Cesaret Ana ve çocukları(1938-39)
Brecht, Almanya’da giderek güçlenen Hitler’in kısa bir süre sonra bir savaş çıkartacağını sezmişti. Bazı aldatmaca anlaşmalar, savaş çıkmayacağı konusunda birçok kişiyi rahatlatmış olabilirdi, ama o, tarihsel bilinci olan bir aydın olarak savaşın kaçınılmaz olduğunu hissediyordu. Bunun için bir radyo oyunu olan Lukullus’un Yargılanması ile Cesaret Ana ve Çocukları adlı oyunlarını yazmak için kolları sıvadı.
Yabancılaştırma Etmeni’ni sağlamak için Almanya tarihinin karanlık bir dönemi olan, 1618 ile 1648 tarihleri arasında olagelmiş olan Otuz Yıl Savaşları’nı1 ele aldı. Böylece, estetik uzaklık için gerekli olan historiesierung’a, yani ‘tarihselleştirme’ye yöneldi. Bu dönem, kültürel, ahlaksal ve ekonomik açıdan Almanya’yı gerileten bir süreçti. Katolik ve Protestan monarşiler birbirlerine düşmüşlerdi. Ancak bu süreçte dikkate değer yalnızca bir tek şey vardı, o da Barok şair Hans Jakob Christoffel von Grimmelshausen’ın (1622-1676) Simplicissmusi (1669) adlı yapıtıydı. Otuz yıl savaşlarına katılmış olan Grimmelshausen, savaşın dehşeti içinde, çıkartılan yangınların, yapılan yağmaların, hırsızlıkların, kadın ve kızlara tecavüzlerin, insanları çılgınlığa itip onları daha da vahşileştirdiğini, kara mizah içinde ele almıştı. Yazar, 1670 yılında, Landstörtzerin Courage (Baş Dalavereci Courage) ve Wunderbarliches Vogelnest (Harika Kuş Yuvası) adlı yapıtlarını yayımladı. Bunlardan ilki, Brecht’in oyununa kaynaklık etti. Brecht, her üç oyunu da yeni baştan okuyup yazacağı oyunun atmosferi için bilgi topladı. Grimmelshausen, kendi döneminin ilerisinde olan bir yazardı. Bir yandan savaşın dehşetinden, savaşanların vahşetinden sözederken, öte yandan da insan huyu üzerinde de çok doğru saptamalarda bulunmuştu. İnsanın hoşgörüsü ve iyi yanları ile önyargıları ve kötü yanları üzerinde alaylı bir üslûpla durmuştu. Grimmelshausen’ın dünyanın gidişatından, monarşilerin despotluğundan ve Kilise’nin baskısından büyük rahatsızlık duyduğu anlaşılıyordu. Ayrıca, yazarın Brecht’i çeken başka bir özelliği de, canlı, dosdoğru, yalın, etkili ve sıcak bir anlatıma sahip olmasıydı.
Grimmelshasen’in Courage’ı, Simplicissimus’un serseri olanıydı. Bir kontun yasa dışı kızı olan Courage, kendisini savaşın içinde, aşk da dahil olmak üzere çeşitli serüvenlerin içinde buluyordu. Aldatıyor, dalavere çeviriyor, asker gibi savaşıyor, orospularla çatışıyor, askerlerin peşinden gidip satıcılık yapıyor ve sonunda da yaşamını çingeneler ile geçirmeyi seçiyordu.
Brecht, Cesaret Ana’nın zaman dilimi, atmosferi, çevresi ve insanları için Grimmelshausen’e borçludur. Adı, Anna Fierling olan ‘Cesaret Ana’, satış arabasıyla, İsveç ve İmparatorluk ordularının peşine takılan bir satıcıdır; askerlere postal, gömlek, brandi vb. satarak geçimini sağlar. Değişik babalardan olmuş, ikisi oğlan, biri kız, üç çocuğu vardır. Oğlanlardan büyüğü gözüpek Eilif, küçüğü yavaş, ama dürüst Schweizerkas (İsviçre Peyniri) dir. Anna’nın kızı Katrin, çocukluğunda bir asker onu dövdüğü için, dilsiz ve zekâ özürlüdür, ama anaç ve sevecen bir kızdır.
