Bulantı var mı içinizde, bulantı?

Ekonominin denetimini McKinsey şirketine bırakmaları bana çok normal geldi. Şaşırmadım. Malını pazarlayan kişi gâvurların “pimp” tabir ettikleri türden becerikli aracılar bularak cebini doldurmaya çalışır. Zora girdiği için varlıklarını satılığa çıkaran bir anonim şirket, piyasada itibar kazanarak zengin müşteriler edinmek için elbette yabancı danışmanlarla çalışacak, onlara ofisler açacak, vardığı hedefleri ve sonuçları “her çeyrekte” kontrol ettirecektir.
Son zamanlarda keşke şu Mondros mütareke şartlarını ve Sevr hükümlerini kabul etseydik, bağımsızlık ve millî egemenlik işlerine hiç girmeseydik diye düşünmeye başladım. En azından makul bir sebep vardı: savaşı kaybetmiştik. O zaman müstevlinin siyasî emellerine tabi olsaydık, yine arabalarınız, evleriniz, sayfiyeleriniz, borçlanarak ıvır zıvır edinme imkânınız olurdu. Şahane hayatınızı yine yaşardınız. En azından hacalete (hüsranlı bir utanca) düşmez, rezil kepaze olmazdık.
Her şeyi hızla satıp savalım. Halkımızın çok sevdiği o şarkıdaki gibi, “Batsın bu dünya, bitsin bu rüya.” Çöl ikliminden kaçarak ormanlık deniz kıyısında serinlemek isteyen Araplara Karadeniz kıyılarını satalım. Sayın Kalın’ın dediği gibi, “Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.” Paranın geldiği yere düşmanlık mı olur?
Fabrikalarımızın anahtarlarını Almanlara teslim edelim, onlar teknoloji harikalarıyla güzelce üretirler. Kanal İstanbul’u Çinliler yapacakmış. Çok güzel! Çinlilere Çandarlı Limanı’nı vermeyi unutmayalım, Pire limanıyla kardeş olurlar. Trabzon limanını Ruslara verelim, Kafkaslara ve Batı Asya içlerine yönelik Rus stratejik şeysine çok uygun düşer, iyi de para verirler. Sayın Reis “Fırat’ın doğusunda Rusya’yla operasyon olmaz diye bir şey yok,” dedi. Elbette, niye olmasın! İdlib’deki vahşi şeriatçıları CIA’yla birlikte görünmez hâle getirirken, belki bir kısmını çaktırmadan Asya’nın içlerine naklederken, Rusya bizim sınırlarımızı korusun. Ne güzel dünya! Her şey mümkün.
Türk Ordusu’nu da ihmal etmeyelim. Genelkurmay’a bir yabancı danışmanlık ve işletme ofisi açalım. Black Water gibi bir şirket olabilir mesela. Kozmik odaya yerleşirler. Ordumuzu “reorganize/modernize/optimize” eder, bize nasıl savaşacağımızı öğretir, askerlerimizin her hareketini “her çeyrekte” denetleyip onları hizaya sokarlar. Millî değil, çevik ve demokratik bir ordumuz olur. İncirlik Üssü’nün yarısını Amerikalılara, yarısını Ruslara verelim. Birlikte işletsinler! Yurt savunmasında S-400’ler karadan, F-35’ler havadan...
Devletin her alanında her çeyrekte kendimizi kontrol ettirirken “demokratik reformlar”ı yeniden başlatalım. PKK’ye silah bırakma karşılığında güneydoğumuzda “demokratik özerklik” verelim mesela. FETÖ’cüler çok bunaldılar, onları yavaş yavaş tahliye edelim (bence McKinsey onları seviyor!). Batı âlemi bu “demokratik” atılımları sıcak parayla ödüllendirecektir. Vin-Vin yaparız!
Size bir şey söyleyeyim: Bence Cumhuriyet’in en büyük hatası yeterince sert, disiplinli ve planlı davranmamış olmasıdır. Yakın geçmişte bir devlet aklı var mıydı? Bundan emin değilim. Var olan bir şeyi bu kadar kolay kaybetmiş olamayız. Çok partili hayata da erken geçtik galiba. Neyse artık... Ne demişti Sayın Damat: “Cumhurbaşkanımız ‘Aya dört şeritli yok yapacağız’ dese inanacak bir seçmenimiz var.” Bu utanç hepimize yeter. Bizim sorunumuz ciddiyetle, sahicilikle ilgili. Rejim değişirken, Anayasa ilga edilirken ince ince ne güzel analizler yazdık. İnsan hayret ediyor...
Üç vakte kadar göklerden gelen bir ses ve karar, kitlesel bir muhalefet hareketi bekliyorum. Aksi taktirde, bisiklet yolları olan, pipo tütününün ulaşılabilir ve ucuz olduğu bir ülkeye göç edeceğim (herkesin göç sebebi kendine!). Ayrıca, kendi ülkem dahil her yer yabancı olunca ne fark edecek? Arkamdan beni vatansızlıkla suçlayan birileri olursa eğer, onlara söyleyecek birkaç çift sözüm olacak!
Bu yazdıklarım içimden koptu. Sizin içiniz nasıl? Bulantı var mı, bulantı?