Çağdaş Sanatlar Müzesi Meseli
Dört beş gece önce Süleyman Saim Tekcan hocamdan bana birkaç WhatsApp mesajı geldi.
Bir an evvel İstanbul’da bir Çağdaş Sanatlar Müzesi kurmamı istiyordu benden. Şaşırdım; sanırım yanlış adrese gelmiş mesajlardı bunlar. Arayıp uyardım kendisini, tahmin etmiş olduğum gibi çıktı. Meğerse mesaj Kahraman Ekrem’e değil, İmamoğlu Ekrem’e imiş. Konuştuk biraz ve gülüştük karşılıklı. Dedi ki sonra da: var bunda bir hayır mademki mesajlar sana da geldi senin görevin de yazmak bu durumu. Hiç kırar mıyım hocamı onun toplumsal talimatıyla yazıyorum bu yazıyı.
Bilenler bilecektir: Süleyman hocam, Türkiye’nin tanınmış, saygıdeğer bir sanatçısı olmasının yanı sıra aynı zamanda birçok sanatçı ve sanat eğitimcisi de yetiştirmiş yetkin bir sanat eğitimcisi. Dahası, İstanbul’un Anadolu yakasında kendi kişisel olanaklarıyla kurup yaşatmaya gayret ettiği dünyanın önde gelen çağdaş özgün baskı resim müzelerinden IMOGA İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi’nin de kurucusu ve sahibi. Benim açımdan en önemlisi ve gurur verici olanı ise kendisinin benim çok değerli bir dostum ve hocam olması...
Konuyla azıcık ilgilenenler ve içinde olanlar yakından bilecektir: bir ulus devlet olarak şimdiye kadar çoktan kurulmuş olması gereken başlıktaki isimde böyle bir çağdaş devlet ya da kamu kurum müzesi henüz Türkiye’de bulunmuyor ne yazık ki?
Neredeyse 250 yıldır “iki ileri bir geri”, “bir ileri iki geri” modernleşmeye, çağdaşlaşmaya çalışan, bunun için bir milli kurtuluş savaşı dahi vermek zorunda kalmış ve bu yolda ağır bedeller ödemiş bir ulusun olmazsa olmazı böyle bir Çağdaş Sanatlar Müzesi nasıl olmaz ki?
Elbette özel sektörde yer alan özellikle de ailelere dayanan bazı müzesel niyetler, o yönde benzer kurumlaşmalar, yeni yeni çağdaş sanat müzesi girişimleri var ve sürüyor onca yıllardır. Fakat ne var ki söz konusu bu kurumlaşmalar ve girişimler her anlamda bir aile koleksiyonu özelliğini aşıp da henüz dünya çapında dikkat çekecek içerikte ve yapıda değiller ne yazık ki?
Nasıl olsun ki bu durumda? Hele, siyasi ya da düşünsel, ideolojik alanlarda dahi henüz “klasik”, “modern”, “postmodern” “çağdaş”, “güncel” vb. oldukça manipüle edilmiş kavramların bile yeterince ve derinlemesine yaratıcı bir biçimde tartışılamadığı düşünüldüğünde sanat ve kültür alanlarındaki her türden oluşturmanın hamlığı, absürdlüğü herhalde kolaylıkla fak edilecektir?
Öyle ya can havliyle savaşarak ve büyük bedeller ödeyerek neredeyse çeyrek asırdır modernleşmeye (aydınlanma), imparatorluktan cumhuriyete yeni bir ulus devlete geçmeye çalışan Türkiye’nin bu çabasının en kültürel yeni çağdaşlaşma formları olan sanat yapıtları nasıl ve hangi kriterlere göre değerlendirilecek de ulus ve kültür olarak tarihteki yerlerine oturtulacak dersiniz?
Yanlış anlaşılmak istemem: kuşkusuz ki yine de söz konusu bu aile koleksiyonlarının önemi ve değeri bugün de gelecekte de Türkiye çağdaş sanatının en değerli çağdaş sanat ve kültür varlıkları olacağı önünde sonunda fazlasıyla anlaşılacaktır göreceksiniz.
