Büyükada’dan aşk hikâyeleri (2)
Büyükada’da yaşayan, adını veremeyeceğim oldukça tanınmış bir ressamımızın aşk hikâyesini, kendi anlatımıyla aynen aktarıyorum sizlere:
Büyükada’da Aya Dimitri Kilisesi’nde resim sergim vardı. Yaz sıcakları nedeniyle, sergimiz gece yarılarına kadar açıktı. Son derece karizmatik bir adam, her gün akşamları aynı saatte gelip, resimlerimi inceliyordu uzun uzun... Bir akşam merakımı yenemeyip yanına gittim ve başladık konuşmaya. Resim kültürü oldukça gelişmiş bir adamdı. Resimlerime yaptığı yorumlardan çok etkilenmiştim, sanki içimdekileri okumuştu. Son geldiğinde saat 23.00’e yaklaşıyordu. Doğrudan yanıma yaklaştı ve “Benimle sahilde bir kadeh şarap içer misiniz?” diye sordu aniden. Şaşırmıştım, hemen “Hayır” dedim. Çünkü asla yapmadığım bir şeydi bu. Sevgi bağım olmasa da evli bir kadındım, özel hayatıma çok dikkat ediyordum. “Sahilde sadece yarım saat, rica ediyorum” dedi. İşte o an, nasıl oldu bilmiyorum, ani bir kararla “Peki tamam” deyiverdim. Kiliseden çıkıp, yoldan bir şişe şarap ve iki bardak aldık. Sonra sahile inip, büyük bir kayanın üstüne oturarak sohbete başladık.
Bir Ağustos gecesiydi; ortalık sessizdi, muhteşem bir gökyüzü, pırıldayan yıldızlar ve aralarında düğün gecesindeki gelin gibi süzülen dolunay vardı... Bana kendini, hayallerini, sanat sevgisini anlattı. Ben de hayatımı özetledim ona. Bu arada iki bardak şarap içmiştim. Ama bu adam öyle derin bakıyor, öyle bir ses tonuyla konuşuyordu ki, başım dönüyor, adeta bulutlarda dolaşıyordum onu dinlerken... Nasıl oldu bilmiyorum, birden kendimi onun kollarında buldum, çılgınlar gibi öpüşüyorduk... Sanki güneş parlıyordu gökyüzünde! Gece yarısı güneşin işi neydi yıldızların arasında? Ama öpüşürken ben onu görüyordum, hatta onda eridiğimi hissediyordum. Çünkü yıllardır beklediğim güneşi, bu adam içimde doğurmuştu! Ona “Senin olmak istiyorum” diye fısıldadığımı anımsıyorum.
AŞKIN BÜYÜSÜ
Sonrasında kendimi onun kaldığı “Büyükada Princess Hotel”in lüks odasında buldum. İnanamıyordum; onu çılgınlar gibi öpüyor, kokluyor, okşuyordum. On sekiz yaşımdan bu yana ilk kez, tenime dokunduğunda beni titreten bir adamla sevişiyordum. Bunun her anını doya doya yaşamalıydım. Gece güneşim olan bu adam, yeraltındaki o mor karanlığımdan beni çekip çıkarmıştı... Sabah uyandığımda yatağın üzerinde onlarca kırmızı gül vardı. Bir de not;
“Çok üzgünüm, bir konferans için İzmir’e gitmem gerekiyor. İlk fırsatta arayacağım. Seni seviyorum.”
Ve sonrasında bir daha ayrılmadık. Ben kısa bir sürede, eskiden olduğu gibi müzik dinler, şarkı söyler olmuştum... Yer altında yaşarken unuttuğum en canlı renkleri tuvallerimde dans ettirebiliyor, spatulamı âşıkların diliyle konuşturabiliyordum! Muhteşem bir şeydi bu, tam bir dönüşümdü, kabuk değiştirmiş, adeta Anka kuşu gibi küllerimden yeniden doğmuştum. Onunla olmak artık vazgeçilmezimdi, çünkü o benim güneşimdi!”
Sevgili okurlarım; bilesiniz ki bu gizli aşk halen devam ediyor. Haydi, rastgele tüm âşıklara!