Cercis usta
1965-66 Öğretim yılında Ali Emiri Orta Okulundan mezun oldum. Ailemin yoksul oluşundan dolayı, kısa yoldan hayata atılmanın yolu olarak Öğretmen Okulu parasız yatılı sınavlarına girdim ve kazandım. Diyarbakır’da iki öğretmen okulu vardı. Biri Ergani ilçemizin hemen yakınında kurulmuş bulunan Dicle Öğretmen Okuluydu. Dicle Öğretmen Okulu kapatılan Dicle Köy Enstitüsünün bir anlamda devamıydı. İlkokuldan sonra sınavla paralı yatılı öğrenciler alıyor, altı yıllık bir eğitimden sonra köylere öğretmen olarak gönderiyordu. Okul öğrencileri Köy Enstitüleri dönemindeki gibi üretim içinde olmasalar bile ülkü ve amaç olarak aynı ruhla eğitime devam ediyordu. 1970’lerin başlarına kadar bu yapısı devam etti. Bu nedenle, batıcı ve işbirlikçi iktidarlarla Öğretmenler arası hiçbir zaman iyi olmadı. Öğretmenlerin 1946’lardan 1980’lere varan mücadelesi apayrı bir konudur.
Benim sınavını kazandığım Öğretmen Okulu ise Diyarbakır Öğretmen Okulu idi. Diyarbakır Öğretmen Okulu şehrin merkezinde Orta Okuldan sonra parasız yatılı öğrenci alan üç yıllık bir okuldu. Okula kaydımızı yaptık ve yerleştik. Ben birçok ilki bu okulda yaşadım. Günde üç öğün yemek yemeyi, ilk takım elbiseyi, düzenli ders çalışma saatleri olan etütleri, düzenli banyo yapmayı, hatta banyoyu yatılı okuduğum bu okula borçluyum. Kitaplar ve defterler, hatta kurşun kalemler bile devlet tarafından bedelsiz veriliyordu. Ben ortaokulda okurken hiçbir zaman ne ders kitaplarım nede defterlerim tam oldu. Bir defter bilemedin iki defter ile yetinmek zorunda kalırdım. Defterin bir tarafında bir ders, arka tarafından diğer dersi işlerdim. Okul çantam hiç olmadı. Defter ve kitaplarımı elde taşırdım. Zaten bir defter bir kitaptan ibaretti taşıdıklarım. Hiç masam olmamıştı. Ortaokulu çift dikiş, zor bela bitirmiştim. Okuma arzum yok olmuştu. Eğer Öğretmen Okulu sınavlarını kazanmasa idim, okumayacaktım. Ortaokulu zar zor bitiren bir öğrenci iken uygun koşulları bulunca okulun en başarılı üç beş öğrencisinden biri oldum.
O yıllarda Öğretmen Okullarının bazı özellikleri vardı. Pedagojik ve Psikolojik eğitimin yanı sıra Resim, Müzik ve Beden Eğitimi derslerine çok özel bir önem verilirdi. İlk Müzik dersinde, Müzik Öğretmenimiz Fikret bey, herkesin birer mandolin alması gerektiğini söyledi. Bütün öğrenciler çarşıdan müzik aletleri satan mağazadan birer mandolin aldılar. Ben de babama mandolin almamız gerektiğini söyledim. Gittik mandolin satan dükkâna fiyatları sorduk, bize oldukça pahalı geldi. Daha doğrusu babamın bütçesine göre pahallıydı. Bunun üzerine babam, birde Cercis Ustaya bakalım dedi. Cercis Usta, Diyarbakırlıların Bayram Paşa, resmiyette ise Behram Paşa olarak bilinen Caminin yüz metre kadar ilerisinde, sokak arasında Pamuk Şekeri dediğimiz şekerleri yapan makineleri yapıyordu. Babamla birlikte Cercis Ustaya gittik. Ben kafamda Cercis usta Mandolinden ne anlar diye düşünüyordum. Cercis Usta o zaman 50 yaşlarında sarı saçlı beyaz tenli, uzun boylu ve oldukça iri cüsseli bir adamdı. Hıristiyan olduğu söylenirdi. Gazocağı, Lüks denilen lambaları ve daha birçok şeyi tamir ettiğini bilirdim. Ama müzik aletleri ile ilgisini duymamıştım. Cercis Ustanın dükkânına vardık ve babam, oğlana bir mandolin lazım sende bulunur mu? Diye sordu. Cercis Usta, şöyle bize bir baktı, bir eski mandolin vardı bir bakayım dedi ve bir hurdacı dükkânına benzeyen dükkânın içinde şöyle bir bakındı. Hah işte şurada diye sadece tahtası olan bir mandolin eskisi vardı elinde. Ben bunu boyar tellerini takarım. Yarın gelin alın dedi. Fiyatını sorunca, babama mağazanın beşte biri bir fiyat söyledi. Babam da kabul etti. Ben Cercis Ustanın elindeki rengi kaçmış, daha doğrusu renksiz, telsiz bir cismin nasıl bir mandoline dönüşeceğini merak edip düşünmeye başladım.
Ertesi günü gittim mandolini almaya, Cercis Usta, mandolini Kahverengi bir boyayla boyamış tellerini takmıştı. Bana al fıstık gibi oldu. Güle güle kullan dedi. Başka çarem olmadığı için Cercis Ustanın yeniden yarattığı mandolini alarak okulun yolunu tuttum. Okulda herkesin mağazadan alınmış cilalı, açık sarı mandolinleri var. Benim ise kahverengi bir mandoline benzer bir cisim var elimde. Gören öğrenciler dalga geçmeye başladılar. Bende onlar gibi düşünüyorum. Bu elimdeki şey, mandolinden başka her şeye benziyordu. Müzik dersinde, öğretmenimiz mandolinleri alıyor akortlarını yaparak geri veriyordu. Biz daha akort yapmayı bilmiyorduk. Sıra benim elimdeki nesneye takıldı. Ver bakalım dedi nerede buldun bu mandolini. Ben utana sıkıla uzattım elimdeki mandolini. Öğretmenim penayla mandolinin tellerine dokunur dokunmaz yüz hatları değişti. Kızacağını ve bu olmaz diyeceğini düşünürken çalmaya devam etti. Bütün sınıf hep birlikte seyrediyor ve dinliyoruz. Ne olduğunu bir türlü anlayamadık. Bir süre daha çaldıktan sonra kafasını kaldırarak, sevinçle bu mandolini kim yaptı. Harika bir şey bu, hayatımda böyle güzel bir çalgı aleti görmedim. Akordu da çok güzel yapılmış, bu mandolini yapanla mutlaka tanışmak istiyorum dedi. Gerçekten öğretmenimiz benim mandolini çalarken diğerlerinden çok farklı, kulağa daha hoş gelen bir sesi olduğunu gördüm. Daha sonra öğretmenimi Cercis Usta ile tanıştırdım. Cercis Usta şöyle diyordu öğretmenime, ben her türlü müzik aletini hem çalar hem de tamirini yapabilirim. Piyanodan kemana, cümbüşten uda, klarnetten zurnaya, kanundan gitara aklınıza gelen her türlü müzik aletiniı tamir ederim. Ben aslında her şeyi tamir ederim diyordu Cercis Usta. Cercis Usta, her parmağında on marifet olan seçkin bir insandı. Babasının Ermeni, annesinin ise Süryani olduğu söylenirdi. Diyarbakır’da artık Cercis Ustalar yetişmiyor. Yeni kuşakların Cercis Ustaları bilmeleri ve unutmamaları dileğiyle yazdım bu yazıyı