Çanakkale Savaşı ve Hurafeler
Çanakkale savaşı kimi kesimlerce, etnik, ümmetçi, sivil toplumcu tarih anlayışının bir nesnesine dönüştürülmüştür. Çanakkale destanında Türk milletinin, askerinin, İttihat Terakki’nin, Atatürk’ün payı küçümsenerek hurafeler devreye sokulmuştur. Deniz Savaşları öne çıkarılarak adeta kara savaşları ve bu savaşlarda kahramanlaşan Atatürk görmezden gelinir.
Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’e yönelik uydurmalarda iki kesim var. İlki Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden rahatsız olanlar. İkinci kesim kendilerini millet değil ümmet olarak görenler. Bu uydurma ve hurafeleri biri savaşın başarısına dolayısıyla Mehmetçik’e diğeri Atatürk’e yönelik olarak ikiye ayırmak mümkün.
A) SAVAŞIN BAŞARISINA YÖNELİK HURAFE VE UYDURMALAR
Bu iddiaların esası Türk Milleti’nin, askerinin vatan kaygısının yerine din kaygısının ağır bastığını veri almaları ve bunu bilim dışı olan olaylara bağlamalarıdır. Sonuç olarak bu iddialar savaşın asıl başarısını Türk Milleti’nin, Mehmetçik’in cesaretinde değil başka hususlarda aramaktır. Bu iddialardan bazılarını gösterelim.
1. 250 bin kişi zayiat verildikten sonra İstanbul yine işgal edildi. Dolayısıyla böyle zafer olmaz.
Bu, sonuçtan hareket eden bir anlayış. “İstanbul’un işgali Çanakkale Savaşı’ndan dolayı olmuş” algısına neden oluyor ama İstanbul’un işgal tarihi 16 Mart 1920. 1915’ten 1920’ye beş yıl var. Beş yıl içindeki olayları, savaşları, dolayısıyla padişah ve İstanbul Hükümetlerinin teslimiyetçi tutumunu irdelemiyor. İstanbul işgal edildiyse bu Çanakkale Savaşı kazanıldı diye değil, Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla teslimiyetçi tutumu benimseyen padişah ve İstanbul Hükümetleri nedeniyledir. Aksine Çanakkale zaferi bu işgali geciktirmiştir. Yoksa “geciktirmeselerdi daha iyi” mi demek istiyorlar?
2. Bir bulut gelmiş, İngiliz Birliğini almış götürmüş.
Vatan, millet, bayrak sevgisi, dini inanç gibi manevi değerlerin başarıda rolü vardır. Bu duygu ve inançlar açıklanamasa da motivasyon, cesaret kaynağıdır. Fakat açıklanamayan her şeye “bilimsel değildir” diyerek yabana atılamaz. Vatan, millet sevgisinin, dini inancın cephedeki yansıması haricinde elle, gözle tutulur kanıt getirme durumumuz yok. Çünkü bunlar duygu, değer ve inanç alanına giriyor. Bu sebeple belirttiğimiz türde manevi değer ve güçlerin varlığına yönelik itiraz getirmeyeceğiz. Ancak kanıtlanabilir hususlar konusunda açıklanamayan şeylere pekala “hurafe” veya “uydurma” diyebiliriz. Burada ele alacağımız husus bunlardır. Örneğin cephede bir bayram namazı öncesi bulutların namazdaki askerlerin üzerini kaplayıp görünmelerini engelleyerek adeta onları koruduğu ve düşmanın görmesini engellediği, yükselen kelime-i tevhid sesleriyle İngiliz ordusundaki Müslüman askerlerin Müslüman Türklerle çarpıştığını anladığı ve bunun üzerine isyan çıkarttıklarına ilişkin hikayeye[1] hemen “hurafe” diyemiyoruz. Gerçekten de sisli bir havada bir bulut, perde görevi görmüş olabilir. Anlatan da bunu Allah’ın lütfuna bağlayabilir, abartılı veya eksik anlatabilir, yanlış gözlemleyebilir. Herkes bir yere bakarken gördüğü şeyi aynı şekilde anlatmaz. Kendi bilgisine, algısına, duygu ve inancına uygun şekilde anlatabilir. Bunu her insan yapar. Kimi buna totem der, kimi astroloji, kimi psişik güçler, kimi din. Sonuçta bunlar motivasyon kaynağıdır. Bilimsel olarak kanıtlamaz; inanıp inanmamayla ilgilidir. Fakat hurafe bilime aykırıdır. Örneğin bir hurafe şöyle:
