Bu seçimin anlamı..(TAMAMI)

NABIZ
BU SEÇİMİN ANLAMI


12 Haziran’da Türk seçmeni sandıklara gidecek ve oy kullanarak kendisini bir 4 yıl daha yönetecek olan Meclis üyelerini seçecek.
İlginç değil mi? Eğer TV’ kanalları ve medyanın bir kesimi seçim haberlerini ve kürsülerde izlenen karşılıklı ağız dalaşlarını, hatta küfürleşmeleri, halkın sorunlarını değil, kendi parti içi kavgalarını,kaset dedikodularını, hatta şantajları gündeme getirmese , dolaşın Türkiye’nin Doğusunu batısını, Güneydoğusunu çok değişik manzaralar arasında bulamayacağını tek fotoğraf karesi, halkın heyecanı olacaktır.


Dün Zonguldak Devrek’ten yeğenlerimden biri aradı. Orta yaşlı hanım avukat olan yeğenim şöyle diyordu:
“-Amca; hayretler içindeyim bugün 19 Mayıs bayram değil mi? Hani şu bize öğretilen Egemenlik Gençlik ve Spor bayramı değil mi? Hiç heyecan yok. Sokaklar sessiz ve boş, oysa yakında seçim var. Bu ne demek, kabahat halkta mı yoksa bizi bu duruma getirenlerde mi?”
Zonguldak; cıvıl, cıvıl bir Karadeniz kenti. İnsanları da, hareketli, siyaset’e meraklı bir kent. Orada heyecan yok. Hayret değil mi? Bir seçim olacak adaylar yarışacak bu demokratik ortamda insanlar heyecanlanacak, meydanlar dolup, dolup boşalacak ve bu sandık başına dek sürecek. Bir umursamazlık,bir ilgi yokluğu ülkenin batısını sarmış.Neden böyle?
İnsanları sarıp sarmalayan bir korkudan mı, yoksa seçimin sonucunu zaten bildiklerinden mi?
Kendimi bildiğimde, DP yeni kurulmuştu. Elazığ’a 60 km uzaklıkta Madendeydik ve akıl almaz bir heyecan ve umut o yöreyi kaplamıştı. Tek partiden çok partili yaşama geçiş, yeni ufuk, yeni bir aydınlığa yol açacaktı.


Bir de şimdi bakın Anadolu’nun o yöresine: Sokaklarda etrafında molotof kokteylleri, havai fişekler patlar, çevreyi polis sarmış, soluk kesen biber gazı püskürtür ve kalabalıkları dağıtmak isterken, küçük çocuklar, ekmek parasını çıkarmak için çöplüklerden, biber gazı atan silahların boş fişeklerini, topluyorlar…”
Buraların halkı aslında hiç de buna layık değildi. Ege yöresinde- eğer Atatürkçü Cumhuriyet Birliği-nin yarattığı heyecan olmasa, orada da kısır parti çıkarları ile geçim derdi arasına sıkışmış ve değişmiş, öfkeli ama ürkek insanlara rastlayabilirsiniz. Ülkenin her yanında geleceğe olan umudu dile getirmek için yalan söylemekte giderek beceri kazanmış, hala halkı temsil edeceklerini söyleyen, ideolojiden yoksun profesyonel particilerden başka kimi görüyorsunuz?
Peki; neden böyle olduk? Niçin ürkek, hınçlı ama söyleyecek sözü çok, ancak söylemeye dilleri varmayan korkmuş, yüzünden gülümseme eksilmiş insanlara rastlar olduk? İşte asıl yanıtlanması gereken soru bu olmalı.

SİYASETİN EGEMEN GÜÇLERİ KİMLER?

Onları biliyor tanıyoruz ama, Tanzimat’la gelen batıcılık akımı, aradan bir de Ulusal Kurtuluş savaşı , Gazi Mustafa Kemal gibi bir devrimcinin geçmesine karşın hala onlar egemendirler de ondan.

