Bu tasarı bize kuşku veriyor
Ülkemizde hükümet sistemi parlamenter sistem değildir. Yarı-başkanlık sistemidir. Bu durum otuz üç yıla yayılarak ortaya çıkmış bulunan bir sonuçtur. İlk adım, 1982 yılında yürürlüğe giren anayasada cumhurbaşkanlığına geniş yetkiler verilmesiyle atılmıştı. 2007 yılında cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karar veren referandum, sistemin anayasal düğümünü atmıştı. İlk seçim 10 Ağustos 2014 yılında yapıldığında ise uygulaması başlamıştı.
***
Yaşanan sürece karşın, anayasada “cumhurbaşkanı seçilenin partisiyle ilişiği kesilir” hükmünün saklı durması, sistemin yapısıyla çelişkili ve hatta eşyanın doğasına aykırı diyebileceğimiz bir durumdur.
Yaratabileceği sakıncalara iki örnek verebiliriz:
Bu hüküm kullanılarak, siyasal yaşamımızın içinden çıkıp cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan kimsenin her adımı ‘partiyle ilişiklik’ suçlamasıyla baskı altına alınabilir. Kolayca tehdide dönüştürülebilecek bu tür bir suçlama, cumhurbaşkanlığını çalışamaz hale getirebilir. Öte yandan bu hüküm, cumhurbaşkanlığına aday belirlerken, kendi siyasal yaşamımızın ateşinde pişmemiş ithal ya da teknokrat adaylar aramaya çıkmamızı teşvik edebilir. Böyle arayışların bizi nerelere sürükleyebileceğini ve ne tür bilinmezliklere onay vermek zorunda bırakacağını Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi örneğinde gördük.
***
Söz konusu hükmün anayasadan çıkarılması, partili cumhurbaşkanlığı getirmek olarak adlandırıldı. AKP - MHP anayasa değişikliği teklifinde bu yapıldı.
Ne var ki burada durulmadı.
Ortaya çıkan şey, cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında devlet başkanlığı rejimi oldu. Bu sözde sistem, hukuk devletini mümkün olmaktan çıkaran bir idari devlet heyulası ile tamamlandı. Partili cumhurbaşkanlığını partisinin genel başkanı da olan cumhurbaşkanı gibi yorumlayıp ilan eden AKP’li goygoyculuk, bunlara bir de parti devleti yaratmak becerisini ekledi.
Partili cumhurbaşkanlığı, bunun ne olup ne olamayacağını gösteren hiçbir tanım getirilmediği için, ‘cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasi partinin genel başkanı da olabilir’ gibi, yine eşyanın doğasına aykırı olan, başka bir yorumun kucağına atıldı. Eşyanın doğasına aykırı, çünkü 21. yüzyıl Türkiye’si tek değil çok partili siyasal sisteme sahip bir ülke. Çok partili siyasal sistem içinde bir partinin genel başkanı olan kişinin aynı zamanda Türk Milletinin ve birliğinin temsilcisi ve devletin başı olarak kabulü olanak dışı. Bir parti başkanı kişinin başkomutan olarak onay bulması da olanaksız.
***
AKP ve MHP’de anayasayı ‘sistemdeki tıkanıklıkları gidermek’ için değiştireceklerini söyleyen ilgili kişiler, söylediklerini değil başka bir şey yaptılar.
Yaptıkları şey, MHP’nin daha dört ay öncesinde kadar şiddetle ve hiddetle karşı çıktığı bir şey. MHP, oturduğu masada başkanlık rejimine ve eyaletleşme yolunun temizliğine imza atıp bunların savunucusuna dönüştürülmüş bulunuyor.
Bu şey AKP açısından ise, Erdoğan’ın Saddam ve Kaddafi ile ilgili olarak küresel merkezlerde imal edilmiş, tam mühendislik ürünü ‘firavun, tiran, diktatör’ kalıpları içine yerleştirilme çalışmalarına tuttukları bir çanak.
Ortalık yerde “Türk Milletinin devri bitti” diyen, Atatürksüz ve Türksüz anayasayapacaklarını söyleyen Mehmet Uçum gibi cumhurbaşkanı başdanışmanlarının “bu ilk adım, gerisi gelecek!” türden açıklamaları patlıyor.
Ve kamuoyu, bu paketin nerede, kimler tarafından, nasıl bir çalışma sürecinde hazırlandığını bilmiyor.
Anayasa ve hukuk tekniği olarak yalap şalap, hedefleri bakımından MHP’nin konumuna ve cumhurbaşkanıyla hükümetin maddi çıkarlarına aykırı bu paket, gerçekten neyin nesi?
Ortaya çıktığında bile inanasımız gelmeyen bunca kumpastan, kendi ülkesinde TBMM’ni bombalayacak kadar ülkesine düşman hale gelmiş bunca garip ruha tanık olduktan sonra, soruların içinde en önemli soru bu: Gerçekten, bu anayasa değişikliği neyin nesi?
Bu tasarıyı geri çekin!