“Albay Sir Beauchamp komutasındaki birlik, önlerinin de açık olmasından istifade ederek arka ve yanlarındaki birliklerle irtibatı koparmış ve 60. Tepeyi ele geçirmek için ilerlemeye devam etmekteydi. İşte 267 kişilik bir birliği durduracak hiçbir kuvvetin bulunmadığı sırada artık tabiatüstü hadiseler devreye girecekti. Bir milletin bin yıldır verdiği bir mücadele ile varını yoğunu ortaya koyduğu bir davada, o davanın sahibi, onları başıboş bırakmayacaktı. Düşmanın hedeflediği tepenin tam üzerinde gri renkli bir bulut onca rüzgara rağmen kıpırdamadan bekliyordu. Her şeyin rüzgar ile yer değiştirdiği sırada bu bulutun kıpırdamadan böylece beklemesi akıl alır şey değildi. Birliğin son askeri de bulutun içine girinceye kadar değişen hiçbir şey olmadı. Son asker de bulut tabakası ile kaplandıktan sonra yükünü almış bir vagon gibi, gemi hareket ederek yükselmeye başladı ve gökyüzündeki diğer bulutların yanında yerini aldı. Sonra da şaşırtıcı bir şekilde rüzgarın aksi istikametinde yol alarak gözden kayboldu. Çanakkale Savaşı sonrasında bu birliğin böyle esrarengiz biçimde ortadan kayboluşu elbette unutulmadı. İngiliz Hükümeti, 1918 yılında, Türkiye’ye resmi bir yazı göndererek kaybolan alayın akıbetini sordu. Ancak aldıkları cevap ilginçti:
‘Türkiye ne onları esir etmiştir ne de ölüm kayıtları vardır. Hiçbir şekilde, askerlerle ilgili bir bilgiye sahip değildir.’”[2]
7 Ocak 1916 tarihli The Eastern Daily Press adlı İngiliz gazetesinde “Bir ormana girdiler ve kayboldular”[3] demektedir. Çanakkale savaşını gözlemleyen yabancı yazar, Türklere saldırmak isteyen birlikten, tepeyi aştıktan sonra haber alınamadığını yazıyor ama kimileri haber alınamama durumunu, “bulut aldı götürdü” demiş gibi yazara maletmeyi uygun görüyor.
Rüzgara rağmen bulut kıpırdamamış!
Bulut son askeri de alıp yükselmiş ve rüzgarın aksi yönde hareket etmiş!
Ne kadar bilimsel değil mi!
Peki, aklımızın (bilimin) yetmediği o bulutlara inananlara soralım:
Çanakkale Zaferi bulutlar, cübbeliler sayesinde kazanıldıysa neden 250 bin zayiat verildi? Neden 500.000 asker savaşmak zorunda kaldı? Bu bulutlar, yeşil sarıklılar diğer savaşlarda, toprak kayıplarında neredeydiler?
3. Hayalet Nöbet Mangası
Savaştan yıllar sonra savaş bölgesini ziyaret eden biri akşam bir manga asker görür, köylülere bunu anlatması üzerine köylülerden “o manga düşmana karşı koyan mangadır, her akşam gelir ve ormanın içinde kaybolur” der.
4. Askerin Bitmeyen Aşı
Bir evliya, asker yemek yaparken, ayağını kazanın altına uzatır. Baş parmağıyla bütün kazanları tutuşturarak yemekleri ısıtır. Öyle ki askerin aşı bitmez.
5. Düşman askerleri Türk askerlerinin arasındaki ak sakallı, cübbeli, yeşil sarıklılardan korkuyormuş.
[1] Başakşehir Belediyesi, Bir İnsanlık Destanı Çanakkale Zaferi, Yayın Yönetmeni: Hatice Gülgönül, Yazmat Matbaacılık ve Tanıtım Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti., İstanbul, 2015, s.38.
[2] Age, s.40-41.
