Cahit Kayra’nın ‘Sevr Dosyası’-(TAMAMI)

Cahit Kayra (1919) bu ülkenin en ilginç insanlarından biridir. Meslekten maliyecidir. Pek belli etmez ama Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (1974) bile yapmıştır. Kırka yakın mesleki, bilimsel ve edebî yapıtı vardır.

“Sevr Dosyası” (Tarihçi Kitabevi) adlı kitabında kendisi anlatıyor (S.18): 1966 yılında Paris’te OECD’deki Türk Heyetinin başında görevliyken ve görevi gereği Türkiye’nin borçlanmasıyla ilgili çalışmalar, hazırlıklar yaparken, (ve durup durmazken) aklına Sèvres Antlaşması geliyor. Adı geçen antlaşmanın metnini alması için sekreterini Fransız Devlet Yayınevi’ne gönderiyor.

Sèvres ve Türkler

“Büyük boyutlu 161 sayfalı 433 maddelik Antlaşma’yı görüp biraz karıştırdıktan sonra pek çok soru ile karşı karşıya kaldığımı duyumsadım. Bunlardan beş altı tane daha alıp Ankara’da tanıdıklarıma göndermeyi düşündüm” diye yazıyor Cahit Kayra. (S.20) Sonra ekliyor:

“Sevr Antlaşması Türk kamuoyunda, hatta aydınlar arasında ne kadar biliniyor? Bu sorunun yanıtının çok olumlu olduğunu sanmıyorum. Sevr, Türk kamuoyuna göre adeta kapanmış bir dosya gibidir. Oysa Sevr kapanmış bir dosya gibi görünmüyor. Bu Antlaşma’nın birçok hükümleri zamanında uygulanmış ve 19. yüzyılın uluslararası politikalarına yön vermiştir. Özellikle Ortadoğu’nun bugünkü tehlikelerle dolu coğrafyasını bu Antlaşma belirlemiştir.” (S.21)

Cahit Kayra, Sèvres Antlaşması metnini eline aldığında 47 yaşında bir aydın ve çok önemli bir devlet memurudur. Bildiğim kadarıyla “Sevr Antlaşması’nın Tam Metni” (İbrahim Sadi Öztürk, Fark Yayınları) Türkçe olarak 2007 yılında yayınlandı.

Cahit Kayra, antlaşma metnine söyle bir bakınca, biraz daha şaşırıyor: “Bu bir antlaşmadan çok bir dokrin külliyatı idi. İçinde yok yok...”(s.303)

Evet, içinde yok yok...

Sèvres’ten sana ne

Cahit Kayra yönetimindeki OECD’deki Türk Heyeti ayda iki kez Cumartesi günleri, çeşitli konularda küçük sempozyumlar yapıyormuş. Toplantılar giderek çekici olmaya başlamış. Paris’teki kuruluşlarda, Elçilik’te ve Konsolosluk’ta çalışan Türkler de toplantılara katılmaya başlamışlar.

Cahit Bey’i şeytan dürtmüş, Sèvres dosyasını Heyet’te görevli ve o sıralarda yazarlığını uyutmakta olan Erhan Bener’e vermiş ve gelecek Cumartesi toplantısında antlaşmayı anlatmasını rica etmiş. Toplantıya heyet mensupları dışında, askerden, Hariciye’den, Birleşmiş Milletler’den (Unesco) ve Paris’te lisansüstü öğrenim yapan gençlerden gelenler çok ilgilenmişler. (Haberim olsaydı, mahallem Montparnasse’ın dışına çıkıp ben de dinlemeye giderdim.) Çöpe atılmış mı atılmamış mı, ne ise Sevr Antlaşması hakkında bilgi edinmişler.

Ama OECD Türk Heyeti Başkanı Cahit Kayra’ya Ankara’dan sıkı bir zılgıt gelmiş:

“Biz seni oraya para bulmaya gönderdik. Sevr’le uğraşmanın âlemi yok. Ayağını denk al!”

Devir Süleyman Demirel dönemi, ayağını almazsa görür gününü Cahit Kayra. Ben şahsen görmüşümdür!

Cahit Kayra, “Altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu Sevr’de sona ermişti. Bu Antlaşma etrafında iki güç savaşmıştır: Yabancıların ve onlarla işbirliği yapan yerli, bilinçsiz aymazların ve din yobazlarının temsil ettiği bencillik ve açgözlülük ile Mustafa Kemal ve arkadaşlarının temsil ettiği özveri ve erdem...” diyor.

Sèvres devam ediyor

* Cahit Kayra dostum, 10 Ağustos 2012 tarihli yazımı okumuş ise Sèvres’in Türk ulusunun hayrına olduğunu yazdığımı okumuştur. Sèvres Antlaşması, sırtlanların başına çöktüğü leşi bir mutasyonla diri bir gence dönüştürmüştür. 10 Ağustos 1920 tarihi hem Osmanlı’nın sonu olduğu kadar Cumhuriyetin temellerinin atıldığı gündür. Şimdi kimi kara ağızlı zevat benim Sèvres Antlaşmasını övdüğümü ileri sürecektir. Hayır ben, bu antlaşmanın yarattığı fırsatı işaret ediyor ve bu fırsatı kullanmayı beceren kurucu kadroyu kutsuyorum. Bu antlaşma aynı aynı zamanda hem Llloyd George, hem de lideri olduğu Liberal Parti’nin bir daha iktidara gelmemek üzere İngiltere siyaset sahnesinden silinmesinin başlangıcıdır. İşlem 12 Ekim 1922 günü tamamlandı.

Kadın şeytandır

Cahit Kayra’nın kitabının 180. sayfasında yer alan “Hortlayan Bir Osmanlı Geleneği: Kadınlara Baskı” bölümü de Osmanlı toplumunun Sèvres dönemi ruh ve zihniyetinin günümüzde devam ettiğini göstermektedir.

Kadın, İslam toplumlarında her belanın, her salgın hastalığın, her savaş bozgununun, nesnel maddi koşulların ürünü olarak ortaya çıkan çürüme ve çöküşün nedeni olarak gösterilmiştir.

Osmanlı toplumunda bir kadın ne kadar açık-saçık giyinebilir ki Birinci Dünya Savaşı bozgununu, Sèvres’e bağlı toprak kayıplarını ve Anadolu’nun işgalini kadınların kıyafetine, gezmeye gitmesine bağlarsınız, a budala sürüsü?

Başta İngilizler olmak üzere işgalcilerle işbirliği yapan, vatana ihanet eden Padişah Mehmet Vahdettin ile Damat Ferit Paşa, 21 Haziran 1922 günü, İSLAM KADINLARI’nın Şer’i Şerife uygun olarak nasıl giyinmeleri gerektiği konusunda Halife ve Sultan’ın emirlerini yayınlamıştı. Günümüzün AKP iktidarı da her türlü başarısızlığa karşı Türk genç kızlarını imam-hatip medrese ve tekkelerine kapatmayı arzulamaktadır.

Ey AKP’ye oy veren kadınlar, ister türban takın, ister çarşaf giyin, AKP iktidarı dış politikası resmen iflas ettiği ve ekonomisi çatır çatır çöktüğü zaman bunun faturası laik tarzda giyinen kadınlarla birlikte sizlere de çıkartacaktır: Kalçalara oturan uzun etekler, kuaför hizmetleri, erkeklerle aynı mekanda çalışmalar, erkeklerle el sıkışmalar, kırmızı tabanlı ayakkabılar çoktan deftere yazılmıştır. Seksi iç çamaşırların sözünü bile etmiyorum.