Çağdaş Sanatlar Müzesi Meseli (2)

Bir önceki yazımda Çağdaş Sanatlar Müzesinden söz etmiştim.

Gerekçesi sanatçı, sanat eğitimcisi sevgili hocam Süleyman Saim Tekcan’dan yanlışlıkla bana gelen bir WhatsApp mesajıydı. Bu yazının gerekçesi ise söz konusu yazımı okuyup da yine sanatçı, sanat eğitimcisi sevgili dostum Aydın Ayan’dan gelen bir uyarı telefonu. Ayan da yazımı okumuş, fakat müze isimleri arasında unuttuğumu düşündüğü bir iki müze ismini hatırlattı bana: "Yazın çok yerinde ve tam zamanında değerli bir yazı.

Fakat müzeleri ya eksik yazmışsın ya da bazılarını unutmuşsun anladığım. Mesela, Karadenizlinin kentlisini yazmışsın da ‘dağlısı’nı (Hüsamettin Koçan) ve ‘ormanlı’sını (Mustafa Ayaz) yazmamışsın! Onların da müzeleri var biliyorsun.

Uyarayım dedim hani..." Sevgili Ayan haklı sonuna kadar. Uyarısı için de buradan kendisine teşekkür ediyorum. İşin daha da tuhafı, hatırlatmış olduğu iki müzenin kurucuları da çok yakından tanıdığım dostlarıma ait olmasının yanı sıra söz konusu çabaları ve girdikleri kahramanca riskleri gözardı edilemeyecek, unutulamayacak kadar saygıdeğer olması nedeniyle çok çok da ayıp geldi bana.

Kaldı ki "yiğidin hakkı yiğide değil mi" sonuçta? İşte bu ikinci önceden düşünülmemiş sürpriz yazı da o hatırlatma üzerine kurulu olarak yazıldı doğal olarak ve kanımca hem iyi, hem de bir eksikliği gidermiş oldu doğrusu. Sevgili arkadaşım Hüsamettin Koçan’ın memleketi Bayburt’ta, doğmuş olduğu eski adıyla Baksı, bugünkü adıyla Bayraktar köyünde kurduğu Baksı Müzesi, çağdaş sanatlar ile geleneksel el sanatlarını aynı kurum çatısı altında yan yana ve iç içe sunan bir müze olup içerisinde sergi salonları, depo müze, atölyeler, konferans salonu, kütüphane ve konukevi ile 40 dönümlük bir arazi üzerine kurulu.

Bu yönüyle söz konusu bu müze esas olarak bir sanatçı müzesi olmayıp bir tür Anadolu’ya açılmış çağdaş ve geleneksel bölgesel kültürel oldukça farklı ve yeni bir bakış açısıyla kurulmuş bir müze olmasının yanı sıra, çağdaş sanat tanımlamasına en yakın müze konumunda. Müzeye bu özelliği nedeniyle de, 2014 Yılında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından "Avrupa Konseyi Müze Ödülü" de verildi, duymuşsunuzdur.

Yazıda adını ve varlığını unutmuş olduğum ikinci müze ise Ankara’nın Çankaya semtinde ressam/sanatçı dostumuz Mustafa Ayaz tarafından içerisinde hocası Adnan Turani’nin çalışmalarından bazılarının da yer aldığı Mustafa Ayaz Müzesi ve Kültür Merkezi’dir. Bu müze ise dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde de bulunan sanatçı müzelerinin kapasitesinin üzerinde bir sanatçı müzesidir ve iyi bir örnektir aslında.

Kendi yazımı okuduktan sonra kendi hatırladığım bir başka sanatçı müzesi ise İstanbul’da Beyoğlu’nda kurulu Burhan Doğançay Müzesi’dir. Müze içerisinde rahmetli Doğançay’ın babası Adil Doğalçay’ın eserlerinin de bulunduğu bir bölümün yer aldığı müze de yine bir sanatçı müzesi olarak kurulmuştur daha başından itibaren.

Unutmadan, burada adlarını zikretmek istediğim iki ressam/sanatçı isme ait iki müze daha var: ilki Bodrum’da kurulu Ender Güzey Müzesi /ARThill, ikincisi ise yine Ankara’da Şefik Bursalı’nın oturmuş olduğu evde oluşturulmuş Şefik Bursalı Müzesi.

İŞİN TRAJİK YANI ŞU Kİ:

Siyasi ve özellikle de bir uygarlık / çağdaşlık timsali olarak sözüm ona özenilen, örnek gösterilen bazı ülkeler, çağdaş sanat müzeleri kurup kendi sanatçılarını teşvik edip sanat yapmalarını planlı programlı isterlerken Türkiye’de ise harıl harıl sanat yapan sanatçılarımız ise neredeyse yıllarca devlet müze kursun diye devlete yalvarıp duruyorlar ama yalvardıkları siyasi erklerde, iktidarlarda tık yok ne yazık ki? Trajik bir durumdur bu ve değil bu büyük kültürel kayıtsızlığı kabul etmek bile suç ortaklığı yapar insanı.

Bazı ülkelerin coğrafyaları, bazılarının verimli mümbit toprakları, bazılarının kadim tarihleri, elverişli iklimleri, bazılarının ise olanakları geniş ve zorunlu zengin kültürleri vardır. Bazıları ise bu büyük varlıkları olanaklardan sadece birine ikisine değil ya hepsine birden ya da bunlardan bir çoğuna sahiptirler.

Bazı ülkelerin sarp dağları, yüksek yaylaları, doğal akar suları, gölleri, ormanları, bazılarının ise sonsuz çölleri, verimsiz geniş bozkırları, çorak toprakları, derin bataklıkları vb. vardır. Bazı ülkelerin ise bunlara ek olarak kadim tarihleri, üst üste oturan sanat ve kültür birikimleri katmanları, bunları bir araya getirip toplumlarına gururla sundukları yerleşik geleneksel, modern ve çağdaş sanat müzeleri, bilinçli yeterli bütçeleri, uzman kadrolarla beslenmiş kültür kurumları, yetişmiş sanat ve kültür insanları vardır.

Uzatmayayım, bazıları ise bu bağlamlardan bakıldığından neredeyse çöl gibidirler hala. Sadece sanat ve kütürde değil aslında bilim ve teknolojide de durum değişmiyor pek. Hadi ben bir şey demeyeyim; varın siz Türkiye’yi nereye oturtacaksanız kendiniz karar verin. İşin trajik yanı ise Türkiye’de yine de onca sanat, çağdaş sanat ya da sanatçı müzeleri kurulmuş olsa da Türkiye’nin devlet olarak henüz olması gereken ve ülkenin ve ulusun hakkettiği kapasitelere ve vizyona sahip kalıcı önemde bir çağdaş sanatlar müzesi olmadığı gibi muhalefet de dahil devletin halen belirmiş böyle bir niyeti, planlaması, kültürel bir çabası yok ne yazık ki?

Üstelik bu yokluk sadece siyasi iktidarlarda değil aynı zamanda ne bildik muhalefet partilerinde, ne de sözde sol iktidar adaylarında dahi neredeyse yok hükmünde ne yazık ki?

Daha ne diyeyim ki: ah iki ah, vah ki vah