Bu bir Kayıp İlanıdır…

Haziran ayı başında gerçekleştirilen Yenikapı Avrasya Kültür Merkezi’ndeki Artcontact Sanat Fuarı bittikten sonra iki resmimin atölyeye gelmesini beklerken, kaybolduklarını öğreniyorum.

 Eserlerim fuar sonunda nakliye araçlarına yüklenmemiş, fuar alanında kaybolmuştu. İşin garibi resimlerin ikisi de büyüktü (150X100 cm.) ve öyle koltuk altına alınıp götürülebilecek boyutlarda da değildi. Fuara katılan sanatçılara, galerilere haber verildi, sosyal medyada duyurusu yapıldı, ancak resimlerden hiçbir haber çıkmadı. Yine de aradan geçen zaman içinde, resimlerimin başka resimlerin arasına karışmış olacağı ve bir yerlerden çıkacağı umudunu hep taşıdım.“Çoban Oyuncağı” ve “Khadak” isimli bu iki resmi “Taşlar” başlıklı bir serinin parçaları olarak düşünmüş ve 2 Mayıs 2023 tarihli Aydınlık gazetesinde “Taşlar Anlam Taşır” başlığıyla uzun uzun anlatmıştım. Üstelik, Sanat Fuarı devam ettiği sırada, bu serinin başka bir resmini de yarılamıştım. Gazetedeki yazımda: “…atölyemdeyim, taşları düşünüyorum ve onlarla ilgili öykülere daldıkça resimlerim için yeni bir serinin konusu beliriyor kafamda.” demişim. Ancak bu niyetim gerçekleşmiyor ve serinin merkezindeki resmim artık yarım ve öksüz kalıyor. İşlerin kaybolmasının ardından bir buçuk ay geçince çalınma olasılığını göz önüne alarak Aksaray Karakolu’na başvuruya gidiyoruz.

RESİM YARIŞMASI: ÖDÜLLÜ POLİS

 Haliyle, Aksaray bölgesi Emniyet ekiplerinin en yoğun mesai yaptığı yerlerden birisi. Üstüne üstelik tam da genç bir kızın metroda intihar etmesi olayının üzerine geliyoruz. Olayı soruşturmaya giden polis ekibi de, biz de bu sarsıcı olaydan dolayı “dağılıyoruz” ve vicdani olarak “Bunca acılı olay arasında resimlerin sırası mı?” diye düşünmeden de edemiyoruz. Sağ olsun Aksaray Emniyet personeli, onca koşuşturmalarına rağmen yine de kayıp resimlerimle çok ilgileniyorlar. Çayları çok güzel ve kısa bir sohbete dalıyoruz. Sohbet sırasında polisin profilinin benim gençlik dönemime göre çok değişmiş olduğunu anlıyorum. Ekipte, Rus dili tercümanlık bölümünü bitirip, Rusya’da araştırma yapmış olandan, resim yarışmasında ödül alana kadar ilginç uğraşıları olanlar var. Şikâyet konusu sanat eseriyle ilgili olunca, geçmişteki yetenekleri de ortaya çıkıveriyor. İçlerinden birisi fırsatı kaçırmayıp: “Hadi anlatsana resim ödülünü” diye arkadaşına pas atıyor. Ekibin ödüllüsü hemen konuya giriyor: “Ortaokuldayken resim yarışması için denizin ortasında bir adada kanarya ve yengeçler yapmıştım. Birinci olunca okulda olay olmuştu. Kürsüye çıkardılar, ödül olarak (iki parmağıyla havaya küçük bir kare çizerek) bu kadarlık içi boş bir çerçeve hediye ettiler. O gün dedim ki sanata verilen değer bu… Ve sanatçı olmamaya karar verdim.” Birden gözümün önüne adanın üzerine tünemiş mavi bir kanarya ve yan yan dolaşan kırmızı yengeçler geliyor. Fantastik bir konu ve ilginç renk kombinasyonu. Kısa bir sessizlik oluyor, belli ki ekip arkadaşları daha önce de bu hikayeyi dinlemişler, hepsi birden gülümsüyor. İçlerinden bir tanesi: “Her gün yaşadığımız olaylardan sonra, sizin olayınız bize çok değişik geldi” diyor. Resimlerin çalınma konusuna dönüyoruz. Ekibin şefi kaçakçılık konusunda tecrübeli ve bunun planlı bir çalma eylemi olduğunu düşünüyor: “Bu işi yapanlar tabloları hemen eriteceklerse çalarlar. Daha önce de çalmış olabilirler”diyor. Bu olasılık, kulağıma pek hoş gelmiyor. Elbette eserleri kaybolan ilk kişi ben değildim ve sanat tarihi kayıp sanat eseriyle dolu. Benim resimlerimin kaybolma senaryolarını düşünürken, sanat tarihindeki kayıp eserlerin hikâyelerine de bir göz atıyorum.

