Büyüttüğüm çocuk emin ellerde

Geçtiğimiz haftalarda yine aynı köşede, belirli bir disipline ve de ilkesel bir tavra sahip olmadıkları için nitelikleri ve de nicelikleri hakkında pek fazla bilgimiz olmadığı özel koleksiyonlarla bunları toplayan koleksiyoncularla ilgili bir yazı yazmıştık. Okuyamayanlar için özetlersek, bu yazıda; sergilenmediği ve de paylaşılmadığı için “yitik” olarak tanımlanacak bu koleksiyonların ne toplayana ne de yarınlara ilişkin bir işlev ve faydasından söz etmenin mümkün olmayacağından söz etmiştik. Gerçekten de bu sınıflamayla giren nice koleksiyonlar, sergilenmeden, kitaplaşmadan, kısacası paylaşılmadan, ya toplayanının yaşamıyla bir koşutluk göstererek yok olup gittiler, ya da mirasçıların doğal paylaşımları sonucu benzer akıbetin pençesinden kurtulamadılar.
Elbette ki özel koleksiyonlar adından da anlaşıldığı gibi kişisel koleksiyonlardır. Toplayanın canı ne isterse öyle yapar: İster atar, ister satar, ister saklar, isterse de kimselere göstermeden yalnızca kendisinin hoşnut kalacağı bir kullanımının, o tarif edilmez - bize göre bağışlanmaz- hazzını yaşar. Sonuçda “eserlerin sahibi o değil mi, ne yaparsa yapar” deyip geçersiniz
Ama her koleksiyon için “ ne yaparsa yapsın” deyip geçemezsiniz. Çünkü koleksiyonu yapılan eserler, yasalarla belirlenmiş koşullara uyuyorsa, onları öyle canınız istiyor diye ne atar ne de öyle gelişi-güzel satamazsınız. Bu tür elden çıkarmaların da bir disiplini, bir yasası bir kuralları vardır...
Bizim koleksiyoncularımız ise hem kurallara uyuyor, hem de onu öylesine sıkı bir şekilde koruyup saklıyor ki, inanın dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir koleksiyoncu, bizimkiler kadar koruyu ve saklayıcı olamıyor. Bizimkiler öylesine koyup saklıyor ki, inanın onu hiç kimse, ama hiç kimse ulaşamıyor, geremiyor, dokunamıyor...Dahası, onun varlığından bile haber olamıyor...
Sorun da tam burada başlıyor. Sergilenmediği için kataloğu ya da kitabı olmuyor. Toplayanın yalnızca, toplama ve de sahip olma iç güdüsüne yaslandığı için de kimselere gösterilmeden saklanıp, gözlerden ırak bir konuma dönüştürülüyor... Ya da maddi bir yatırım aracı olduğu için de, ne sahipleri ne de sonrasında mirasçıları tarafından müze, üniversite, vakıf gibi benzer kurumlara bağışlanma gibi bir sürecin içine sokulmuyor. Kısacası özet olarak, gelecek nesiller bu değerlerden, kendilerinin de bir bakıma pay sahibi olabilecekleri bu mirastan bi haber oluyor....
Ama her zaman-oldukça seyrek de olsa- bu hep böyle olmuyor. Topladığı eserlerin bilincinde olan kimileri, örnekleri az da olsa- bu eserleri paylaşmak şöyle dursun, tümüyle, daha yararlı olabileceğine inandığı kurumlara vererek, hem eserlerin ömrünü uzatıyor, hem de gelecek nesillerin bu paylaşımdan yararlanmalarına olanak sağlıyor.
Geçtiğimiz günlerde İş adamı Jeff Hakko, yıllardır büyük bir titizlikle topladığı dalış malzemeleri koleksiyonunu Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağışladı. Koleksiyon şimdilerde İstanbul Deniz Komutanlığı’nda sergileniyor.
Bağışlama sonucu “Büyüttüğüm çocuk emin ellerde” diyen Jeff Hakko, bağışlama nedenini de şöyle anlatıyor: Koleksiyonuyla ilgili ayrıca şunları da söylüyor: Koleksiyonumda büyük bir tarihi geçmişe sahip askeri ve sivil dalış malzemeleri bulunuyor. Bir koleksiyonerin en büyük kabuslarından biri, benden sonra ne olacağı korkusudur. Bu konuya ailemden kimse ilgi göstermeyince ben de kendime bu soruyu sordum. Satılması, anlamını yetirmesine neden olur. Burada 28 yıldır büyüttüğüm bir çocuk var. Nasıl satabilirim? Manevi değeri, maddi değerinden çok daha fazla. Gidebileceği en iyi adres olan Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, bu çocuğun değerini bilecek ve gelecek kuşaklara aktaracaktır...”
Sayın Jeff Hakko, benim iki köşe yazısıyla anlatmaya çalıştığımı bir cümlede özetleyivermiş. Ne bir kelime eksik, ne de bir kelime fazla...
Gerçekten de J. Hakko’nun büyüttüğü çocuk, emin ellerde... Sanırım bu çocukla birlikte, bu koleksiyonu bağışlayanın adı da onunla birlikte büyüyecek, bir çok koleksiyoncuya örnek olacak, dahası bu koleksiyon hep onun adıyla anılacaktır...