Çalışmanın geleceği 2: İş yerindeki yabancılaşma

Çalışmanın geleceğiyle ilgili ikinci makalemizde, çalışmanın insanların yaşamları ve sağlığı üzerindeki etkisini ve bunun önümüzdeki birkaç on yıl içinde nasıl şekilleneceği üzerine biraz düşünmek istiyorum. Bu bizi yabancılaşma tartışmasına da götürecektir.

Marx bir keresinde şöyle demişti: “Ne kadar az yersen, içersen ve kitap alırsan; tiyatroya, dans salonuna, meyhaneye ne kadar az gidersen; ne kadar az düşünür, sever, kuram oluşturur, şarkı söyler, resim yapar, çit çevirirsen, vesaire; ne kadar az biriktirirseniz, ne güvelerin ne de pasın yutamayacağı hazineniz o kadar büyük olur: sermayeniz. Ne kadar azsan, kendi hayatını ne kadar az ifade edersen, o kadar çok şeye sahipsin, yani yabancılaşmış hayatın ne kadar büyükse, yabancılaşmış varlığının deposu da o kadar büyüktür.” (Ekonomik ve Felsefi El Yazmaları 1844)

Bu alıntıyı, hem kafa hem de kol emeğinin tatmin edici yanları olsa bile, insanların çoğu için çoğu zaman çalışmanın gerçekten fazlasıyla zahmetli olduğu şeklinde yorumluyorum. İnsanlar çalışmak için yaşamazlar (bazen insanlar böyle söyleseler de). İnsanlar yaşamak için çalışırlar. İlgi alanlarını ve yaratıcı gizilgüçlerini geliştirmek için ise çok az zamanları vardır.

ÇALIŞMA SAATLERİ AZALDI MI?

Geçen yüzyılda yıllık çalışma saatlerinin azalması için çok fazla şey yapıldı. Çalışma haftası istikrarlı bir şekilde düştü, diye öne sürüldü, şimdi işler daha da iyiye gidiyor. Artık madenlerde ve fabrikalarda çalışan çocuk yok; haftada iki veya üç gün çalışılmıyor vs.

Ancak bu gerçeğin büyük kısmını gizliyor.

Birincisi, Küresel Güney'in tarlalarında, madenlerinde ve fabrikalarında çok sayıda çocuk çalıştırılıyor, bu inkâr edilemez; ya da 'köle emeğinin' zenginlerin evlerinde ya da göçmenlerin çoğunlukta olduğu işlerde hizmetçi olarak çalıştırılmadığı da yadsınamaz.

İkincisi, resmi rakamlara göre toplam çalışma saatleri azalmış olsa da, işgücünün hala uzun saatler ve yoğun çalışmalara dayalı büyük bir kesimi var. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü'ne (ILO) göre, dünyada yaklaşık 500 milyon insan haftada en az elli beş saat çalışıyor.

Son yıllarda, daha kısa çalışma saatlerine yönelik eğilim durmuş ve bazı durumlarda tersine dönmüştür. 2018 tarihli bir ILO raporunda, “Küresel işgücünün önemli bir bölümü ya özellikle erkekleri kapsayan aşırı uzun saatler (haftada 48 saatten fazla) ya da ağırlıkla kadınların yaptığı kısa/yarı zamanlı çalışmadan (haftada 35 saatten az) oluşuyor.” dendi.

Fazla çalışma ile az çalışma veya işsizlik arasındaki bağlantı yeni değil. Karl Marx'ın Kapital'de tarif ettiği gibi, “İşçi sınıfının istihdam edilen kısmının aşırı çalışması yedeklerin saflarını şişirirken, tersine, yedeğin rekabet yoluyla istihdam edilen işçiler üzerinde uyguladığı daha büyük baskı, onları aşırı çalışmaya boyun eğmeye zorlar ve sermayenin buyruklarına tabi kılar.”

