Çanakkale’den güçlü bir ses: Aykan Özener

Aykan Özener’i bilirdim fotoğraflarını izlerdim ancak yüz yüze iki yıl önce tanıştım. Çanakkale’ye gitmiştim, sosyal medyada onun sergisini görmüştüm, gittim tanıştık çok güzel bir mekanın girişinde açmıştı sergisini, Çok etkileyici fotoğraflar vardı. Sonrasında hep takip ettim. Arkeoloji alanında çok çarpıcı işler yaptı ve toplum için paylaştı. Çalışkan donanımlı bir fotoğrafçı. Onu izliyorum. İşte sorularım ve cevapları…

  • Aykan Özener, yaşamını biraz okudum, Gelibolu’da doğmuşsunuz ama babanızın görevi nedeniyle çeşitli kentlerde yaşamışsınız o yıllarda nelere meraklıydınız? Neler okurdunuz?

Babamın işi gereği Gelibolu’da iken 0-6 yaş arasını ben de orada geçirdim. Aslında doğum yerim Balıkesir. Zira büyükbabam annem beni doğurmadan bir ay önce Balıkesir’in imkânları daha iyi diye bizi oraya götürüyor. Annem ve babam da Balıkesirli. Sonra yine Gelibolu’ya babamın yanına dönüyoruz. Altı yıl gibi bir süre orada yaşadım. İnsan garip bir şekilde çocukluğunu hatırlıyor. Çanakkale’ye ilk geldiğimde karşıya geçip Gelibolu’ya gittim hemen. Eski evimi, mahallemizi, çocukluğumun geçtiği birçok yeri hatırladım. Bugün bile hâlâ duruyor oturduğumuz ev. Rumlardan kalma eski bir evde oturduk. Çocukluğum sardalye kokularıyla geçti.

Sonrasında gençliğim Ankara, Erzincan, Balıkesir’de geçti. Ankara ilkokul, Erzincan ortaokul ve lise 1 sonrası Balıkesir ve ardından son sınıftayken 12 Eylül oldu. Ankara’ya sonrasında yeniden gittim. Toplamda 16 yılım geçti orada. Ben tüm şekillenmemi bu kente borçluyum. Çünkü akli melekelerimin gelişmeye başladığı yıllarımı orada geçirdim. İnsanın yaşamında bir çizgiyi aşması gerekir. İşte ben o çizgiyi orada aştım. Okumayla ilgili lisede çok iyi öğretmenlerim oldu. Bir edebiyat, sanat tarihi öğretmenime çok şey borçluyum. Ama her şeyden öte bana o yıllarda okumayı sevdiren amcamdı. Klasiklerle yani Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Aziz Nesin vb. hep onun sayesinde fark ettim onları. Kendisi küçük bir kasabanın vasıfsız bir maliyecisi olarak çalıştı. Aldığı maaşın çoğunu içkiye ve kitaba yatırırdı.

ERZİNCAN’IN ÖĞRETTİKLERİ

  • Yaşamınızdaki Erzincan bölümü memleketim olduğu için, ilgimi çekti. O yılları ve arkeoloji okumaya neden karar verdiğinizi, fotoğrafa başladığınız yılları da anlatır mısınız?

Erzincan yaşamımın en ilginç şehirlerinden birisidir. Zira başlarda batıda doğmuş, çocukluğunu geçiren birisi için doğuya gidip oranın kültüründe var olmaya çalışmak çok zordu. Ama sonraki yıllarda o zamanları hep minnetle andım. Ülkeyi doğusuyla, batısıyla bir algılamayı öğretti bana. Öteki meselesini sildim. İnsanları ve gerçekleri yerinde görmek bugün hâlâ çözemediğimiz sıkıntılar hakkında hakkaniyetli düşünmeyi sağladı. Beni daha politize bir kişi haline getirdi. Çakralarımı açtı. Sorgulamayı öğrendim sayesinde.

Arkeolojiyle ilk tanışmam da o sayede oldu. Çocukluğumun Erzincan’ında aileler sıkça pikniğe giderdik. Burası ya Girlevik Şelalesi olurdu ya da Ekşisu. Yine bir gün Ekşisu pikniğimiz sırasında biraz uzaklaştım. Meraklı bir kişiliğim vardır. Uzakta bir tepe gördüm ve sonraları turna olduğunu öğrendiğim kuş seslerinin cazibesine kapılıp uzaklaşmışım. Fark etmeden bir tepenin üzerine çıkmışım. Üzerinde kazı yapılmış bir sürü çukur ve bir takım planlı taş kalıntılarına takılıp kalmıştım. Sorup öğrendiğimde orasının Urartu’lardan kalan bir saray olduğunu öğrenmiştim. Hemen ertesi gün halk kütüphanesine gidip araştırma yaptığımı dün gibi hatırlıyorum. O nostaljik anı sonrasında beni arkeolog olmaya kadar götürdü işte. Erzincan’ı ve doğasını çok severdim. “Etrafı dağlık, ortası bağlık Erzincan”

  • AFSAD’da çok iyi bir grupla çalışmalar yapmışsınız. AFSAD’da geçen yıllarınızı anlatır mısınız? Etkilendiğiniz fotoğrafçılar ve Vazgeçilmez kitaplarınız var mı? En çok neler okursunuz?

