Bugün benim doğum günüm
Zaman insanın avuçlarından ipek bir kumaş gibi kayıp gidiyor. Ben 1 Haziran 1935 doğumluyum ve bugün yetmiş sekiz yılı geride bırakarak yetmiş dokuzuncu yaşıma giriyorum. Bu ömrün 1965 yılından bu yana olan bölümü, yani kırk dokuz yılının kesintisiz sendikacılık, işçi hakları, gençlik eylemleri için yaşanmış olduğunu düşündükçe hayretler içinde kalıyorum. Gençliğimde ne olacağımı düşünürken hukukçu olacağım ve sendikalar için, işçiler için hukuk mücadelesi, onların aydınlığa çıkması için verdikleri sınıfsal mücadelede onlara omuz vereceğim, onlar için yazacağım, onlar için yaşayacağım aklımın köşesinden geçmezdi.
Sebebim pırıl pırıl bir sendikacı oldu
Benim bir ömrü işçi sınıfına vermeye özendiren Bahir Ersoy adında pırıl pırıl bir sendikacı oldu. Bahir Bey o zamanlar İstanbul Tekstil İşçileri Sendikası’nın Genel Başkanı idi. Etrafında Rıza Güven, Yunus Kara, Sabri Tığlı ve Kemal Abay gibi inançlı ve heyecan dolu genç sendikacılar vardı. Bahir Ersoy sendikacılığın filozofu gibiydi. Çok okur, güzel konuşurdu. Yıllar sonra Ecevit onu kabinesinde Çalışma Bakanı olarak değerlendirmişti. Bu sendikacıların özendirmesi ve aracılığıyla 1963 yılında yükseklisans için yurtdışına gittim ve döndüğümde TEKSİF Sendikası’nın Genel Başkanı olan Bahir Ersoy’un çağrısı üzerine onunla çalışmaya başladım. İlk yazım 1965 yılı 5 Nisan günü Milliyet gazetesinin ikinci sayfasında yayınlandı. Sendikacılık Türkiye için yeniydi ve kamuoyunda pek bilinmiyordu. O tarihten sonra günlük gazeteler ve Doğan Avcıoğlu’nun YÖN dergisinde yazarak işçi sınıfının toplum tarafından bilinmesine katkıda bulunmaya çalıştım.
Sendikacılığın dikenli yollarında şaşkınlıkla yürüdüm
Ben sendikacılığın ideolojik aydınlarına sahip çıkan çiçeklerle dolu bir bahçe olacağını sanıyordum. Çok geçmeden feci halde yanıldığımı anladım. 1965 yılı sonunda TEKSİF kongresi vardı ve delegeler Bahir Ersoy’un tutumundan, benim Adalet Partisi aleyhine yazılar yazmamdan ve işçilerin bir siyasal güç olmasını istememden hoşnut değillerdi. Seçimlerde Bahir Ersoy ve arkadaşları yenik düştü, yerine Bursa Şube Başkanı olan Şevket Yılmaz Geldi. Seçimden bir hafta sonra yeni yönetim işten çıkarıldığımı bildiren bir yazıyı önüme koyduğu zaman inanamadım. Ben, yaşamını işçilere adamak ve işçileri aydınlatmak isteyen bir genç adamdım ve bu yüzden işten kovuluyordum. İnanamadım ama pes etmeyecektim. Dağıstan kökenli olmamızdan dolayı aramızda bir yakınlık olan Abdullah Baştürk ile birlikte çalışmaya başladım. Sayın Baştürk girişimci, yerinde kavgacı ve ödün vermez bir işçi önderi idi. Onunla iyi işler yaptık, grevler, yürüyüşler uluslararası sendikalarda Türkiye yararına olumlu bir hava yarattık. O da ben de sendikaların siyasallaşmasını istiyorduk. İkimiz de milletvekili olmak için CHP içinde mücadele veriyorduk. Bir gün başkan yardımcısı Ertan Andaç,”Bir koyundan iki post çıkmaz” diyerek, bir sendikanın iki kişiyi TBMM’ye taşıyamayacağını söyledi, benim işten çıkarıldığımı bildirdi. İnançlarımdan dolayı feci bir tokat daha yemiş ve işçi sınıfı için iyi niyetle bir şeyler yapmanın bu yolda kalabilmek için yeterli olamayacağını bir kere daha anlamıştım.
Üniversite mezunu bir sendika başkanı
Daha sonra hukuktan sınıf arkadaşım Faruk Erginsoy’un aracılığıyla OLEYİS Sendikası’nda iş bulabildim. Sendikanın Genel Başkanı Mukbil Zırtıloğlu, ülkenin üniversite mezunu tek sendikacısı idi. Onunla uyum içinde ve iyi şeyler üreterek çalıştım. OLEYİS’ten 1973’te milletvekili seçilerek ayrıldığımda çok üzüldüm; çünkü ülkenin uyumlu çalışan düzgün sendikacılarını çok sevmiştim. En acısı, milletvekilliğinden sonra kapısını çaldığım dokuz sendikadan hiçbirisinin bana iş vermemesi idi. Bir ömrü vermek için yola çıktığım sendikacılık beni dışlıyordu. Prof. Metin Kutal’ın özendirmesiyle doktora çalışmalarına başladım ve 2000 yılında Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Prof. Aydın Aybay’ın korumasında 2012 yılında yazılarımdan dolayı kovulana kadar ders verdim. Halen Tek Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel’in kullanmama izin verdiği bir odada derslerimi ve yazılarımı yazıyor, yurtdışında bir üniversitede hocalığa devam ediyorum. Pişman mıyım? Asla. Sacco ile Vanzetti’nin idamlarından önce söyledikleri son sözlerini ben de tekrarlıyorum: Yeniden yaşasam aynı dikenli yolları aynı inançla yeniden yürürdüm.