[3] Süleyman Beyoğlu, “Bir Efsanenin Sonu: Çanakkale’de Kayıp İngiliz Askerleri”, Çanakkale Savaşları Tarihi, ed. Mustafa Demir, c.IV, Değişim Yayınları, İstanbul, 2008, s.2324.
B) ATATÜRK’E YÖNELİK HURAFE VE UYDURMALAR
1. “Deniz zaferinde Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal hiç yoktur.”[1]
19 Şubat-25 Nisan 1915 tarihlerindeki Deniz Savaşında Atatürk, Maydos Bölgesi Komutanı olarak Eceabat Limanı’ndan, Seddülbahir dahil, Morto Limanı’na kadar Gelibolu Yarım Adası’nın batı kıyılarını korumakla görevlendirilmiştir. Düşmanın denizden boğazdaki istihkamları bombalamayı başladığı andan itibaren Atatürk, kıyıları savunmuştur. “Deniz zaferinde Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal hiç yoktur” denemez. Ancak Atatürk’ün esas rolü kara savaşlarının başladığı 25 Nisan tarihinden itibarendir.
2. “8 ay süren kara savaşlarında Yarbay Mustafa Kemal Ağustos ayına kadar üç ay süreyle vardır.”[2]
Atatürk, düşmanın karaya asker çıkardığı 25 Nisan 1915’ten 10 Aralık 1915’te kadar 8 ay cephededir. İddiada “Ağustos ayına kadar” diyor ancak 21 Ağustos’ta düşmana karşı koyarak İkinci Anafartalar Zaferi’ni kazandırdığını belirtelim. Şunu diyebiliyorlarsa iddialarının dikkate değer tarafı vardır: “Ağustos ve sonrasındaki önemli savaşlarda Atatürk yoktur.”
Ağustos ayından sonra ciddi bir saldırı veya taarruz yoktur. Sebebi, 21 Ağustos’taki bu zaferdir. Sebebin bu olduğunu, zafer sonrası 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın Kurmay Başkanı olan Fahrettin Altay şöyle açıklıyor:
“Mustafa Kemal, 10 Ağustos’ta yalnız İstanbul’un değil, bütün bir memleketin işgalini önlemişti. Artık ümitleri kalmayan İngilizler, iki ay sonra Gelibolu Yarımadasını boşaltıp çekilip gitmeye mecbur kalıyorlardı.”[3]
Bu zafer sonrası İngilizlerin ümidi kesildiğinden yeniden büyük kuvvetlerle saldırıya yeltenememişler ve Gelibolu’yu terk etmişlerdir. Atatürk, bütün kritik kara savaşlarında rol almıştır ve düşmanın tahliye olacağını anlaması ve hastalığı yüzünden cepheden 10 Aralık 1915’te ayrılmıştır. Düşman da son askerini 9 Ocak 1916 tarihinde tahliye etmiştir. Fahrettin Altay “Mustafa Kemal’in sekiz ay aralıksız, geceli, gündüzlü yaptığı başarılı savaş”[4] diyerek Ağustos ayından sonra Atatürk’ün olmadığına ilişkin iddiayı boşa çıkarmaktadır.
[1] Resul Tosun, “Çanakkale’nin gerçek kahramanı devrik sultan!“, Star, 17.03.2015, erişim tarihi 10.10.2018, https://www.star.com.tr/yazar/canakkalenin-gercek-kahramani-bir-devrik--sultan-yazi-1010603/
[2] Agm.
[3] Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş (1912-1922) ve Sonrası, İnsel Yayınları, 1970, İstanbul, s.110.
[4] Age, s.115.
3. Mustafa Kemal Paşa Çanakkale’de komutan değil, karargâh subayıydı.
Atatürk sadece 31 Mart Olayı’nda ve Balkan Savaşı’nda karargâh subaylığı yapmıştır. Sonrası cephede, önlerde savaşmıştır. Sofya’da ateşemiliter iken Çanakkale cephesinde görev istemiş, verilmemesi üzerine kaldığı yerden savaşa katılmak amacıyla tam ayrılacağı sırada görev yazısı ulaşmıştır.
