CHP Kurultayı'nın ardından

Yerel seçimler kaybedilmiş, Cumhurbaşkanlığı seçimi bir fiyaskoya dönüşmüş ve CHP'ye gönül verenlerde umutsuzluklar yeşermişken yapılan bir kurultaydan önemli sonuçlar ve umudu artıracak bir heyecan ve dopdolu bir Türkiye projesi bekliyorsunuz değil mi?Ama öyle olmadı Türkiye siyasetinin en önemli figürü olması gereken CHP umutsuzlukları artıran sıradan bir kurultayı bize armağan etti.

Bu kurultay seçimler kurultayı da olsa halka bir Türkiye davası sunmalıydı. Silkelenen , özeleştiri yapan ve halka umut noktasında yeniden bir heyecan dalgası yaratacak bir içeriği olmalıydı. Olmadı, olamadı, olamazdı...

KILIÇDAROĞLU'NUN VÜCUT DİLİ

Muharrem İnce şiir münazarasına çıkmış heyecanlı, duygulu bir öğrenci gibiydi. Söyledikleri bir Türkiye davasından çok "o adamı!" yenmeye odaklanmış bir irade beyanıydı.

Kılıçdaroğlu ise bizi yanıltmadı. Bir kere konuşma sırasında kullandığı vücut dilini birilerine benzetmeye çalıştı. Bazı hareketleri sanki kendine öğretilmişti.

Hep ben dedi. Ben yaptım. Ben talimat verdim. Ben belediye başkanıma talimat verdim. Ben izin vermem. Ben tüzüğü değiştirmeseydim Muharrem İnce aday olabilir miydi? Ben, ben, ben... Bu benlik bize birilerini anımsattı.

Silivri'ye ben gittim, derken Ergenekon ve Balyoz projesini tek başına yıkan birisi gibi kendini lanse etti. TGB, İşçi Partisi, Ulusal Kanal, Aydınlık gazetesi, diğer sivil toplum kuruluşlarının çabaları ile gelinen bugünkü noktayı elinin tersi ile itti.

Gezi olayının neredeyse kendi sayesinde Taksim'de geliştiğini söyleyerek komik duruma düştü.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mezarını ziyaret etmeyi solculuk saydı. Bürokrat ve milletvekili iken acaba bu mezarlara kaç kere gitmişti, bu cevapsız kaldı; ama mezar ziyaretinin bir düşünce temeli olduğunu böylece anlamış olduk. Bundan sonra Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş gibi aslanların mezarına gitmeyenlerin solculuğundan şüphe edeceğiz!

Ben Dersimli Kemal'im diyerek devrimciliğini vurguladı. Demek ki bir yerli olmak devrimciliğin göstergesi olacak.

RTE'NİN AYYAŞ DEMESİNE KATKI

Mustafa Kemal Atatürk dedi. Ama CHP'nin onun kuruluş felsefesinden ve tam bağımsız bir Türkiye sevdasından neden uzaklaştığını söylemedi.

Yerel yönetimlere özerklik vereceğiz, derken zaten işi bitirdi. Kürt sorunun çözümümün Meclis'e taşınması ve siyaseten çözülmesi gerektiğini söyleyerek Öcalan'ın dediğini teyit etmiş oldu. Yerel yönetimlerin özerkliğini yıllardan beri BDP dillendiriyor. Bu özerkliğin belediye gelirlerini ve yetkilerini artırmaktan öte bir şey olduğunu hepimiz biliyoruz. Kılıçdaroğlu da açılımı bu söylemle bir bölünme projesine dönüştürmede CHP'ye bir rol biçti.

Rakılı sofralarda çalışmaya izin vermeyeceğini söylerken RTE'nın ayyaş demesine katkı yaptı. Bunu aile sorunu değil de kurultayda Türkiye'ye bir mesaj olarak vermesi manidardı.

CHP'nin gelecek seçimleri kazanması için en önemli mesajların ekonomi ile ilgili olması gerektiği halde yoksulluk ve aile sigortası ile ilgili cılız söylemlerden başka dolu dolu bir mesaj alamadık. Yoksulluğu tarihe gömeceğiz derken, Kılıçdaroğlu'nun da Tayyip Erdoğan gibi kendini kaybettiğini bu vesile ile anladık.

İKTİDAR OLMA DİNAMİKLERİNİ KAYBETTİ

CHP'nin sağa kaymadığını kanıtlamaya çalışırken ortaya koyduğu hususlar iktidara aday bir partinin söyleminden ziyade bir panelistin görüşlerini yansıtıyordu.

Heyecansız, içi boş, temellendirilmiş projeler sunmayan bu kurultay bize şunu gösterdi ki CHP iktidar olmayı başaracak dinamiklerini kaybetmiş ve Kılıçdaroğlu liderliği de bunu daha da kaybettirecek.

Bu durumda Türkiye'nin geleceğinin kararmaması için yapılması gerekenlerde artık gençlere çok iş düşüyor. Türkiye sevdası ve davası olanlara çok büyük sorumluluklar yükleniyor. 8 Eylül artık bir milat... Medetlerimizi başka yerlerde arayalım...