zanneden kasaba ve şehir trilyonerlerinin başkan olma heveslerine... Ne kadar para verirsiniz kulübe bilmiyorum ama hem para verirsiniz hem de statta ailenize yakası açılmadık küfürler yağdırırlar. Ne işiniz var başkanlıkta? İtalya’ya gidip öğlende makarnanızı, akşama da İngiltere’ye gidip bonfilenizi yiyip dönebilir, tatilinizi isterseniz Los Angeles’ta, isterseniz California’da ya da Sydney’de geçirebilirsiniz. Ama diyeceksiniz ki “Biz kulübümüzün hastasıyız. Kulüp aşkı bu. Kanımız bile kulübümüzün renginde akar.” Doğrudur belki ama peki neden başkanlık koltuğundan düştükten sonra, kulübün semtinden geçmezsiniz. Hacı, hacıyı Şam’da görsün misali. Toplantı ve panellerine gelmezsiniz. Yardım etmek için illa koltukta mı oturmak gerekir. Dışarıdan yardım edemez misiniz? Laf ola beri gele. Bence başkanların içinde kendileri futbol oynamadıkları için küçüklük duygusu var. Ülkede ve dünyada tanınmak istiyor ve bu yolda hiç sınır tanımıyorlar. Şöhrete şöhret katmak için kulüp koltuğu ideal. Hem de sorunsuz... Bundan daha iyi reklam fırsatı olur mu? Her gün gazete manşetlerine haber olmak, boy boy fotoğraflarınızın yayınlanması, sizlere büyük haz veriyor.

Örneğin geçmişte bir başkanımız vardı. Okur yazardı ve de maddi durumu iyi idi. Varlık sahibi idi. Zaman zaman fakirlere yardım da ederdi. Ne var ki, ilerleyen zaman içinde şampiyonluk kaybedilince basın tribününde otururken suratına bir avuç bozuk para attılar. Ben de yakınında oturduğum için nasibimi almıştım. Bozuk paranın bir tanesi kafama çarpmış, oradan da omzuma düşmüştü.

1959 yılında bildiğiniz gibi Demokrat Parti iktidardaydı ve vatan cepheleri kurulmuştu. Sarsıntı geçiriyorlardı. Fenerbahçe’nin büyük potansiyelini biliyorlardı. TBMM 2. Başkanı ve İmar İskan Bakanı Medeni Berk, partinin Haysiyet Divanı Başkanı Osman Kavrakoğlu, Fenerbahçe yönetiminde yer aldı. Zaman içinde başkanlık da yaptılar. İçlerinde en renklisi Agah Erozan idi. Kilolu ve ayağı sakattı. Bir gün reklam olsun diye topla teknik hareket yapmak istedi. Oysa hiç top oynamamıştı. O günlerde gazetelerde bir açıklaması çıktı: “Yahu bu Fenerbahçe ne kadar büyük bir toplum. TBMM Başkanı olarak hiç tanınmadım da şimdi tuvalete bile gidişim haber oluyor gazetelerde.”

Galatasaray Başkanı Duygun Yarsuvat... Yaşı kemale ermiş bir üniversite profesörü ve bilim adamı... Ender bulunan insanlardan... Bu yaşında gelip Galatasaray’ın başkanlığına soyunuyor. Konu dönüp dolaşıp geliyor şöhrete... Tabii ekonomik durumunu güçlendirmek isteyenler de vardır aralarında ama onlardan söz etmek istemiyorum. Fincancı katırlarını ürkütmeyelim diye...

SAHADA PENALTI PAZARLIĞI YAPILMAZ...

Fenerbahçe, Saracoğlu’nda zor da olsa, beklenmeyecek derecede kötü oynayan Mersin İdman Yurdu’nu 1-0 yendi ve 3 puanı aldı. Fenerbahçe’nin oyunu hiç de kötü değildi. Hatta iyi oynadı diyebiliriz ancak 1-0’lık skoru değiştiremedi. Olsun, 3 puan alması çok önemliydi. Onu da aldı.

Spor otoriteleri (!) daha Türkiye’ye gelmeden Diego’nun Alex’in yerini dolduracağını ve onun göre-vini yapacağını söylemiş ve yazmışlardı. Bu, dereyi görmeden paçaları sıvamaktı. Diego için daha önce de yazmıştım, onun için fazla detaya girmek istemiyorum. Ama onun geçmişini, kimliğini, kişiliğini görmeden, Alex’e alternatif olarak belirlenmesini açıkçası çok yadırgamıştım. Söyleyecek bir şeyim yok onlara. Çünkü onlar alim!

