Bu ekonomi bürokrasisi ile olmaz!

İktidarın, 18 yıl sonra ekonomide ve hukukta reform yapma sözlerinin hayata geçirilebilmesi için, öncelikle yapılması gerekenler ve atılması gereken ivedi adımlar var.

Çünkü, lafla peynir gemisi yürümez, reform da ancak icraatla yapılabilir.

B. Albayrak’ın yerine atanan yeni Hazine ve Maliye Bakanı'nın ilk açıklamalarını ve bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmada değindiği temel prensipler, ekonominin kanıtlanmış ve kabul görmüş genel doğrularını içermesi bakımından olumluydu bence.

Ama bu konuşmalar için, moda tabirle “yetmez ama evet” denilebilir sadece.

Bakan Sn. Elvan’ın bütçedeki konuşmasında yine B. Albayrak’ın “algı yönetiminden” ibaret rakamlarını açıklaması, pembe tablolar çizmesi, gerçekçi tespitlerden uzak kalması ise, düşündürücü oldu maalesef.

Anlaşılıyor ki, B. Albayrak’la beraber ekonomiyi bugünkü açmaza sürükleyen, hatalı ve yanlış ekonomik politika ve kararları alan uygulayan, öneren ekonomi bürokrasisi “aynı tas, aynı hamam” misali mevcudiyetini ve uygulamalarını sürdürüyor. Sn. Elvan’a tavsiyemiz, reforma acilen ekonomi bürokrasisinin yeniden düzenlenmesinden başlamasıdır.

Başta kamusal sermayeli bankaların yönetimleri olmak üzere, TÜİK-BDDK ve Rekabet Kurumu gibi ekonomik kurum ve kuruluşların yönetimlerinin gecikmeksizin değiştirilerek, yerlerine bilgi ve deneyim sahibi, nitelikli, ehliyet ve liyakatı esas alan, partizan ve militan olmayan, yıpranmamış ve şaibesiz yeni kadrolarla, ekonomiye doğru yön ve güven verecek bir yeni ekonomi yönetimi oluşturulmalıdır.

Sn. Elvan, ardından TÜİK’in, kendisine bağlı olması gibi bir yanlıştan da hızla dönülmesini sağlamalıdır.

TÜİK’in Ekonomi-Maliye Bakanına bağlı olmak yerine, tercihen bağımsız bir kurum olması ve/veya Cumhurbaşkanı Yardımcısına bağlanarak, ekonomi-maliye bakanlığının vesayetinden bağımsız olması çok önemlidir.

Bugünkü haliyle TÜİK’in açıkladığı rakamlara iç ve dış ekonomi çevrelerinde de, kamuoyunda da oluşan güvensizlik ve şüphelerin bertaraf edilmesi kolay değildir çünkü.

Sn. Elvan, Bankacılık sektörünün ekonomik krizin ve salgının bütün olumsuzluklarının üzerine yıkıldığı bir sektör olmaması gerektiğini de gözden uzak tutmamalıdır.

Sn. Bakan’ın bütçe görüşmelerinde bankaların yasal takibe intikal eden kredilerinin yüzde 4 olduğuna dair söylemi doğrudur. Ama gerçekleri de yansıtmamaktadır. Çünkü en az yüzde 10 oranında kredi ise ”yakın izleme” kapsamındadır.

Salgın nedeniyle taksit, geri ödeme, hatta faizlerini dahi ödemekte zorluk çeken, fiilen ayakta kalması çok zor görünen birçok firmanın da ”yeniden yapılandırma” kapsamında, tabiri caizse ve bankacılık deyimiyle “yüzdürüldüğüne” ilişkin görüşler ciddiye alınmalıdır.

İlk fırsatta tüm bankaları kapsayacak bir “stres testine” ihtiyaç olduğu aşikârdır.

Salgının tüm ekonomik yükünün ve risklerinin, bankacılık sektörünün omuzlarına yıkılması doğru değildir.

Bu durum, bankaların aktiflerinin donuklaşmasına ve sermaye yeterliliklerinin azalmasına yol açabilir. Bankacılık sektörünün korunmasına “bilanço makyajı” ile değil, şeffaf ve gerçekçi politikalarla destek verilmelidir.

En önemli bir diğer husus ise “şeffaflıktır”. Politikaların da, verilerin de, imkânların da, sorunların da, şeffaf ve doğru bir biçimde kamuoyuyla paylaşılması güven ve itibar sağlar.

Bugün yatırım ikliminin bozuk olmasının nedeni, kredibilite kaybıdır. Sorunları halının altına süpüren, kasaba kurnazı, şeffaf olmayan, otoriter - popülist anlayış kimseye bir şey kazandırmaz, kazandırmıyor da.

Bugün dünyada, Bank of Japan, Bank of England, ECB ve FED gibi merkez bankalarının, piyasaya destek-teşvik vb. amacıyla sürdüğü milyarlarca dolarlık finansman imkânı var.

Ama bu paralar, Almanya’ya, Avusturya’ya eksi faizle park ediyor ve/veya Asya ülkelerine akıyor.

Türkiye, buralardan alması gereken fonları almıyor, alamıyor.

Alabildiği ise sınırlı ve fahiş faizli oluyor. Arjantin’den sonra en yüksek kredi risk primi (CDS) olan ülkeyiz hala ne yazık ki. Kredibilite işte bunun için çok ama çok önemli.

Yani inandırıcılık ve güven, hem iç hem de dış piyasalar açısından hayati öneme haiz. Ama siz vatandaşlara dövizlerinizi bozdurun dedikten sonra, içeriden döviz bazında iç borçlanmaya giderseniz, hala gösteriş yatırımlarıyla beton ekonomisine, dolar bazında garantiler vermeyi sürdürürseniz, bugün mevduatların yüzde 56’sının yabancı para cinsinden olmasına mani olamazsınız.

Böylece, Bakan ve Merkez Bankası Başkanı değişikliği de, ekonomide reform sözleri de lafta kalır.

Üzerinden altı ay bile geçmeden hiçbir geçerliliği ve tutarlılığı kalmayan YEP’te (Yeni Ekonomi Programında) ısrarcı olursanız yine inandırıcılık sorunu yaşarsınız.

Son olarak, belki bağımsız bir “Ekonomik Bilim Kurulu” oluşturarak, derli-toplu, akılcı ve gerçekçi bir şekilde planlanan bir program ve partizan ve “yes man” olmayan, ehliyet ve liyakat sahibi yeni kadrolarla, IMF’ye muhtaç olmadan ve de bir ödemeler dengesi krizine sebebiyet vermeden 2021 yılında ekonomik açmazdan çıkmazın ilk adımları atılabilir.

Bizden sorumluluk duygusu ve iyi niyetle bu uyarı ve önerilerimizi bir kez daha hatırlatması...