2018 ILO raporunun yazarı Jon Messenger, “çalışma süresi düzenlemelerinde bir çeşitlenme” olduğuna dikkat çekiyor ve şöyle yazıyor: “Sabit çalışma günü sayısı ve sabit çalışma saatlerinden oluşan standart çalışma haftasından giderek uzaklaşılıyor ve çeşitli 'esnek' çalışma süresi düzenlemelerine yaklaşılıyor (Örneğin yeni vardiyalı çalışma biçimleri, saat ortalaması, esnek zaman düzenlemeleri, sıkıştırılmış çalışma haftaları, çağrı üzerine çalışma).” Bu düzenlemelerle birlikte, her zaman çağrılmaya hazır olmanız beklenir: “7 gün 24 saat Yüksel ve Cefa Çek.”

ARTAN HIZ VE STRES

Bu trendle ilgili çarpıcı olan şey, bunun herkesin başına gelmesidir. Araştırmalar yöneticiler, hemşireler, havacılık çalışanları, et işlemesi çalışanları, okul öğretmenleri, bilgi teknolojileri personeli ve bakıcılar arasında iş yoğunluğunun arttığını bulmuştur. Avrupa ve ABD'de de iş yoğunluğunun arttığına dair kanıtlar var. UCL'de bu fenomeni yıllardır araştıran profesör Francis Green, “İş yoğunluğunu arttıran sadece Amazon üretim hattı çalışanı değil, aynı zamanda Londra'daki banliyö ve yeni avukattır.” diyor. Birleşik Krallık'taki Çözünürlük Vakfı düşünce kuruluşu tarafından yapılan bir analize göre, Birleşik Krallık'ta maaş merdiveninin en üst çeyreğindeki çalışanların üçte ikisinden biraz fazlası “büyük bir stres altında” çalıştıklarını söyledi. Aynısı, son çeyrekte ücretli olanların yarısı için de geçerliydi ve bu ikinci grup 1990'lardan bu yana en büyük stres artışını yaşadı.

1990’larda insanlar "kendi takdirlerinin " ne kadar sıkı çalıştıklarında en önemli faktör olduğunu söylüyorlardı. Artık “müşterilerden” alıntı yapma olasılıkları daha yüksek. Anlık iletişim dünyasında, birçok çalışan artık tüketici veya müşteri taleplerine hızla yanıt vermeleri gerektiğini düşünüyor. Bu, büyük bir birleşme anlaşması üzerinde çalışan bankacı ve kendisine hamburger getirmesi için çağırdığı Uber Eats sürücüsü için de geçerli.

TAYLORİZM HALA CANLI

Bir başka olası açıklama da, işverenlerin, işleri daha verimli bir şekilde yapmanın yollarını bulmadan, maliyetlerden tasarruf etmek için çalışan sayılarını azaltmış olmalarıdır. Bunun, şüphesiz, on yıl veya daha fazla hükümet harcama kesintisi yaşayan her yerde kamu sektörü çalışanları arasında bir karşılığı olacaktır.

Bazı şirketler, personellerinin daha fazla çaba ortaya koyması için teknolojiden de yararlandı. Depolar gibi daha fazla işyeri kısmen otomatik hale geldi, bu da çalışanların makinelere ayak uydurması gerektiği anlamına geliyor. Diğer çalışanları izlemek artık daha kolay. Çalışanların tuş vuruşlarını izleyen, aralarını ölçen ve işle ilgili olmayan sitelere saparlarsa uyarılar gönderen yazılımın büyümesine tanık oluyoruz. Eskiden adlandırıldığı gibi Taylorizm, hala canlı ve iyi durumda. (Taylorizm, çalışanların görevleri mümkün olduğunca verimli bir şekilde tamamlamalarına izin vermek için belirli görevleri bölme bilimidir. Taylorizm uygulaması ilk olarak, işgücünde en verimli uygulamalara yol açacağını iddia eden Frederick Taylor tarafından geliştirilmiştir.)