Doğu bölgelerimizde değiştiremediğimiz feodal yapı, halkı kendi toprağından yoksun kılan bir sistemi değiştirmek yerine feodal yapıyla iş birliği yaparak Cumhuriyetten bu yana hep düşündüğüz, vat ettiğimiz bir Toprak Reformunu hala yapamamış olmamız. Tanzimat’tan sonra bey ve paşalar devlet gücünü kullanarak köylüyü talan ediyorlardı. Batı sermayesi de emperyalist devletlerin silah gücü gölgesinde eylemdeydiler. Bu soygun düzeni ta Galata bankerlerine, hangi sömürücü güç varsa ona kadar devletin halktan aldığı vergilerin yağmasına katılmışlardır. Yabancı sermaye o devirde toprağın spekülasyon konusu yapılması, Osmanlı’nın borçlarına karşılık gösterilebilmesi için elinden geleni yaptı.O zamanlar Times gazetesi “yabancıların arazi satın alması için mevcut bütün engellerin kaldırılması ve sağlam bir mali sistemle yollara ve limanlara yatırılan sermayenin temini için karşılık tesisi büyük sonuçları en seri yoldan siyasi faaliyetleridir. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir memleket var. Batı sermayesi bunu elde edebilir.” Diye yazıyordu. Nitekim bir süre sonra bu isteklerini engelleyen 1284(1869) yasası kaldırıldı. Bereket Mustafa Kemal ortaya çıktı veTanzimat’la başlayan Batı hayranlığı uğruna verilen bütün ayrıcalıkları kaldırdı. Cumhuriyet 1923’te ilan edildi ve biz 2011’de seçime giderken buna benzer bir manzarayla karşı karşıyayız.1950’den günümüze uzanan tarih çizgisinde bu ülke ihracat gelirleri düşüldükten sonra kendi kendine yeter bir ülkeydi.

Bir de şimdiye bakın; 500 milyarı geçen iç ve dış borç ve yine Batı emperyalizmine teslim, ya sömürge olup olmadığı tartışılan bir ülkeyiz. Eskiden buğday, pirinç, un ithal etmezdik. Hayvancılığı çökertilmiş ülkede şimdi büyük baş hayvan ve et bile ithal ediyoruz. Peki; bu düzenden kim kar ediyor? Doğu ve Güneydoğu illerinde Osmanlı’nın toprak düzeninin dışında tuttuğu ağalık-marabalık düzeni hala sürüp gidiyor ve bu ülkenin o bölgelerini kontrol altında tutan ağaların, derebeylerin siyasette de egemenliğini sağlıyor. Sadece o mu? Bu bölgelerdeki insanların gereksinimini sağlayacak ne bir parça toprakları var ne de başlarını sokacak bir evleri. Onlar maraba olarak dünyaya gelirler, aşiretlerin işaret ettikleri insanlara oy verirler ya da etnik ve dinsel güçlerin kontrolünde siyasete katkıda bulunurlar.


Böyle bir ülkede bir de terörizmin ağır baskısı köylünün üzerinde olursa demokratik hak ve özgürlükleri nasıl kullanacaklar? Cumhuriyet 88 yıldır beceremedi. Anadolu’nun doğusunda durum bu. Batısında farklı mı? Dünyayı etkileyen Globalizm rüzgarı bizi teğet geçmedi, tersine dışa bağımlı bir sanayi ve iş adamı tipini yarattı ve şimdi onlar Türkiye’nin kravatlı derebeyleri gibi siyasete yön veriyorlar. Devrek’ten beni arayan ve heyecansızlıktan yakınan yeğenime diyorum ki:
“-Bu koşulları yaşayan toplumun üzerinde bir de korku bulutu varsa ve hapishaneleri ağzına kadar aydın gazeteci, subayla doluysa heyecanlanacak ne var ki?”

kurtulaltug@aydinlikgazete.com