Savaşta pek çok kez inisiyatif almıştır. 25 Nisan 1915 tarihli düşman çıkarmasını anlatarak gösterelim. Topçu bataryalarını susturmak ve müttefik donanmasının Marmara Denizi’ne geçmesini sağlamak için Gelibolu yarımadasına asker çıkarılır. O sırada Yarbay olan Atatürk, Arıburnu’na çıkan düşman karşısında kolordu komutanına savunma değil taarruz önerir. Kolordu komutanı ise karar veremez ve ordu komutanına danışmak üzere Saros Bölgesi’ne gider. Gidiş geliş 2 saatten fazla sürecek ve sürede düşman belki de daha sonra durdurulamayacak kadar ilerleyeceğinden Atatürk “itaatsizlik” gerekçesiyle idama kadar gidebilecek cezayı göze alarak inisiyatif üstlenir ve ordu ve kolordu komutanından haber gelmesini beklemeden taarruz eder. Düşmanı püskürtür ve kıyıya hapseder.
Çanakkale Savaşı komutanlarından Ali İhsan Sabis Paşa 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in Gelibolu yarımadasına düşmanın asker çıkarması ihtimalini zayıf ve düşmanın esasen Bozcaada karşısındaki sahillere çıkarma yapacağı tahmininden dolayı Gelibolu yarımadasındaki kuvvetlerin büyük bir kısmını Anadolu tarafına nakletmek istediğini belirtir. Bunun Mustafa Kemal Paşa tarafından önlendiğini şu sözlerle anlatır:
“19uncu fırka (tümen) kumandanı olan Mustafa Kemal, kendi fırkasıyla Anadolu'ya geçmek emrini almış iken, düşman o esnada Arıburnu’na asker ihracına başladığından 19uncu fırka kumandanı kendiliğinden pek takdire şayan bir karar vererek bu tehlikeli düşmana dönmüş, karşıya geçmek hakkındaki ordu emrini, yani Liman Paşanın emrini yapmamış; Bu suretle mağrur Alman Generalinin hatasının önü alınmış ve Çanakkale müdafaası harikası vücuda gelmiştir. Eğer Gelibolu yanın adasındaki kuvvetler evvelce Anadolu'ya geçirilmemiş olsaydı düşmanın Arıburnu'nda tutunmasına bile imkan kalmaz ve ilk günü hepsi denize dökülürdü.”[1]
9 Ağustos’ta da Birinci Anafartalar Zaferi’ni kazanan Atatürk, düşmanın Conkbayırı’na taarruz edeceğini hesaplayarak onlardan önce taarruz etmeyi düşünür ama emrindeki komutanlar bu kararı doğru bulmaz ve yeni bir taarruzun çok kayıplara neden olacağını belirtirler. Atatürk, bu uyarıları dinlemekle beraber inisiyatif alıp 10 Ağustos’ta taarruz emri verir. Üstelik gerideki kuvvetlerin gelmesini beklemeden yapar. Çünkü düşman da asker sayısını artırmaktadır. Bu bir risktir ama kendisi, “çok kuvvetten ziyade, çok dikkatli ve fedakârane bir sevk ve idarenin maksadı temin edeceğine hükmetmiştim”[2] diyerek taarruzda bulunur. O gün Atatürk sağ göğsünden bir şarapnel parçası ile yaralanır.
Karargâh subayı diyenlere soralım: Karargâh subayına şarapnel parçası nasıl değer!
21 Ağustosta da sayıca üstün düşmana karşı taarruzda bulunarak İkinci Anafartalar Zaferi’ni kazanır.
[1] Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım Birinci Cihan Harbi, 1. cilt, Nehir Yayınları, İstanbul, 1990, s.83.
[2] İsmet Görgülü, Kurtarıcının Doğduğu Yer Çanakkale, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 239, Ankara, 2014, s.39.
4. “Atatürk israf derecesinde asker kullanmış.”
Bunun yanıtını savaşa katılmış bir subaydan verelim:
“Türk askerini, yalnız bu komutan, hiçbir vakit lüzumsuz yere harcamıyor. Gerek subaylar, gerek erler Arıburnu siperlerinden söz ederken Mustafa Kemal’in adını hürmetle anıyorlar.”[1]
5. “Yarbay Mustafa’nın Çanakkale Zaferiyle ilgisi yoktur. Zafer Alman General Liman von Sanders’e aittir.”