Dördüncü bir olasılık, e-posta ve anlık mesajlaşma platformlarının insanları zihinsel olarak yormasıdır. Sürekli kesintiye uğradığında odaklanmak zordur, bu da çalışanları çok yoğun ve hızlı çalışıyormuş gibi hissetmelerine neden olabilir.

EŞİTSİZLİK VE YOĞUNLAŞAN İŞ

Jamie McCallum, ‘Üzerinde Çalıştı: Gece Gündüz Çalışmak Amerikan Rüyasını Nasıl Öldürüyor?’ (Basic Books, 2020) isimli mükemmel kitabında aslında ABD'deki tüm ücretli ve maaşlı işçilerin çalışma saatlerinin 1975'ten bu yana yüzde 13 arttığına dikkat çekiyor. Bu da yılda yaklaşık beş ekstra çalışma haftası demektir. Ve en çok artan da orantısız olarak kadın olan düşük ücretli işçilerin çalışma saatleridir. Ve bu, durağan ücretler, artan çalışma saatleri ve azalan sendika yoğunluğu döneminde yaşanmıştır. Artan gelir eşitsizliği ile daha yoğun çalışma kol kola ilerledi.

Ücretler durgunsa, işçi sınıfından ve hatta orta sınıftan insanların çoğunlukla daha fazla para kazanmasının temel yolu daha uzun saatler çalışmaktır. Bir EPI raporu , 1979 ve 2016 yılları arasında Amerikalı çalışma yaşındaki işçiler arasındaki yıllık çalışma saatlerindeki eğilimleri ortaya koymaktadır. Son kırk yılda ücret eşitsizliği arttığından, çalışma saatleri söz konusu olduğunda çok farklı iki tepki gözlemliyoruz. Bir yandan, işçiler belki de kısmen ılımlı ve bazı durumlarda düşen saatlik ücret artışını telafi etmek için yılda çok daha fazla saat çalışıyorlar. Öte yandan, giderek artan sayıda işçi, tüm bir yıl boyunca hiç çalışmayarak işgücünden kopmuştur. Çalışma saatleri tipik olarak en düşük gelirliler ve en az saat çalışanlar arasında artmıştır.

UZUN ÇALIŞMA SAĞLIĞA ZARARLI

Uzun çalışma saatleri yılda 700.000'den fazla insanı öldürüyor. DSÖ ve ILO'ya göre, uzun çalışma sürelerinin aldığı canlar 2000'de kabaca 590.000'den 2017'de 745.194’e yükseldi. Bu ölümlerin 398.441'i felç, 346.753'ü ise kalp hastalığıyla ilişkilendiriliyor. Ortaya çıkan bu tablo, söz konusu saat aralığında çalışanların, haftada otuz beş ila kırk saat çalışan kişilere kıyasla tahmini yüzde 35 daha yüksek felç riski ve yüzde 17 daha yüksek kalp hastalığı riski taşıdığını gösteriyor. Erkekler ve orta yaşlı yetişkinler buna özellikle maruz kalmaktadır ve sorun en çok Güneydoğu Asya'da görülmektedir. Yani daha çok çalışmak bizi daha zengin yapmıyor olduğu görünse de, bizi daha da hasta yaptığı ortaya çıkıyor.

Akademisyenler Tom Hunt ve Harry Pickard tarafından yapılan yeni bir araştırma, “yüksek yoğunlukta çalışmanın” insanların stres, depresyon ve tükenmişlik bildirme olasılığını artırdığını öne sürüyor. Ayrıca hasta olduklarında çalışma olasılıkları da yükselmiş durumda. Birleşik Krallık Sağlık ve Güvenlik Yöneticisinden elde edilen veriler, işle ilgili stres, depresyon veya kaygıdan muzdarip insanların oranının pandemi vurmadan önce bile arttığını gösteriyor. Gerçekten de, Marksist sağlık ekonomisti Jose Tapia, mantıksız bir şekilde, ekonomik patlama ve tam istihdam dönemlerinde, işten kaynaklanan stres nedeniyle ölüm oranlarının arttığını, durgunluklarda ise insanlar işsiz kalabileceği, ancak işsiz kalmayla daha az stres yaşadığı için durgunluklarda ölüm oranlarının düştüğünü buldu.