Cesaret Ana, geçimini savaştan sağlar, bunun da bedelini öder; sırayla çocuklarını kaybeder. Schweizerkas, bir İsveş alayının muhasebecisi olur. İmparatorluk askerleri kampı basınca, para kutusunu saklar. Bu dürüstlüğü ona pahalıya mal olur. Ölüme mahkûm olur. Cesaret Ana, parayı ödeyip onu kurtarabilicekken, çok fazla pazarlık ettiğinden geç kalır. Schweizerkas kurşuna dizilir. Eilif ise, kuşatma sırasında yirmi sığırı köylülerin elinden aldığı için komutan tarafından kahraman ilân edilir. Ama barış sırasında da aynı eylemi gerçekleştirince, hırsızlık suçundan tutuklanıp kurşuna dizilir. Zavallı dilsiz Katrin, düşmanın, bir geceleyarısı baskınıyla Halle kentini ele geçireceğini duyunca, kentin çocukları zarar görmesin diye, yüksek bir yere çıkıp davulla bütün kenti uyandırır. Bu yüzden düşman askerleri tarafından öldürülür. Cesaret Ana tek başına arabasını çekerek orduya yetişmeye çalışırken oyun sona erer.
Etkili bir dille yazılmış olan Cesaret Ana ve Çocukları’nda çok iyi işlenmiş karakterler vardır. Yakalanmamak için Cesaret Ana’nın arabasına saklanan ve yüceltilmiş dille konuşan Protestan Rahip; bir süre Cesaret Ana ile yaşayıp ona evlenme teklif eden Aşçı; bir albayla evlenip zengin bir dul olan fahişe Yvette vb. gibi…
Brecht, Cesaret Ana’nın, kazancı için çocuklarını feda eden olumsuz bir karakter olduğu üstünde ısrarlıdır. O, ticaret güdüsü ile çocuklarını yitirmiş, ama savaştan yine de bir şey öğrenmemiştir. Ancak seyirciler Cesaret Ana için hep üzülmekten geri kalmamışlardır.
Bu oyunda birbirine sıkı sıkıya bağlı üç asal öğe vardır: savaş (baş kahraman), satış arabası ve Cesaret Ana. Anna Fierling’in kazancı değişkendir; barış olasılığı belirdi mi kazancı düşer, savaş başladı mı artar. Oyundaki renkli karakterler, küçük insana özgü naivlikleriyle olan bitenin pek farkında değidirler. Bu körlüğün baş kişisi Anna’nın kendisidir.
Bu oyun, Galile’nin Yaşamı’nda olduğu gibi, baş karakterin merkez olduğu bir oyun değildir, ama insanlar üzerinde büyük etkisi olan tarihsel bir olgunun resmidir. Çağdaş olanı, tarihsel yoldan aydınlatmak için yazılmış bir oyundur. Bu savaşta, kahramanlık maskelenmemiştir, ama bu kahramanlık büyük adamların eylemlerini kapsamaz. Ne Protestanların başı İsveçli Gustavus, ne de Katoliklerin başnda bulunan Kont Tilly oyunda görünmezler. Savaşın özellikleri küçük adamlar yoluyla gösterilir. Savaşın ticari yanı ise Anna Fierling’in çabaları ve yanılgıları ile anlam bulur. Anna satış arabasını ve kendini kurtarmak için Schweizerkas’ın ölüsünü gösterdiklerinde onu tanımamazlıktan gelir.
Oyundaki yıkımlara, öldürülere, tecavüzlere karşın, oyundaki tragedyayı sanki yokeden ve oyuna egemen olan ironi, bir paradoks gibi görünebilir. Oyunun başında, Çavuş, savaşın niteliği üzerine şöyle konuşur:
“Buralarda uzun zamandır savaş olmadığı anlaşılıyor. Şimdi sorarım size: o zaman ahlâk nasıl sağlanacak? Barışla mı, barış başıbozukluktur, düzensizliktir; düzeni sağlayan tek şey savaştır. (…) Sadece savaşta düzenli listeler ve kayıtlar ortaya çıkar; deri balyalanır; buğday düzenli bir biçimde çuvallara konur; davarlar ve insanlar doğrudürüst sayılıp emniyete alınırlar. Herkes bilir bunu: düzen olmazsa savaş da olmaz!”ii
Bu konuşma seyircide şok etkisi yapar. Doğru söylüyor, ama neden böyle? diye kendilerine sorarlar.
Çavuş ile Asker Yazıcı’nın konuşmalarını Cesaret Ana’ın sahneye girişi izler. Satışını yapmak için, koral biçimde, ironik bir ezgiye başlar:
“(…) Cesaret Ana geldi yeni postallarla Rahatça yürüyesiniz diye karda kışta.
