Bu ülkenin aydın sorunu var-(TAMAMI)

Dünyaca ünlü yazarımız Yaşar Kemal, 1984’te o tarihteki Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın elinden Legion d’Honneur nişanını almıştı.

Daha sonra 1972’de de son yıllarda moda olduğu üzere Türkiye’ye küfür etmeden, bu ülkede yaşayan insanları aşağılamadan, Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmişti.

Bugüne kadar birçok ödüle, en son olarak da yine Fransızlar tarafından Legion d’Honneur’un bir üst mertebesi olan Grand Officier nişanına layık görüldü. Geçtiğimiz Cumartesi günü de İstanbul’da Fransız Sarayı’nda yapılan bir törenle bu nişan eski Fransa Genelkurmay Başkanı tarafından kendisine verildi.

Bu ülkenin bir yazarının, bir sanatçısının böylesine ödüllerle onurlandırılması elbette hepimizde büyük bir sevinç yaratır.

Böyle büyük yazarlar, sanatçılar sadece kendi ülkelerinde değil, dünyanın her yerinde önemsenir. Bunların söz ve davranışları büyük etki yaratır.

Bütün bunları şunun için yazdım: Yaşar Kemal bu ödülle onurlandırılırken, Fransa’da Ermeni soykırımı iddialarının inkarını suç sayan, bir nefret söylemine dönüşen yasa önerisi parlamentodan geçiriliyor.

TBMM’den bir milletvekili heyeti ile işadamlarından oluşan bir diğer heyet, düşünce ve ifade özgürlüğünü zedeler nitelikteki yasa tasarısının yasalaşmaması için çaba sarf etmek üzere Paris’e gitti.

Saygın davranış

Bu iki heyetin seyahatleri de turistik gezi olmaktan öte hiçbir mana ifade etmez.

Ama eğer Yaşar Kemal, “gerçek kişiler” yerine ülkesi ve ulusu ile Türkiye’ye yöneltilmiş bu nefret söylemine, kendisine sunulan bu ödülü en azından bu tasarı gündemde kaldığı sürece almayacağını açıklayarak karşı durabilseydi, dünya bugün Türkiye açısından bambaşka şeyleri konuşuyor olabilirdi.

Çünkü ünlü bir sanatçının, edebiyatçının, bilim insanının bu tür tepkileri, bütün dünyada hem çok ses getirir hem de diğer sanatçıları, yazarları, çizerleri, bilim insanlarını “Türkiye halkı, ülkesi ve ulusuyla ‘soykırımcı’ olarak tanımlanmayı hak ediyor mu? Böylesi bir tanımlama, tarihi ve hukuki gerçeklerle uyuşuyor mu?” diye, konu hakkında düşünmeye sevk edebilirdi.

Düşünce özgürlüğü önündeki bütün engellere rağmen, bugün Türkiye’de, bazı insanların her ortamda çıkıp hukuki ve tarihi gerçeklerle çelişse dahi “Ermeni soykırımı yapılmıştır” diyebilmelerinin yanında, bir kısım küresel sürtükler de nerede ise ASALA cinayet şebekesinin diplomatlarımızı öldürmesini bile mazur gösterebilmektedirler.
Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasalar ve uygulamalar karşısında, haklı olarak, attıkları zaman mangalda kül bırakmayan anlı şanlı köşe yazarı gazeteciler, bu davete, yasayı neden gösterip katılmasalardı, çok daha saygın bir davranış içinde olmazlar mıydı?

Fırsatın kaçışı

Gazeteci, her şeyden önce mesleğinin sorumluluğunu duyan kişidir. Hem mesleğinin temelini oluşturan düşünce özgürlüğünü savunduğunu söyleyeceksin ve hem de düşüncelerini açıklayanları hapse mahkum etme yolundaki bir ülkeye basit bir tepkiyi bile gösteremeyeceksin, ondan sonra da her konuda ahkam keseceksin.

Hem de bu tepkiyi göstereceğin ülke “Düşüncelerine katılmasam da onları özgürce savunma hakkını ölene kadar desteklerim” diyen ünlü düşünür Voltaire’in ülkesi Fransa iken.

Ödül törenine davetli olarak katılan anlı şanlı köşe yazarları, “Ermeni soykırımı olmamıştır” düşüncesine katılmayabilirler ama, bu “Yoktur” demeyi yasaklayan yasal düzenlemeye, eğer düşünceyi en kutsal değer olarak kabulleniyorlarsa ki böyle olduğundan zerrece şüphem yok, şiddetle karşı çıkıp bu davete bu nedenle katılmayacaklarını gerek davet sahibine gerekse yurt dışındaki yabancı meslektaşlarına bildirebilirlerdi.

İşte bunu yapmamışlar, aydın sorumluluğunu yerine getirebilecekleri büyük bir fırsatı kaçırmışlardır.