Yukarıda Atatürk’ün hangi inisiyatifleri aldığını gösterdik. Ordu komutanı Liman Von Sanders’in askerin önemli kesimini çıkarma beklediği Gelibolu’ya nakletmesi karşısında İstanbul’un işgal edilmesi tehlikesini Atatürk’ün önlediğini komutanların anlatımıyla aktardık. Buna rağmen ordu komutanı ve diğer bazı komutanlar Alman diye zaferi Almanlara hediye etmek Türk Milleti’ne ve Atatürk’e haksızlıktır.
6. “Mustafa Kemal, Çanakkale’de 1887 subaydan sadece birisidir.”
Bunun yanıtı da ordu komutanı Sanders’in 10 Ağustos günü İstanbul’a gönderdiği raporla verelim:
“Bu sabah Conkbayırı’nda karşımızda bulunan düşmana tarafımızdan üç alayla taarruz edilerek, düşmana büyük kayıplar verdirilerek ve büyük bir kısmı araziden geri püskürtülmüştür. Bu taarruzu Mustafa Kemal Bey bizzat idare etmiştir.”[2]
Dahası 25 Nisanda düşmanın kara saldırısı başladığında yarbay olan Atatürk, 1 ay sonra, 1 Haziranda albaylığa terfi ettirildi, gecikerek de olsa 1916 başlarında tuğgeneralliğe yükseltildi. Anafartalar Grup Komutanlığı verildi. Emrine tümenler verildi. Savaş esnasında Trablusgarp’a ordu komutanlığı ve Irak Ordusu Komutanlığı teklifi yapılır. Bu mudur cephe gerisinde yer almak?
[1] H. Cemal, Ulu Cenk, Tercüman yayını, 1982, s.42’den aktaran Görgülü, aynı yer.
[2] Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Ağustos 1989, Sayı 88, s.112’den aktaran Görgülü, age, s.75.
ATATÜRK’ÜN SAVAŞTAKİ ROLÜ
Atatürk’ün savaştaki rolü 1. Dünya Savaşı sırasında çıkarılan “Harp Mecmuası” adlı dergiye de yansımıştır. Derginin 1915 yılına ait 4. sayısında Atatürk’ün Çanakkale Kireçtepe’de mermi kovanlarından yapılmış bir anıtın önünde çekilmiş fotoğrafı kapaktan verilmiştir. Tasviri Efkâr gazetesinin 29 Ekim 1915 tarihli sayısında Atatürk’ün resminin altında şunlar yazılmıştır:
“Çanakkale kara savaşlarında olağanüstü yararlılıkları görülen ve savunmadaki kudret ve becerisiyle gerçekten şan ve şeref kazanarak Boğazları ve Hilafet makamını kurtaran kumandanlarımızdan yaratılıştan yiğitlik, kahramanlık ve harikalar timsali Albay Mustafa Kemal Beyefendi.”[1]
[1] Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları (1889-16 Mayıs 1919), Kırmızı Beyaz Yayınları, İstanbul, 2004, s.91.
Çanakkale Savaşı’na katılmış H. Cemal adlı bir subay, 1915 yılında yazdığı “Ulu Cenk” isimli kitabında Atatürk için “Çanakkale’ye bir zafer heykeli dikmek şerefi ile Türkler şeref kazanacaklarsa o heykelin, Çanakkale’yi kurtaran Mustafa Kemal Bey olması lazımdır. Başkası olamaz. Bu hak kimseye verilemez”[1] demiştir.
“Minber Gazetesi” 19 Kasım 1918’ de şunu yazar:
“İtiraf edelim ki vatanın emsalini yetiştirmekte cömertlik göstermediği birkaç müstesna zekâdan biri, hatta birincisi…Mustafa Kemal Paşa’dır. Milletin ve memleketin en ziyade hayırhah evladından olduğu halde en az takdire mazhar olan yine kendisidir… Anafartalar’ın yegâne müdafii ve İstanbul’un kurtarıcısı münhasıran kendisi olmasına rağmen bu hakikati pek çok zaman ifşa etmedi. Ve bu suretle bütün muvaffakiyetin şan ve şerefleri çapulcuların inhisarcı hisselerine kaydedildi…Herhalde istiklal-i vatan Mustafa Kemal Paşa’dan büyük hizmetler beklemekte haklıdır.”[2]
Atatürk’ün 1916’nın Ocak’ında 16. Kolordu Komutanı olarak Edirne’ye girişini Orgeneral İzzettin Çalışlar “şehir saray gibi donanmış, peş peşe zafer takları yapılmıştı. ‘Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar Kahraman Mustafa Kemal Bey’ yazılı levhalar asılmıştı... Edirne eşrafı, vilayet erkânı, konsoloslar hep oradaydılar.”[3] diye anlatır.