Bitleriniz, pirelerinizz, yüklerinizle,
Toplarınız ve tüfeklerinizle yürüyerek
Boş mideyle mi gideceksiniz dövüşe,
Yeni postallar varken bende (…) “
Sonra da şarkının nakaratı gelir:
“Uyan artık, ey İsa!
Karlar eridi! Kurtuldu ölenler!
Yola koyulsun arda kalanlar!”iii
Alkol ve Anna’nın varlığıyla ısınmak isteyen ve bu yüzden onun arabasına sığınan Aşçı ile Rahip arasında geçen konuşma da aynı derecede ironiktir. Rahip savaşın süreceğini bildirir. Savaş sonsuza dek sürecektir. Ama yine de iyimser olacak yanları vardır. Savaş da bile barış vardır. Herkes birbirini yatıştırmalı. Biri bacağını kaybetti mi ağlar, ama o da bir önceki gibi, umut etmeyi sürdürür; diğeri bir saman yığının altında bir kadınla zevki safaya dalar ve başka savaşlar için gelecek nesillerin tohumunu atar Öyleyse, neden savaşların durması gerektir?.iv
Rahip’e göre, bu savaş aslında din uğruna yapılan kutsal bir savaştır. Bunun için Tanrı’ya şükredilmelidir. Aşçı, bu sözleri onaylar:
“Doğru. Bir bakıma bu bir savaş. Halktan para ve asker topluyorsun, öldürüyorsun, yağmalıyorsun, bir yandan kızlara tecavüz ediyorsun; ama öte yandan bu başka türlü bir savaş, bir din savaşı. Aksini kimse söyleyemez. Ama yine de insanı susatıyor”v.
Ama Rahip bile, dövülmüş ve tecavüze uğramış Katrin’i o halde görünce, başka şeyler de düşünmeye başlar:
“Söyleyecek hiçbir şeyim yok. Evlerindeyken bu utanç verici şeyleri asla yapmazlar. Bundan savaşı başlatanlar sorumludur. Onlar insanların içindeki kötülüğü açığa çıkarmasına neden oluyorlar"vi
Bu sözlerde Grimmelshausen’in duyguları yankılanır.
Cesaret Ana, savaşın ve kahramanlığın doğasını bir noktaya kadar sezmiştir; savaştan kazanç elde etmek için – Brecht’in sözleriyle – keserken “büyük bir makas kullanmak gerekir”. Aslında o bir ‘kör’ gerçekçidir; hem görür, hem görmez. Gözü yalnızca savaşı görür, ama sezgileri de o denli güçlüdür:
“Büyükbaşların dediklerine bakarsan, bu savaşı Tanrı korkusu ve doğru ve iyi olan uğruna yapıyorlar. Ama daha dikkatli bakınca o kadar aptal olmadıklarını, kazanç için savaştıklarını anlıyorsun Aksi takdirde benim gibi küçük insanlar onlarla birlikte olmazlardı”vii.
Anna Fierling’in, oyun boyunca, yalnızca bir kez savaşa sövdüğünü görürüz. O da Kattrin’in askerler tarafından dövülmüş ve tecavüz edilmiş bir durumda geldiğini görünce. Zaten onun dilsizliği çocukken bir asker tarafından dövülüp konuşma yetisini yitirmesinden ileri gelmiştir. Ancak Anna, bu rezalete bile gerçekçi bir gözle bakar; çünkü bu vahşet Kattrin’e ilerde nasıl davranması gerektiğini öğretmiştir. Ama bir sonraki sahnede şöyle der:
“Hiçbirinizin benim savaşımı berbat etmenize izin vermem. Güçsüzlerin silinip süpürüldüğü söylenir, ama onlar barışta da ölüp gidiyorlar. Savaş insanları daha iyi besliyor”viii.