ANLAMSIZ İŞLER VE DÜŞEN ÜRETKENLİK

Bu da, üretkenlik sorusunu gündeme getiriyor. İşin yoğunlaşması, işverenlerin beklediği gibi artan üretkenlikle değil, üretkenlik artışının yavaşlamasıyla sonuçlanıyor. Taylorizm, işgücünü sömürmekte hâlâ canlı olabilir, ancak sermayeye hizmet etmiyor. Neden? Bir argüman, insanlardan 'saçma' dediği bir sürü iş istendiğini savunan merhum antropolog ve radikal David Graeber tarafından sunulmuştu. Bu teori, çok sayıda ve hızla artan sayıda işçinin, kendilerinin yararsız ve sosyal değeri olmayan işleri üstlenmesidir. Bu yüzden iyi çalışmıyorlar.

Ancak teori, güncel araştırmalar tarafından itirazla karşılaşmıştır. Buna göre, işlerini yararsız olarak tanımlayan çalışanların oranının düşük olduğunu ve azaldığını, dolayısıyla bu faktörün, Graeber'in tahminleriyle çok az ilişki içinde olduğu ileri sürülüyor. Çok daha alakalı olan, Marx'ın yabancılaşma kavramıdır. Marx, kapitalizm altındaki emeğin, bireylerin kendini gerçekleştirme konusundaki temel ihtiyaçlarını engellediği için doğası gereği yabancılaştırıcı olduğunu savunmuştu. Bununla birlikte, Marx için bu, bireylerin sosyal değeri olmayan faaliyetlerde bulunmalarının sonucu değil, kapitalist sosyal ilişkilerin kendiliğinden faaliyetinde insan yeteneklerinin özgür gelişimini engellemesinin sonucuydu. “BS iş teorisinin aksine, yabancılaşma, üstlenilen işin doğası gereği anlamsız ve değersiz olduğu görüşüne dayanmaz. Bunun yerine, işin üstlenildiği sosyal ilişkilerin önemini ve bu ilişkilerin, becerilerin ve yeteneklerin geliştirilmesi ve tanınması yoluyla işçilerin benlik duygularını onaylama yeteneklerini ne derece kısıtladığını vurgulamaktadır.”

YABANCILAŞMANIN AŞILMASI

Dolayısıyla, iş stresi ve sömürünün sosyal çözümü, insanları 'saçma işler' yapmaktan alıkoymak yerine, çalışmamaları için onlara fayda sağlamaktır. Cevap, çalışanların emeğinin anlamsız ve faydasız olduğunu hissettiren zehirli işyeri kültürleri tarafından insanların çalışmalarının değersizleştirildiği bu sosyal ilişkileri tersine çevirmektir. Anlamsız çalışma olgusu, bizzat kapitalizmin kalbindeki çelişkiyi aydınlatır.

İşçiler istihdamları, koşulları ve programları üzerinde daha fazla kontrole sahip olsaydı, sıkıcı işlerde uzun saatler önlenebilirdi. İşbirliğine dayalı çalışma, Taylor tarzı patronlar tarafından otoriter tahakkümün yerini alabilir. Makineler, çalışma saatlerini ve yoğunluğunu arttırmak için değil, çalışma süresini azaltmak ve yenileşme (inovasyon) fırsatlarını arttırmak için kullanılabilir. Yenileşmeyi, işbirliğini ve insanların sağlığını yok eden, işlerin kendisi değil, işyerindeki kapitalist sosyal ilişkilerdir. Yıkıcı zahmetten ziyade yaratıcı çalışmanın geleceği, işyerindeki kapitalist faaliyetlerin, yani işçi denetiminin sona erdirilmesine bağlıdır.