Çağdaş Sanatın Neoliberal Küreselleşmeyle İmtihanı (3)

Aslında üç yazıdır bu köşede sürdürmüş olduğum dizi yazıda söylenmesi gereken sözün özünü Galatasaray'ın efsane futbolcularından Yugoslavya asıllı Cevad Prekazi - “kral çıplak!” dercesine - söylemiş: “Her yerde bir 'Amerikanizm' var. Buna bir de demokrasi diyorlar.”

Biraz abartılı gibi dursa da bana kalırsa aydınlanma devrimi sürecinin bildik düşünce sanat kültür kavramının önüne -özellikle de 1940'lı yıllardan sonra- bir “neo” ya da “post” eki konulmuşsa oraya iri bir soru işareti konulması gerekiyor kanısındayım.
Çünkü Prekazi'nin de dediği gibi gerçekten de sadece silahlı işgal alanları değil her türlü düşünsel, felsefi, kuramsal, kültürel alanlarda “Her yerde bir 'Amerikanizm' var. Buna bir de (sözüm ona) felsefi düşünce ya da kuram diyorlar.”
Dikkat ettiyseniz Prekazi”nin cümlesindeki yalnızca“demokrasi” sözcüğünü çıkarıp yerine “felsefe düşünce ya da kuram” ifadesini koydum. Siz oradaki ifade yerine benzer anlama gelebileceğini düşündüğünüz başka kavramlardan birini de koyabilirsiniz ki sonuç değişmez. Fakat işte o zaman aslında ne demeye çalıştığımı da, o kavramları dönüştürüp manipüle etmenin asıl amacının ve bunun niye ve nasıl yapıldığını da çok daha iyi anlarsınız.

Hangi alana ait ve hangi kavram olursa olsun buradaki anahtar ve belirleyici merkez kavram “liberalizm” kavramıdır ve o da zaten Avrupa modernizmi döneminden (Aydınlanma Çağı) alınıp bizzat kendisine karşı kullanılmak planıyla önüne “neo” sözcüğü konularak neoliberalizm (yeni liberalizm) olarak düzenlenmiş alabildiğine plastik (yapma) bir sonuçtur çünkü.
İkinci Dünya Savaşı'nın arkasından devreye sokulan “Kültürel Soğuk Savaş”ın psikolojik savaş taktikleriyle -özellikle de yeni Fransız düşünürleri kaynaklı- bir çok olanaklı modern dönem felsefi, kültürel kavramın önüne “neo” ya da “post” kavramı konularak Avrupa modernizminin tıkandığını, artık postmodern bir dönem başladığını ileri sürmeleri ve böylece söz konusu ideolojik kültürel alanları yeniden düzenleyerek o alanları kontrol altına almaları o yüzden değil miydi hatırlayalım.

Bu bağlamdan bakıldığında, Liberalizm - Neoliberalizm, Modern - Postmodern, Kapitalizm - Postkapitalizm, Marksizm - PostMarksizm, Hümanizm - Posthümanizm, Ekspresyonizm - Neoekspresyonizm, Avangard - Postavangard, Realizm - Neorealism vb. daha bir çok kullanışlı kavramın nasıl şaibeli bir hale geldiği ve getirildiği görülecektir.

ÇAĞDAŞLAŞMA MI NEOLİBERAL KÜRESELLEŞME Mİ?

İlk önce şunu adını doğru koymamız gerekiyor. Liberalizm kavramı Avrupa modernleşmesi sürecine ait (Aydınlanma Çağı) bir kavram. Neoliberalizm kavramı ise bizzat kendisinin örgütlü eliyle manipüle edilerek dönüştürülmüş birçok kavramda olduğu gibi doğrudan kendisi de kurgulanmış manipüle Postmodern kavramının siyasi ideolojik merkez direktörlüğü esas olarak ABD ve onun kültürel CIA'sı aslında. Zaten kavramın önündeki “neo” kavramı da oradan geliyor. Bir tür Amerikanlaştırılmış Empresyonizm ya da Ekspresyonizm vb.

Elbette eski kavramların yeni biçimleri ve buna uygun yeni kavramları olabilir. Ne var ki burada yapılan bir devlet planlamasından başka bir şey değil ve alan dışı bir manipülasyon sonuçta.
Hatırlayalım Liberalizm kavramı, ilk olarak 18. Yüzyıldan itibaren devlet örgütüne karşı esas olarak birey hakları merkezinde eşitlik, kardeşlik, özgürlük, laiklik, demokrasi, insan hakları, düşünce, ifade, hukuk, inanç, ticaret yapma, mülkiyet edinme ve siyaset yapma vb. içeriklerle “liber” sözcüğünden hareketle üretilmiştir. Kavramın önüne “neo” eki konularak Neoliberalizme dönüştürülmesi ise Avrupa'nın yerine Amerika'nın konulması amacıyla yapılmıştır. Böylece liberalizmin aksine devlet örgütüne karşı uluslar üstü yeni bir küresel devlete (emperyalizm) angaje durum kavramı üretilmiştir.

Eğer bilimsel ve felsefi gerçekliği, olgular ya da zihinsel olağan evrimleşmeler üzerinden değil de salt tasarlanarak saptırılmış tarihsel sözde kategoriler üzerinden değerlendirmeye çalışan kaba ve şematik bir bakış açısıyla hareket ederseniz ya da onların körler - sağırlar rehberliğinde ilerlerseniz ister istemez geleceğiniz yer de ancak böylesi kurgusal bir küresel devlet gücü olacaktır. Yani ulus devlet yerine “süper güç” diye tanımlanan süper bir imparatorluk. Fakat gerçeklik de tarih de öyle sen “bitti” ya da “başladı” demekle başlayıp bitmez çünkü. Öyle olduğu için de ne “modernlik” biter ne de “postmodern” başlar. Başladıysa da öyle “artık çöpe atıldı” demekle de atılmış olmaz.

Peki ne olur derseniz o da şudur aslında: 1950'li yıllardan başlayıp adım adım ilerleyip özellikle de 1990'lı yıllarla birlikte neredeyse bütün düşünsel ve yapma alanlarını (düşünce sanat kültür) kullanışlı bir enstrümana dönüştürürsünüz ki işte o sıraladığımız “neo” lu “post”lu kavramları sizler de olumlu ya da olumsuz ciddi ciddi kullanmaya başlarsınız ki ideolojik savaş dediğiniz şey tam da budur işte!

İşte o zaman da düşüncenin sanatın kültürün toplumsal alt yapısını bozarak söz konusu alanlar küresel medya para ve küratörler eliyle doğrudan “Ye iç tüket!” yozluğunun içine sokulur ki son otuz yıllık birikim bunun tipik örnekleriyle doludur. Bienaller de, sözde yenilik sergileri de, sanatçı atölyeleri vb. ister istemez bunun yarı çöp yığıntılarıyla dolup taşar ve siz de bunları yeni bir çağdaş sanat anlayışı ya da gelişmesi olarak algılar hale gelip siz de oraya dahil olursunuz.

Ne yazık ki çağdaş sanat “güncel sanat” kavramı altında yaklaşık son 30 yıldır esas olarak böyle böyle uluslararası neoliberal küreselleşmenin enstrümanı olarak kullanılmaya çalışılıyor.

Çağdaş sanatın ve çağdaşlaşmanın önündeki temel soru şu aslında: küreselleşme mi çağdaşlaşma mı? Çağdaşlaşmanın önümüzdeki yeni süreçte cevap bekleyen en temel sorusu bu aslında?