O, hiç kuşkusuz, kahramanlık konusunda da bir otoritedir. General Tilly cephede ölmüştür ve ona, kahramanlara yapılan cenaze töreni düzenlenmiştir. Cesaret Ana, buna “demek ki kötü bir komutandı”, diye tepki gösterince, Aşcı buna, “neden kötü, diyorsun?” diye sorar:
“Çünkü cesur askerlere ihtiyaç duydu, nedeni bu. İyi bir harekât planı düzenlemiş olsaydı, cesur askerlere de ihtiyaç duyar mıydı? Sıradan askerler yeterdi. Hem, bir yerde büyük erdemlere ihtiyaç duyulması, orada bir bokluk olduğunu gösterir. (…) Doğrudürüst yönetilen bir ülkede erdeme ihtiyaç yoktur; herkes sıradan, orta zekâlı, hatta bana kalırsa, korkak bile olabilirler”ix,
Rahip Cesaret Ana’yı hayranlıkla dinler: ”İşinizi yürütmenize ve her zaman üstesinden gelmenize hep hayran olmuşumdur. Size neden Cesaret dediklerini anlıyorum”. Anna Fierling bunu şöyle yanıtlar:
“Yoksul insanların cesarete ihtiyacı vardır. Neden dersen, yitik insanlardır da ondan. Onların durumundakilerin sabah erken kalkmaları bile bunu gerektirir. Ya da tarla sürmeleri, hem de savaşta! Dünyaya çocuk getirmeleri bile cesaret ister, çünkü o cocukların gelecekleri belli değildir. Birbirlerini boğazlayıp, kesip biçtikten sonra, birbirlerinin yüzüne bakmak için bayağı cesaretli olmaları gerekir. Bir imparatora ya da bir papaya katlanabilmeleri de olağanüstü büyük bir cesaretin kanıtıdır; çünkü onlar bunu hayatlarıyla ödüyorlar”x.
Ama bu konuşmasından hemen sonra, Rahip’e, esprili bir biçimde, “Bana biraz yakacak odun kırabilirdiniz”, der. Rahip, isteksizce ceketini çıkarıp odun kırmaya hazırlanırken itiraz eder: “Ama ben ruhları iyileştiririm, oduncu değilim”. Anna yanıtlar: “Benim ruhum yok, ama oduna ihtiyacım var”.
Aradan onaltı yıl geçmiş, kentler yıkılmış, hastalık, açlık had safhaya gelmiştir. Geride Anna, Aşçı ve Kattrin kalmıştır. Açtırlar ve dilenmektedirler. Aşçı, “Dünyanın sonu geliyor”, der. Yetenekmiş, cesaretmiş, akılmış, ermişlikmiş, mutlulukmuş, hiçbir şeye yaramaz. Bu konuda bir şarkıyı Aşçı, yarı yıkılmış rahip evinin önünde dilenirken söyler. Aşçı Lamb’in anası koleradan ölmüş ona küçük bir meyhane kalmıştır. Cesaret Ana’ya onunla gelmesini önerir. Ama Kattrin’i istemez. Cesaret Ana , Kattrin gelemiyeceği için bu öneriyi reddeder. Herkes kendi yoluna gider. Cesaret Ana, Kattrin’le yalnız kalmıştır. Ama kısa bir süre sonra Kattrin’i de kaybedecek ve yoluna yapayalnız devam edecektir. Hâlâ satış peşindedir ve savaştan bir şey öğrenmemiştir.
Kapitalist sistemdeki toplumda erdem tehlikeliyse, belki her şeyi para için yapmak kutsal bir şey olabilirdi. Bu Brecht’in en sevdiği temalardan biriydi. Böylece, Cesaret Ana, oğlunun hayatını kurtarmak için düşmana rüşvet vermeyi düşünmektedir:
“Tanrıya şükür, rüşvete açıklar. Al tarafı, bunlar hayvan değil, insan. Para peşindeler, başka bir şey değil. Tanrı için bağışlama neyse, insan için de rüşvet aynı şey. Tek umudumuz bu. Rüşvet olduğu sürece yargıçların kararı da ılımlı olacaktır, Hatta rüşvet olduğu sürece suçlular bile mahkûmiyetten kurtulabilirler”xi.
Böyle acı paradokslar oyun boyunca sürer. Ve bunlar kara mizahı ortaya çıkarır. Bu paradokslar yoluyla bir yandan seyirciye haz verirken, öte yandan ince, zekâ ürünü, çarpıcı eleştiler yapılır. Brecht, bu olgunluk dönemi oyunlarında didaktik olmaktan daima kaçınmıştır. Öğretici konular, ince bir mizah süzgecinden geçirilerek verilmiştir. Oyundaki ezgiler, hernekadar kendi başlarına serbest de olsalar, Cesaret Ana’nın aksiyonuna ilişkili olarak yazılmıştır.
