Bu hayatın heycanı meycanı yok!

Hürriyet okurlarının oylarıyla seçildiği belirtilen “45. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Şarkı Ödülü”nü kazanan şarkının sözleri oldukça ilginç ve aynen şöyle:

“Montumun cebinde yok kuruş! / Zıplıyor herkes kanguru sanki! / Full depo Taunus’un / Bi de kafamıza bass vurur ama yine yok! / Bu hayatın heyecanı meyecanı yok! / Bu hayatın heycanı meycanı yok! / Bu hayatın heycanı meycanı yok, yok! / Hah! /

Kazan, kazan yok! / Kaybetcek birimiz kaçarı yok! / Çocuk çok yatarın yok! / Oynayan aç ayı yok / Olmayan façası yok! / Kurtaran paçayı yok! / Gelecek için bi hedefin yok! / Yarının yok! /Temel güvenin yok! / İllegal-legal düzenin yok! / Para kesesi yok! / Bekleme rüzgarın esesi yok! / Her şey boş yeni tasarı yok! / Bak büyüdün sokakta masalın yok! / Hah! / Kollarından öte saranın yok! / Dirisin ya da ölü, Araf’ı yok! / Kafamın önünde polisler var! / Elinde silahla komiser var! / Üstümde başımda kan izi var! / Önümde kocaman valizler var! / Bana tepeler, denizler dar! / Bi de sırtımda keneler var! / Yarım kalır o şarkılar! / Burda panda yok develer var! /

Montumun cebinde yok kuruş / Zıplıyor herkes kanguru sanki / Full depo Taunus’un / Bi de kafamıza bass vurur ama yine yok! / Bu hayatın heycanı meycanı yok! / Bu hayatın heycanı meycanı yok! / Bu hayatın heycanı meycanı yok, yok! / Montumun cebinde yok kuruş / Zıplıyor herkes kanguru sanki / Full depo Taunus’un / Bi de kafamıza bass vurur ama yine yok! / Bu hayatın heycanı meycanı yok! Bu hayatın heycanı meycanı yok!”

Şarkı “rap” müzik grubu Gazapizm’e ait ve 50’inci bölüme kadar gelmiş bir televizyon dizisinin de temel müziği aynı zamanda. Yazılanlara göre dizi, Türkiye’nin yakın tarihinin “çukur”ları üzerine kurulu ve neredeyse yerli “Baba” kahramanlar yaratmak amaçlı iki tanıdık gelen aile arası “şans değil, kader değil, sadakat”in geçerli olduğu filmsel olarak “destan”laştırılmaya çalışılan bir iç “hayat” kapma çatışmasından hareketle kurulmuş uzun bir hikaye aslında.

Alabildiğine tanıdık gelen ana hikaye halen sürüyor: sistem ise iç mantığına uygun olarak filmin öne çıkan şarkısını “yılın en iyi şarkısı ödülü”yle ödüllendiriyor ki bir tür günah çıkarıyor sayılabilir ki bu tutum hem yeni bir tutum değil hem de dünyada da böyle racon.

Ödüllendirilen kontrollü imge öykü de yeni değil: “çukur” olarak ima edilen hemen aynı semtle ilgili 13. İstanbul Bienali’nde yine sistem tarafından göklere çıkarılarak ödüllendirilen -hatta MoMA koleksiyonuna da dahil edildiği söylenen- “güncel sanat”çılarımızdan Halil Altındere’nin yine “rap” müzik tarzıyla çekmiş olduğu ‘Wonderland’ (2013) isimli videosu da bir tür benzer sistem vicdanı ve “sadaka”ti üzerine kurulu!

Olan şu aslında: her ne kadar her iki film de (biri dizi diğeri sözde çağdaş ya da güncel sanat), rap şarkı da ne kadar haklı eleştiriler getirseler de sistem onları ödüllendirerek evcileştiriyor aslında.

Çünkü öyle ki 20. yüzyıl başlarında artık giderek pörsümeye başlamış moderniteyi “tarihsel avangard” ile aşmaya girişen devrimci modernite zamanla kendisi de tutuculaşıp gericileşince avanagardı da gericileştirip evcilleştirerek kendi himayesinde vıcık vıcık bir hale getirmedi mi?

FİKRİ KISIRLIK / KAVRAMSAL VE FORMSAL AKTARICILIK

Resim yapanlar bilir: renk boya halindeyken tek başına harika görünür: bu saf etki baştan çıkarıcıdır. Fakat tuvalinizi sehpaya koyup da o rengi sürmeye başladığınızda o renk orada öyle durmaz. Hele devreye başka renkler de girince işler daha da karışır. Fikirler de öyledirler.

Ne yazık ki Türkiye’de son 25-30 yılı yoğun olmak üzere 70 yıl boyunca “modernizm”, “kapitalizm” “demokrasi”, “uygarlık”, “çağdaşlık” “aydınlanma” vb. çağsal felsefi kavramlar ile “Batı” kavramları her siyasi, felsefi, kültürel çevre tarafından aşırı bir biçimde birbirine karıştırıldı. Hem yeterince ilgi duyulmadı, duyulsa da yeterince anlaşılamadı ve çalışılmadı, doğal olarak anlaşılamadığı ve üzerinde çalışılmadığı için de bir türlü işin içinden çıkılamadı, çıkılamadığı ve çözülemediği için de giderek ya hem tıkandı ya da hem de emperyalizm kavramıyla iç içe gelişen bir iktidar hırsı, kültürel sanatsal aktarmacılık, kopyacılık, ideolojik angajelik vb. nedenlerle önemli ölçüde kirletilerek çıkmaza sokulmuş oldu.

Her ne kadar siyasi olarak artık bu sürecin sonuna yaklaşılmış olsa da günümüzde her alanı etkileyerek tıkayıp aşırı yoran bu kirlilik büyük bir kaos içerisinde halen de sürüyor. Öyle olduğu için de hem ideolojik ve siyasi olarak hem de yaratıcı bir düşünce ve vizyon olarak bir türlü özgün birikim geliştirilemedi ne yazık ki. Bu yüzden de gelişme, özgürlük ve bağımsızlık ile uluslararası olağan ilişkiler bile sürekli olarak birbirine karıştırıldı.

Bilindiği üzere Attila İlhan “Hangi Batı” “Hangi Atatürkçülük” kitaplarını bu yüzden kaleme almıştı. Çünkü “Kemalizm” ile “Atatürkçülük” arasındaki tarihsel kafa karışıklığı o dönemde de günümüzde de bu nedenle had safhada Türkiye’de. “Aydınlanma” “milliyetçililik” ve “ulus devlet olma” kavramları üzerindeki kafa karışıklığı ve büyük kuramsal ideolojik kısır döngü ve tıkanıklığın nedeni de bu büyük kaos içerisinde aynı noktada günümüzde de devam ediyor.

Kaldı ki bu müzmin kafa karışıklığı -fikri şaşkınlık hali- daha cumhuriyet öncesinden beri solda, aydınlamacılarda sürdüğü gibi “sağ”da ve onların içerisinde önemli bir yer tutan ve neredeyse 20 yıla yakın bir süredir de iktidarda olan İslamcılar’da da aynen yaşanıyor. Hatta bana kalırsa bu -her ne kadar batı ile doğu arasındaki kritik pozisyonu nedeniyle bizde misliyle daha fazla olsa da- bütün dünyada da böyle aslında.

(Konuya bir sonraki yazımda da devam etmek niyetindeyim!)