[1] H. Cemal, Ulu Cenk, Tercüman yayını,1982, s.37-43’den aktaran Görgülü, age, s.79.
[2] Sadi Somuncuoğlu, “Neden Çanakkale Zafer, Balkan Hezimet?”, Yeniçağ Gazetesi, 19 Mart 2011.
[3] Görgülü, age, s.32.
Savaş alanını ve Atatürk’ü görmek üzere heyetler gelmiştir. Vahdettin, 15 Aralık 1917’de Almanya seyahatinde kendisine refakat Atatürk’e “Arıburnu’nda ve Anafartalar’da yaptığınız bütün icraat ve kazandığınız muvaffakiyetler tamamen malûmumdur. İstanbul’u ve her şeyi kurtarmış bir komutanımızsınız, beraber seyahat etmekte olduğum için çok memnunum ve bundan şeref duyuyorum”[1] demiştir.
Albayrak gazetesi, 14 Temmuz 1919’da şunu yazmıştır:
“Anafartalar’da, milli şerefi, tarihin bugünkü nesilden beklemekte olduğu mukaddes vazifeyi yükselten ve yücelten bu muhterem komutanı bugün de Milli Mücadele’nin başında görmek mesut bir görüntüdür.”[2]
Çanakkale Seferi’ni planlayan İngiltere Deniz Bakanı Churchill, 1920’de yayımladığı “Dünya Krizi” kitabında Atatürk’ten “İngiliz stratejik planlarını boşa çıkartan”, “Kaderin Adamı” olarak bahseder.[3]
İngiliz resmi harp tarihine dayanarak General C.F. Aspinall-Oglander de şunu yazar:
“Anzak Kolordusunun 25 Nisan’da ilk ihraç gününde hedefini zaptetmeye muvaffak olamayışının en birinci âmili bu subayın bizzat mevcudiyeti ve vaziyete hâkim olmasıdır. Müşarünileyhin [adı geçen yüksek kişinin] 9 Ağustos’ta bir an içinde şimal mıntıka komutanlığına tayin edilerek burada gösterdiği yüksek cesaretli hareketlerdir ki, IX. Kolordunun ilerlemesine mani olmuş ve bunu durdurmuştur. Yirmidört saat sonra müşarünileyhin bizzat yaptığı bir keşiften sonra Conkbayır’dan yaptığı çok parlak bir mukabil taarruz neticesinde Türkler Sarıbayır sırtları üzerinde gayrıkabili zapt bir mevzie yerleştiler. Tarihte, bir tümen komutanının üç muhtelif yerde vaziyete nüfuz ederek yalnız bir muharebenin gidişine değil, aynı zamanda bir seferin akıbetine ve belki bir milletin mukadderatına tesir yapacak vaziyet ihdas edenlerin bir misline nadiren tesadüf edilir.”[4]
Dahası Atatürk’ten “mukadderatın adamı”[5] diye bahseder.
Çanakkale zaferini hurafelere, evliyalara dayandırmak Türk Milleti’ni, askerini, komutanlarını, Atatürk’ü görmezden gelmektir. Zaferi kazandıran asıl etmen hurafe ve uydurmalar değil Türk Milleti’nin vatanını savunma mecburiyetidir.
[1] Atatürk’ün Anıları, Yay. Haz. İsmet Görgülü, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1997, s.74.
[2] Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s.160.
[3] S. Eriş Ülger, Alman Basınında Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti 1910-1944, TBMM Vakfı Yayını, Ankara, 1995, s.135’den aktaran Görgülü, age, s.86.
[4] C.F. Aspinall-Oglander, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askerî Harekâtı, Cilt II., çev. Deniz. Öyzb. M. Hulusi, Genelkurmay Yayınları, Askerî Matbaa, 1940, s.471.
[5] Aynı yer.