Bana kalırsa Ankara, İzmir ve İstanbul’da kurulu fakat talana açık ve sefil haldeki Resim ve Heykel Müzeleri bir yana konulursa, Türkiye’nin ilk ve en eski özel çağdaş sanat müzesi (Selçuk Yaşar adına) İzmir’de biraz da DYO Resim Yarışmaları’yla edinilmiş aile koleksiyonuyla oluşturularak kurulmuş olan Yaşar (Selçuk Yaşar) Eğitim ve Kültür Vakfı Resim Müzesi’dir.
Bu bağlamda İstanbul Modern de, bazı üniversiteler bünyesinde yer alan aydınlanmacı hayalperest ütopyacı kimliklerin kendi çabalarıyla ve başvurulan sanatçıların bağışlarıyla üniversite kampüslerinde kurulan (Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi, Ankara’da Hacettepe Üniversitesi, Erzurum’da Atatürk Üniversitesi, Konya’da Selçuk Üniversitesi vd.) çağdaş sanat müzesi adı altında açılmış iyi niyetli koleksiyon müzeleri de (İstanbul’da kurulu Sakıp Sabancı Müzesi,VKV (Vehbi Koç Vakfı) Çağdaş Sanat Müzesi, Ankara’da Müze Evliyagil, Eskişehir’de iş adamı Erol Tabanca tarafından Odunpazarı semtinde açıldı / açılacak olan OMM Odunpazarı Modern Müze, Balıkesir’deki Devrim Erbil Müzesi vd.), sergileri de daha sonralarıdır bildiğim kadarıyla?
Böyle bir çağdaş sanat müzesi talebi daha cumhuriyetin kuruluşundan beri yani neredeyse yüz yıldır aynı gerekçelerle ve heyecanla dillendirilip duruluyor. Fakat iktidara hangi siyasi parti gelmiş olursa olsun bu büyük tarihsel istek öyle ya da böyle bir biçimde yerine getirilmedi bir türlü. Sağı da solu da cumhuriyetçisi de cumhuriyetsizi de basiretsiz çıktı geleceğin karşısında ne yazık ki?
Bakalım ve görelim hele, Karadenizli Süleyman hocam başta olmak üzere çağdaş sanat çevrelerinin yıllardan beridir devletten ve yerel yönetimlerden bekledikleri İstanbul’da böyle büyük bir Çağdaş Sanatlar Müzesi açılması isteği Karadenizli İmamoğlu tarafından mı gerçekleştirilecek yoksa bir kez daha bu istek yine düyuna mı kalacak hep birlikte göreceğiz?
Çocukluğumda bizim köyde bir hikaye / mesel anlatılırdı ve bu bana çocuk aklımla bile oldukça trajik gelirdi: bir gün bir köyde bir köylünün gütmesi için çobana teslim ettiği ineği akşam eve gelmemiş. Durumu fark eden çoban da ineğin sahibi köylü de karanlık çökmeden o akşam sağa sola bakmışlar telaşla fakat inek yok ortalıkta. Adamcağız ne yapacak, o gece yatıp uyumuş. Ertesi gün başlamış ineğini yeniden aramaya.
Çobanın sığırları güttüğü yerlere gitmiş, aramış; çevredeki dağlara, vadilere, otlaklara vb. her yere bakmış ineği yine yok. Ertesin gün yine aynı. Ertesi gün yine aynı: fakat inek yok ortalıkta. Fakat kahvede oturup onun umutlu arayışını hayranlıkla izleyen köylüler birkaç gün sonra dayanamayıp sormuşlar kendisine: “Böyle bir durumda nasıl da umutlu kalabiliyorsun hala?” Adam da aynı rahatlıkla demiş ki onlara: “Bir umudum daha kaldı; hele bir de şu uzaktaki dağın arkasına bakayım da eğer orada da yoksa bakın siz benim zırıltıma!”
Kıssadan hisse işte! Daha ne diyeyim? Allah sabır selamet ihsan etsin Süleyman Saim hocam! Kolay gelsin!