KAYIP HİKAYELERİ

 Bu eserlerin kaybolma öykülerinden herhangi birisi benim resimlerimin de başına gelmiş olabilir. Kayıp başyapıtların arasında kimlerin eserleri yok ki; Picasso, Cezanne, Van Gogh, Freud vs. Bazı eserlerin çalınma veya kaybolma hikâyelerini inceliyorum, ilginç örnekler var. Örneğin; Pablo Picasso’nun“Le Pigeon Aux Petis Pois” tablosu Paris’te bir hırsız tarafından çalınıyor. Ancak, hırsızın yakalanma riskine karşılık tabloyu bir çöp tenekesine attığı tahmin ediliyor. Resim hala bulunamamış. Belki de benim resimlerim de bir çöplüğe bırakılmış, onu bulan kâğıt toplayıcısının arabasında bir yolculuğa çıkmış olabilir. Hayal ediyorum, “resmin üzerinde bir kamera olsaydı, onların seyahat serüvenini dakikası dakikasına izleyebilseydim” diye.

 Başka bir kaybolma hikâyesi de Jan Van Eyck’ın“The Just Judges from the Ghent Altarpiece” isimli tablosunun. Tablo, Belçika’daki Aziz Bavo Katedrali'nden çalınıyor. Hırsız resmi asılı olduğu panelden çıkarıldıktan sonra panele bir not bırakıyor: “Versay Antlaşması uyarınca Almanya tarafından alınmıştır”. Çalanlar resmin geri verilmesi için Katedral'in piskoposundan fidye istiyor, ancak talep reddediliyor. Birkaç hafta sonra ölüm döşeğindeki hırsız, resmin yerinin kendisiyle beraber bir sır olarak mezara gömüleceğini yazan bir mesaj gönderiyor. Yapıt hâlâ bulunamamış... İşte bu benim resimlerim için umutsuz bir senaryo. Umarım resimlerimi alan yerini bir sır gibi mezarına kadar saklamaz ve uzun bir ömür yaşar.

 Sanat tarihindeki diğer bir kayıp ise Caravaggio’nun“Nativitywith St Francis and St Lawrence” eseri. Resim 1969 yılına kadar, Sicilya'daki San Lorenzo Kilisesi’ndeymiş. Bu başyapıtın hırsızlık şüphelisi ise Mafya. Bazı iddialara göre, eser bir çiftlik evinde saklanırken fareler ve domuzlar tarafından tahrip edilmiş. Ancak, muhbirlik yapan eski bir mafya tetikçisi başyapıtın yakıldığını iddia etmiş. Eserin akibeti hala belli değil. Sanırım en kötü senaryo da bu. Resimlerimin kemirilmiş veya yakılmış olduğunu düşünmek bile istemem. Akademi’den dönem arkadaşlarımdan biri, kendi resmiyle ilgili bir yakma olayını anlatmıştı. Bir sanat fuarındaki sergilenme sırasında resminin bir köşesinin yakıldığını fark ediyor. Fuarın kamera kayıtlarını inceleyince yakan kişiyi buluyor. Meğerse resmi, ona gıcık olan akademili bir ressam tarafından çakmakla yakmış. “Ne yaptın” dedim, “Ne yapayım, Allaha havale ettim” dedi.

HİÇ YOKTAN ZÜĞÜRT TESELLİSİ

 Resimlerimi bulmak düşüncesiyle sosyal medyada bir kayıp ilanı vermeye karar vermiştim. Biraz araştırınca, bunu ressam Lucian Freud’un da yaptığını öğrendim. Freud, çalınan “Francis Bacon” tablosu için, 'kayıp” ilanı tasarlamış. 28 yıldır ortaya çıkmayan bu eserin, sanatçının hayranları ya da öğrencilerden biri tarafından çalındığı düşünülüyor. Eserin, “hayran” ya da “öğrenci” tarafından çalınması, diğer kaybolma senaryolarının içinden en az üzücü olanı, yani bir çeşit “züğürt tesellisi” diyebiliriz. “Züğürt tesellisi” deyince, kayıp ilanımdan sonra eski bir öğrencimin hatırlattığı bir anım aklıma geldi. Desen dersinde annesinin portresini yapıp sınıfa getirmiş. Ders arasında çay içmek için kantine gidip döndüğünde, işinin yerinde yeller esiyormuş. Ben de ona teselli olarak: “İyi yönünden bakmasını, desenine çalacak kadar büyük değer verildiğini” söylemişim. Onun bana hatırlattığı bu anı, bana da “züğürt tesellisi” olmuştu, böylece ödeştik…

 Sanat tarihi kayıp eserlerle dolu ve bu eserlerin başlarına gelenleri öğrenmek, insanın kafasında işlerinin akıbetiyle ilgili bir sürü senaryo yazmasına neden oluyor. Sanat tarihçi Noah Charney: “Sanat anlayışımız, kaçınılmaz olarak, genellikle bir kağıt parçası kadar kırılgan olan sanat eserinin, başına gelebilecek sayısız tehlikeleri atlatıp bize ulaştığı için görebildiğimiz eserlere yöneliktir.” der. Bakalım, “Khadak” ve “Çoban Oyuncağı” başlarına gelen tehlikeleri atlatıp, “Taşlar” serisini tamamlamam için bana yeniden kendilerini gösterecekler mi?