Penaltıyı gole çevirenleri ne göklere çıkartmak ne de kaçıranları yerin dibine sokmak gerekir. Bütün bunlar futbol oyununun cilvesidir. Penaltıyı gole çevirmek veya çevirememekle futbolcular hakkında kesin hüküm verilmemelidir. Bu maçta taraftar, Diego’dan yana kullandı desteğini... Penaltıyı kimin kullanması gerektiği konusunda bir süre anlaşamayan futbolcular yüzünden tribündeki taraftar Diego’yu işaret etti. Hiç gereksiz yere bu desteğe saha içinden kaleci Volkan da kalesini bırakıp penaltı noktasına kadar gelerek, bir anlamda müdahale etti. Bu nasıl bir düzensizliktir? Ben bunları es geçiyorum ama Kartal’ın beni hayrete düşüren açıklamasına değinmeden de geçemiyorum. Severim kendisini... Başarılı da olmasını isterim. Çünkü herkes bilir ki, ben yerli teknik direktör taraftarıyım. Kartal’ın “Bizim penaltılarımızı Emre Belözoğlu ve Kuyt atar. Ama bu penaltıyı Diego’nun atması için Emre izin verdi.” Açıklaması var. Vay vay! Herkes tarafından oynatılmasının bir saatli bomba olduğunu ve oynatılmamasını isteyenlerin çoğunlukta olan bir futbolcu, kaptanlık pazı bandını takmaya devam ediyor ve de üstüne üstlük penaltıyı atacak kişiyi belirleyip ona izin veriyor. Vay ki ne vay!

Eskiden Fenerbahçe’de santra haf Samim Var isminde bir arkadaşımız vardı. Esmer olduğu için lakabı da “Arap Samim” idi. Oyun tarzı yüzünden taraftardan hep eleştiri alırdı. Nedense? Galatasaray’ın Mecidiyeköy’deki toprak sahasında Ankara’nın Uçaksavar takımıyla oynadığımız bir lig maçında Samim Var arka arkaya 2 gol attı. Ama taraftar yine de ondan memnun kalmadı “Ulan Arap! 2 golünü de al, dışarı çık” diye bağırmışlardı. Diego, Samim Var’dan daha şanslı. Hiç olmazsa  tribünden taraftar desteğini almış durumda...

Benim bildiğim kadarıyla bir futbol takımında penaltıyı atacak adamı maç öncesi soyunma odasında teknik direktör belirler. Ama İsmail Kartal’ın “Soyunma odasında konuşmadık bile...” demesi, beni gerçekten hayretlere düşürdü. Sanırım İsmail Kartal’ın futbolun dışında öğrenmesi ve okuması gerekenler var. Kolay değildir gerçek anlamda teknik direktör olmak...

İNSANİ 2 OLAY

Geçtiğimiz günlerde biri ülkemizde diğeri ise Avusturalya’da insani 2 olay sergilendi. Okuyanlarınız vardır ama okumayanların da öğrenmesinde yarar vardır. Trabzonspor ile Fenerbahçe’nin U21 takımları maçında çok önemli bir olay gerçekleşti. Fenerbahçeli Çağrı ile Trabzonsporlu Uğur’un top için mücadelesinde Uğur, boğazına gelen dirsek darbesi ile yere yıkılıyor. Fenerbahçe masörü Eren Akkaya da olayın çok yakınında. Çocuğun yerde yattığını  ve çırpındığını görünce acilen ve de doktoru davet etmeden yıldırım hızı ile sahanın içine giriyor. Yerde yatan sporcu nefes alamıyor. Önce yerden kaldırıyor, dilini tutup çekiyor ve nefes almasını sağlıyor. Olay geçtikten sonra doktor geliyor. Böylelikle, Fenerbahçe’nin masörü bir sporcuyu kötü bir akıbetten kurtarmış oluyor. Daha sonra bu olay gazetelerde yayınlanıyor. Aslında böyle bir olayda bu kurtarıcıya “fair play” ödülü verilmesi lazım. Zaman zaman devlet büyükleri, sporcuları yanlarına çağırıp ödüllendiriyor. Aradan bir hayli zaman geçmesine rağmen Eren Akkaya için henüz bir ödüllendirme yok.

Belki sizler de izlemişsinizdir, bir tele-vizyon kanalındaki belgesel programında Avustralya’da bir sörfçü köpek balığının saldırısına uğruyor. Köpek balığı bacağının bir bölümünü ısırıyor.. Acısına rağmen sörfe biniyor. 30-40 metre sonra bir başka sörfçü ona yardıma geliyor. İkisi bir olup, balığı uzaklaştırıyor. Sörfçü, devlet tarafından cesaret madalyasıyla  taltif ediliyor. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az...