Çanakkale’nin köpekleri

Dün Aydınlık’ta Yavuz Alogan arkadaşımın “Ankara’nın Köpekleri” başlıklı yazısını okuyunca, aklıma Ernest Jackh’ın anlattıkları geldi. Çanakkale Savaşı’nda Alman komutan General Liman von Sanders, köpekleri askerî talimlerde canlı hedef olarak kullanıyor. Köpekler baskınlarda havladıkları için, düşmana haber vermiş oluyorlar. Köpekleri kurşuna dizmek, bir bakıma istihbarata karşı koyma, öte yandan Alman generalin Türk askerini canlı hedeflerle iyi eğitmek için parlak buluşu! Ne var ki Türk köylüsü galeyana geliyor (Yükselen Hilâl-Bir Milletin Yeniden Doğuşu-, çev. P. Kuturman, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1946, s.174. Kitabı Temel Yayınları yeniden bastı).
GELENEĞİN KÖKLERİ
Köpek, çobanın sağ koludur, kapıdaki güvenliktir, ama bunların da ötesinde arkadaştır, can yoldaşıdır. Düşmana baskınları haber verse de, Türk köylüsü köpek öldüremez. Bu bir görenek, bir kültür. Hayvan sevgisinin köklerinde Türklerin Atlı Çoban Kültürü, hayvan besiciliği olmalı. Milattan önce üç binli yılların Asya bozkırlarına kadar uzanan bir gelenek.
O gelenek, Pir Sultan Abdal’a şu dörtlüğü yazdırıyor:
Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altına kuruluk sepin
Koşumdan koşuma gözlerin öpün
İrençberler hoşça tutun öküzü
ÇAĞDAŞ UYGARLIĞIN SINAVI
Beş bin yıl öncesinden beri at, koyun ve sığır besleyenlerin köpeklerle geliştirdiği dostluk, Çanakkale’de çağdaş uygarlığın sınavından geçiyor. Savaşta Alman komutanın değerleri ile Türk köylüsünün değerleri karşı karşıya geliyor. Savaş, Türk vatanı için veriliyor. Ancak Türk köylüsü için hayvan sevgisi, savaşın başarısı uğruna feda edilemeyecek bir yaşam ilkesidir.
Kapitalist uygarlığın köpeği, finodur. Bireycileşme ve yalnızlaşma ıssızlığında bir tedavi yöntemidir. Otorite kurma ve hükmetme hırsının doyurulmasında bir araçtır.
Henüz bu kapitalist uygarlığın kendisine benzetemediği Türk köylüsü ve halkı için köpek, bir arkadaştır, bir başka sevgi kaynağıdır.
AVRUPA’NIN EN YETENEKLİ KÖYLÜSÜ
Bu yazıya başlarken Türk halkının aptallığı tartışması aklımızda yoktu. Ancak bakınız yine önümüze çıktı. Çünkü en sonunda yaptığımız iş nedeniyle sürekli olarak karşılaşacağımız konu budur. Ve önümüzdeki süreçte Türk halkının yetenekleri ülkemizin geleceğini belirleyecektir.
Girdiğimiz bu çetin koşullardan halkımızın yetenekleriyle çıkacağız. ABD tehdidine direnme yeteneği, millî devleti yeniden örgütleme yeteneği, yeni bir toplum kurma yeteneği, hep bu yetenekle tarih yapacağımız bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Bizim bir kısım aydınlarımızın hor gördüğü Türk halkı hakkında yabancı gözlemcilerin çok parlak değerlendirmelerde bulunmaları garip değil mi?
Humhprey Sandwith’in 1855 Kars Kuşatmasının Öyküsü kitabında da aynı saptamalar var. Marx gibi çağımızın büyük devrimcilerinden İngiliz generallerine kadar, herkes Türk köylüsünün erdemlerini övüyor (Humhprey Sandwith, 1855 Kars Kuşatmasının Öyküsü, çev. Hamit Zafer Kars, Tarih Kitabevi, İstanbul, Mayıs 2017).
Marx, Avrupa devrimleri çağında “Avrupa’nın en yetenekli, en erdemli köylüsü Türk köylüsüdür, Türk halkıdır” diyordu (“Marx an Wilhelm Liebknecht, in Leipzig”, 4. Februar 1878, Marx/Engels Werke içinde, c.34, Dietz Verlag, Berlin 1985, s.317). Marx’tan 140 yıl sonra, sosyal medyaya bakınız bir kısım Türk aydını, Türk halkının aptallığını ölçüyor.
Köpek sevgisinden nereye geldik?
Ancak halka güvenmek de bir uygarlık ölçüsüdür. Çünkü Türkiye’nin önündeki uygarlığın biricik itici gücü Türk halkıdır.