Bugün Mustafa Kemal olmak!
Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı öncesi Sofya’da Askeri Ateşe olarak görevliydi. Aslında bir nevi kızağa çekilmişti. Bu durumundan büyük rahatsızlık duyuyordu. 1914 yılında Salih Bozok’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Bir vazifeye tayinim için Savunma Bakanı’na yazdım. Burada iki buçuk bilgi edineceğim diye askeri ataşelikte kalmak istemediğimi ve millet ve memleketimin büyük bir mücadeleye hazırlandığı bir sırada benim de herhangi bir kıtanın başında bulunmak istediğimi bildirdim. Ve eğer herhangi bir sebeple memlekete girmeme müsaade edilmeyecekse bana açıkça yazmalarını ve benim de ona göre başımın çaresine bakacağımı da ilave ettim.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997, s.207.)
Mustafa Kemal, Avrupa’nın büyük bir savaşa doğru gittiğini görüyordu. Osmanlı Devletinin Savaşın dışında kalamayacağını da düşünüyordu. Bu bakımdan onun Sofya’da süslü elbiseler içinde birkaç bilgi kırıntısı edinebilmek için, o balodan bu baloya gitmesi, kabul edebileceği bir şey değildi. Kendini cephenin ateşi içine atmak için yanıp tutuşuyordu. Hatta dikkatle okunduğu zaman üstü örtük bir tehditte de bulunduğu görülür. Vatana hizmet aşkı onu sınırları zorlamaya yöneltiyordu. Yine bu mektubunda genel durumla ilgili de analizlerini arkadaşına aralarında kalmak şartıyla açıklıyordu:
“Umumi durum hakkındaki görüşümü soruyorsun. Bu husustaki görüşümü yalnız sende kalmak şartıyla aşağıda yazıyorum.
“Biz hedefimizi tayin etmeden umumi seferberlik ilan ettik. Bu çok tehlikelidir. Çünkü başımızı bir tarafımıza mı, yoksa birçok tarafa mı vuracağız? Malum değildir. Koskoca bir orduyu uzun müddet hareketsiz, elde atıl bir vaziyette bulundurmak da çok zordur.
“Almanların vaziyeti hakkındaki askeri görüşe gelince: Ben Almanların bu harpte muzaffer olacaklarına katiyen emin değilim.” (Age, c.1, 207.)
Sofya’dan yazdığı bu mektuptan da anlaşılacağı gibi, Mustafa Kemal, Hükümetin ve İttihat ve Terakki önderlerinin yürüttüğü çalışmalardan ve aldıkları sonuçlardan haberdar değildir. Seferberlik kararını erken bulmasını buna yorabiliriz. Hâlbuki normal olan Osmanlı devletinin kopacak Dünya Savaşına en kısa sürede hazırlanabilmesi için bir an önce seferberlik ilan etmesi gerekiyordu. Devletin başında olanların elindeki bilgiler ve yürütülen diplomatik çalışmalardan sonra yapılacak tek şey savaşa, özellikle Rusya’dan kaynaklanacak saldırıya karşı tedbirler almak gerektiği tartışma götürmez. Aslında hükümet içinde de ağırlıklı görüş, savaştan kaçınmanın mümkün olmadığı, ama mümkün olduğu kadar savaşa geç girmeye çalışmak gerektiğini düşünüyorlardı. Talat Paşa ve Cemal Paşa anılarında, kendilerinin de bu görüşte olduklarını döne döne anlatmaktadır. Ama süreç çok hızlı ilerlemektedir ve Enver Paşa’nın müdahalesiyle Osmanlı devleti savaşa girmiş oldu.
Mustafa Kemal, savaşa girdikten ve sonrasında yaptığı konuşmalarda, artık bu konuyu gündeme getirmemiş, tam tersine, Osmanlı devletinin hem savaşa, hem de Almanlarla ittifaka mecbur olduğunu söylemiştir. Mustafa Kemal’in temel eleştirileri komutanın tamamen Alman generallerine bırakılması ve Osmanlı Ordusunun, Alman savaş stratejisine bağımlı kılınmasıdır.