Evet AFSAD’a 1987 yılında üye oldum sanırım. O yıllarda Kızılırmak sinemasının karşısında bodrum katta küçük bir alandı. İlk tanıştıklarım Coşkun İncekara ve Gülümser İşçelebi idi. Sonrasında Alper Fidaner, Ahmet Sabuncu, Hafize Kaynarca, Emine Kart, Tahir Ün gibi isimlerle başlayan arkadaşlıklarımız daha da büyüyerek gelişti. 1995 yılına kadar sürdü dernek yaşantım. Sonrasında sanat yalnız bir yolculuk diyerek karar alıp uzaklaştım derneklerden. Ama benim ilk fotoğraf okulum AFSAD’tır. Eşimle de orada tanışıp evlendik. Yeri büyüktür bende.

Etkilendiğim fotoğrafçı çoktur tabiî ki AFSAD’ın çıkardığı Fotoğraf Dergisi şekillendirmiştir beni. O yıllarda çıkan derginin yayın ekibine baktığınızda ne demek istediğim anlaşılır. Kısacası Magnum fotoğraf ekolüne doğru giden bir süreç yaşadım dergi sayesinde. Bugün tam olarak sevdiğim işleri yine Magnum fotoğrafçısı Alec Soth ve Fazal Sheikh yapıyor diyebilirim rahatlıkla.

  • Çanakkale’de, fotoğraf için sanat için çaba gösteriyorsunuz Fotoğraf eğitimleriniz devam ediyor yaptıklarınızı anlatır mısınız?

22 senedir Çanakkale’de yaşıyorum. Bunun 19 yılı üniversitede fotoğraf hocalığı yaparak geçti. Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Grafik, Sinema bölümü öğrencilerine fotoğraf eğitimi verdim. Meslek Yüksek Okulu öğrencilerine de aynı şekilde. Bir de okula ilk başladığımda kurduğum Öğrenci Fotoğraf Topluluğu ÇOMÜFOT’a uzun yıllar danışmanlık yaptım. Çanakkale’de altı Fotoğraf Festivali düzenledim. Kente birçok önemli fotoğraf sanatçısını getirerek kent ve kentliyle buluşmalarını sağladım. Kendim de bunca yıl Çanakkale’ye ait hikâyeler biriktirdim. Birçoğunu sergi ve gösteriler şeklinde birçok kentte paylaştım.

Kentteki insanlarla da buluşabilmek adına Pan Görsel Kültür Derneği adı altında bir dernek kurdum. Yedi yıl boyunca yönetim kurulu başkanlığını yaptım. Geçen aylarda yaşadığımız toplumsal olaylar ve Kovid-19 yüzünden kapatmak zorunda kaldık.

SERGİLER

  • Bir serginizi gezdim çok özgün fotoğraflar vardı çok beğenmiştim. Gerçekleşen sergilerinizden de söz eder misiniz?

Evet, son dönemde İnsan Hakları Derneği’nin düzenlediği hafta etkinlerinde Kazdağları eylemlerine destek olsun diye açtığım Dağ isimle sergime gelip beni çok mutlu etmiştiniz. Teşekkür ediyorum.

Yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi sergilerimin çoğu Çanakkale Hikayeleri oldu. İmroz’daki zorunlu göçü anlattığım “Aynı Şehirlerde Aklar Düşemedi Saçlarına”, Balık Sırtı Yaşamlar1 ve 2 ile Çanakkale ve kıyısında geçimlerine denizden karşılayan insanların yaşamını belgeledim. “Monokrom cumartesiler” ile doğasını işledim. “Okul” ile Çanakkale ve çevresinde taşımalı sisteme geçtikten sonra terk edilen okullar üzerinden eğitim sistemimize bir bakış gerçekleştirdim. “Kıyıda” isimli sergim ile yolculuk devam ediyor.

Emekli olduktan sonra edindiğim bir karavanla Anadolu’nun antik kentleri üzerine belgelemeler gerçekleştiriyorum. Geçen üç yıl çok yoğun çalıştım. Özcan Yurdalan ve Yusuf Aslan ile birlikte TFSF adına katılımcı derneklerle birlikte bir çalışmaya imza attım.