Konuşma örgüsünün kuruluşunda büyük bir çaba ve belli bir beğeni düzeyi olduğu izlenir; kullanılan dil, doğrudan, sıcak ve oyundaki karakter boyutlarını ortaya çıkartabilen bir ustalıktadır. Söylenenler öyle ince ve anlamlıdır ki, yalınlık içinde Brecht’in dünya görüşünü zenginliklerini içerir. Oyundaki paradokslarla gelişen kara mizah seyircinin anlamlı gülümsemesine yol açacak niteliktedir.
Alman eleştirmen Wolf, Cesaret Ana’nın savaştan bir şey öğrenmemiş oluşunu, yani değişmemiş oluşunu doğru bulmuyordu. Wolf da, Brecht de, – farklı dramatik görüşleri de olsa – aynı amaca hizmet ediyorlardı; her ikisi de “insanları değiştirmek” istiyordu. Wolf, “Alman halkını, kadercilikten uzaklaştırıp başka bir savaşa karşı nasıl harekete geçirebiliriz?”, diye soruyordu. Eğer Cesaret Ana, başından geçenlerden sonra değişse, daha iyi olmaz mıydı?xii
Brecht bunu şöyle yanıtladı:
“Bu oyun 1938’de, büyük bir savaşın eşiğinde olduklarını gördüğünde yazılmaya başlandı. Yazar, halkın felâketlerden bir şeyler öğrendiğine inanmıyordu. Yazarın gözünde, halk, bu yüzden yine yeni bir felâkete sürüklenecekti. Sevgili Friedrich Wolf, sen de bir yazar olarak, oyun yazarının gerçekçi olduğunu kabul edeceksin. Eğer Cesaret Ana bir şey öğrenmiyorsa – bence onu gören seyirci bir şeyler öğrenecektir”xiii.
1945’te İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde bile, Brecht, bu oyunun uyarılarını kaç seyircinin anladığı konusunda kuşkuluyduxiv. Savaşın bir toplumsal sisteme olan ilişkisini gösterebilmiş miydi?
“Otuz Yıl Savaşları Avrupa kapitalizminin en büyük ve en uzun süren çatışmasıydı. Ancak kapitalizmin altında ve içinde yaşayan bireyin savaşın gerekli olmadığını anlaması çok zordur; çünkü savaş kapitalizm için hayatı ve gerekli olan bir şeydir. Bu ekonomik sistem içinde büyükler büyüklerle, küçükler küçüklerle ya da büyükler küçüklerle çıkarları için savaşmak zorundadırlar. Artık gereksiz olan savaşı ve felâketi getiren Kapitalizmin kendi başına bir felâket olduğunun farkına varılmalıdır”xv.
i Bu yapıtta, Romalı Simplicissmus’un serüvenleri zekâ ürün bir üslûpla dile getirilmişti. Aklın önemini vurgulayan bu kitap halk üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Sonradan, 1896 yılında, Münih’te, Albert Langen ve Thomas Theodor Heine tarafından bu ad altında bir Alman karikatür dergisi çıkmaya başladı. Bu dergi 1954 yılında Olaf Iversen tarafından yeniden kurularak yayıma başladı.
ii Mutter Cesaret und Ihre Kinder, Szene 1, ‘Der Feldwebels Gespräch’, çev.: Ö. Nutku, Stücke 4, Suhrkamp Verlag, Frankfurt/Main 1967, ss., 1349, 1350.
iii A.g.y., çev.: Ö.Nutku, ss. 1350-1351, I. Tablo.
iv A.g.y., s. 1403, VI. Tablo.
v A.g.y., s. 1373, III. Tablo.
vi A.g.y., s. 1407, VI. Tablo.
vii A.g.y., s. 1375, III. Tablo
viii A.g.y., s. 1409, VIII. Tablo’nun başı.
ix A.g.y., ss. 1365, 1366, II. Tablo.
x A.g.y., s. 1404, VI. Tablo
xi A.g.y., s. 1388, III. Tablo.
xii Friedrich Wolf, “Formprobleme des Theaters aus neuem Inhalt”, Materialien zu Brechts ‘Mutter Courage und ihre Kinder’, Suhrkamp Verlag, Frankfurt/Main 1968 , pp. 86-90.
xiii A.g.y., s. 90.
xiv A.g.y., s. 92.
xv Brecht, “Gespräch mit einem jungen Zuschauer”, a.g.y., pp. 92-93.