MUSTAFA KEMAL’İN ENVER PAŞA’YA MEKTUBU
Bu mektubun yazılmasından kısa bir süre sonra, 20 Ocak 1915’te Mustafa Kemal yeni kurulan 19. Tümen Komutanlığına getirildi. 19. Tümen, Çanakkale savaşlarında görevli bir tümendi. Mustafa Kemal 3 Mayıs 1915’te, Alman generallerinin cephede yetersiz kaldıklarını belirten bir mektubu da, o zaman Başkumandan Vekili olan Enver Paşa’ya yazdı. Bilindiği gibi, Mustafa Kemal ile Enver Paşa’nın arası iyi değildi. Ama söz konusu devletin ve ülkenin çıkarları olunca Mustafa Kemal için bütün diğer konular ayrıntıdır. Aralarındaki ilişkilerden bağımsız hareket ederek cephe hakkında bilgi vermekte ve Enver Paşa’nın bizzat gelerek durumu gözleriyle görmesini istemektedir. Bu mektupta Çanakkale savaşları hakkında bilgi veren Mustafa Kemal, Alman general ve Çanakkale’deki kuvvetlerin komutanı durumunda bulunan Liman von Sanders Paşa ile ilgili şunları yazıyordu:
“Vatanımızın müdafaasında kalp ve vicdanları bizim kadar çırpınmayacağına şüphe olmayan başta von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kati surette temin ederim. Bizzat buraya teşrif eder, umumi vaziyetimizin icaplarına göre bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur kardeşim. (ATABE, c.1, s.218.)
PADİŞAHA ÇEKİLEN TELGRAF
Savaşın sonuna doğru, artık savaşın kaybedildiğinin anlaşılması üzerine, bir şeyler yapmak için harekete geçer. Padişahın Başyaveri Naci Beyefendiye 11-13 Ekim 1918 tarihinde Padişaha arz edilmek üzere bir telgraf çeker:
“Talat Paşa kabinesinin felç olmuş bir halde olduğunu, Tevfik Paşa hazretlerinin bir kabine oluşturmakta zorluklarla karşılaştığını haber alıyorum. Ordular muharebe gücünden yoksun ve zaten mevcut kuvvetler müdafaadan aciz bir hale getirilmiştir. Düşman her gün daha elverişli ve ezici şartlar kazanmaktadır. Müttefiklerle olmadığı takdirde ayrı olarak ve mutlaka barışı sağlamak lazımdır ve bunun için kaybedilecek bir an bile kalmamıştır. Aksi takdirde memleketin tamamen elden çıkması ve devletimizin telafi edilemez tehlikelere uğraması ihtimal dışı değildir. Muhterem Padişahımıza olan sadakat ve bağlılığım ve vatanın selametini sağlamak itibariyle arz ederim ki, Tevfik Paşa hazretleri hakikatten zorluklarla karşılaşmışlarsa, sadaretin derhal İzzet Paşa hazretlerine verilmesi ve onun da, esası Fethi, Tahsin, Rauf, Canbulat, Azmi, Şeyhülislam Hayri ve benden mürekkep bir kabine teşkil etmesi zaruridir. Adı geçen kişilerin oluşturacağı kabinenin vaziyete hâkim olabileceği düşüncesindeyim. Tevfik Paşa hazretleri size isimlerini saydığım kişilere müracaat ettiği takdirde kolaylık sağlayabilir zannederim.” (ATABE, c.2, s.232.)
BUGÜN ATATÜRK OLMAK
Görüldüğü gibi vatanın tehlikede olduğunu gören Mustafa Kemal’in, nasıl elini taşın altına koymak istediğini görüyoruz. Sofya’dan savaşa katılmak için çırpınıp duran, birçok insanın savaş günlerinde arayıp da bulamadığı görevi bırakıp savaşa katılarak ülkesini ve devletini savunmak için aktif, muharip görev alan, savaşın yenilgiyle sonuçlanacağını gördüğünde ise, ülkenin sorunlarını çözmek için kabinede görev almak için Padişaha telgraf çeken Mustafa Kemal’i görmekteyiz. Bilindiği gibi Mustafa Kemal, daha Harp okulunda öğrenci iken Padişahlığa ve saltanata karşıydı. Hatta bu faaliyetlerinden dolayı tutuklanmıştı. Cumhuriyetçiydi. Bugün kendisine Atatürkçü, Kemalist diyenler Mustafa Kemal’in bu tutumundan öğrenmelidirler. Devletin başında padişahın olmasına rağmen, devletin bağımsızlığı ve bütünlüğü tehlikede olduğu zaman nasıl ileri atıldığını ve sorumluluk aldığını görmelidirler.
Bugün de ülkemiz bir vatan savaşı vermektedir. ABD emperyalizmi ile silahlı bir mücadele içindeyiz. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, Doğu Akdeniz’de, şimdi de Kafkasya’da etrafımız ateş çemberiyle çevrili. ABD ve AB’nin de tetiklediği büyük bir ekonomik kriz yaşıyoruz. Bu ekonomik krize bir de Corona-19 virüsü tuz biber oldu. Hızla bir üretim ve istihdam kaynaklı ekonomik sisteme geçmemiz gerekmektedir. Şimdi de bütün ülkeyi tehdit eden depremlerle karşı karşıyayız. İçerde PKK terör örgütü ve FETÖ ile şiddetli bir mücadele sürmektedir. Bu durumda harekete geçip görev ve sorumluluk almayanların Atatürkçü olamayacağını belirtmek gerekiyor.
BÜYÜK EKİM DEVRİMİ
1917 yılında gerçekleşen Ekim Devrimi, dünya çapında bir olaydı. Dünya’daki bütün dengeleri değiştiren bir rol oynadı. İttihatçı önderler bu devrimin önemini tam olarak anlayamadılar. Rusya’nın zor duruma düştüğünü düşünerek bundan aşırı yararlanmak yoluna gittiler. Hâlbuki Rus devrimi Türkiye’ye büyük olanaklar sunuyordu. Türkiye o gün en büyük düşman olan Rus Çarlık emperyalizmi yıkılmış ve savaştan çekilmişti. En büyük düşmandan kurtulmuş, hatta dost bir komşuya kavuşmuştu.
Türkiye de Rusya gibi barış isteyebilir, İngilizlerle barış girişimlerinde bulunabilirdi. Mustafa Kemal ise Kurtuluş Savaşına atıldığı zaman devrim Rusya’sı ile ittifakın önemini anladı ve Türk-Rus ittifakını kurarak İngiliz emperyalizmini yenilgiye uğrattı.
SONUÇ YERİNE
Osmanlı devleti savaşa girmek zorundaydı. Çünkü savaşın nedeni Osmanlı İmparatorluğunun paylaşımıydı. Bugünden baktığımızda şunu rahatlıkla görebiliyoruz; savaşa girerek kendimizi kurtardık. Dünya savaşı, Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet Devrimi için tecrübe biriktirdi. Aslında Türkiye’nin kurtuluş savaşı, Birinci Dünya Savaşı ile başladı. Hatta bunu Balkan savaşı ile de başlatabiliriz. Bu savaşlar, Türkiye’ye savaşlarda pişmiş bir kurmay subay heyeti, zorluklara karşı birleşmiş bir millet kazandırdı.
Daha önce Padişahın kullarından oluşan bir toplumdan Türk milleti çıktı. Padişahın ordusundan devletin ve milletin ordusu oluştu. Dünya Savaşı dışında, o mücadelelerde yer almamış olsa, o zaman bir Atatürk’ten bile bahsedemeyecektik. Savaş çoğu zaman acı ve gözyaşı getirir. Bir yandan da kötülükleri, acı ve gözyaşını ortadan kaldırmaya hizmet eder. Ordumuz modern silah, araç gereç ve savaş taktiklerini kullanmayı bu savaşlarda öğrendi. Bu savaşta ustalaşmış bir kurmay heyeti kazandık ve kurtuluşu, milleti örgütleyerek bu kadro sağladı. Bugün de bağımsızlığımıza ve toprak bütünlüğümüze kastedenlere karşı savaşmak zorundayız. Kendine Atatürkçü ve Kemalist diyenleri göreve çağırıyoruz. Vatan Savaşı görevlerine sırt çevirenler kendilerine Atatürkçü diyemezler.
Talat Paşa’nın hayranlıkla ifade ettiği sözlerde dediği gibi: “Azim ve metanetine zerre kadar halel gelmeksizin üç seneden beri bütün cephelerde gösterdiği cesaret ve yiğitlik eserleriyle ecdadının ruhunu hoş tutan ve bütün dünyanın takdirini kazanan ordumuzu minnet ve şükran ile selamlarım. Sinesinden böyle bir ordu çıkaran bir millete dayanan devletimiz ebediyen yaşayacaktır ve yaşamak hakkıdır.”