CHP’linin dramı

Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş, CHP’nin kendi tabanında da tartışma konusu oldu. Özellikle sosyal medya mecralarında, CHP’liler adalet yürüyüşünün kamuoyu gündemine yoğun biçimde gelmiş ve partilerinin gündeme oturmuş olmasından hoşnut göründüler. Biraz bu nedenle biraz da olan bitenin geniş açılı bir çözümlemesini yapma iradesinin CHP’lileri çoktan terk etmiş olmasının etkisiyle, eleştiri ve uyarılara yüksek perdeden tepkiler verdiler.

CHP’lilerin eleştiri ve uyarılara karşı tahammülsüz tepkileri gözlendiğinde, derinde yatan bir psikolojiyi yakalamamak neredeyse imkânsız. Normal şartlar altında ana muhalefet partileri iktidara en yakın partilerdir. Oysa Türkiye’de iktidar partisi ile ana muhalefet partisi arasında yirmi puandan fazla fark var ve bu fark CHP’ye oy veren kitlelerde bile artık neredeyse kanıksanmış durumda. CHP’liler CHP’nin krizini paylaşıyorlar. Bugün en militan taraftarı bile olası bir genel seçimde CHP’nin iktidar olamayacağını biliyor ve oy beklentisini en fazla % 29-30 bandına kuruyor.

Bugün ortalama bir CHP üye veya taraftarı açısından en büyük sorun, neler olup bittiğine ilişkin gerçekçi bir analiz yapmakta zorlanmasıdır. Adalet yürüyüşünün sahiplenilmesinde görülen vurgular, eşitlik ile adaletin birbirine karıştırıldığını çok somut olarak ortaya koyuyor. Örneğin açılım sürecinde yapılanları değerlendirdiği bir miting konuşmasında, “bunlar daha ne ki? Daha Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz, heykelini!” diyen birinin hapse girmesi adildir. Dünyada tarihsel ve toplumsal koşulların üstünde bir adalet kavramı yok. Ülkenin bölünmesi için taraf olan, belediyenin araç-gereçlerini terör örgütüne tahsis edenlere verilen hapis cezası adaletin tecellisidir. Oysa CHP merkez karar kurulu, yürüyüşün Edirne’ye yani Selahattin Demirtaş’ın kaldığı hapishaneye kadar uzatılması önerisini ciddi ciddi tartışabilmektedir.

Peki ama bu analitik eksiklik yani dünyayı okumakta ve sol dünya görüşünü doğru bir teorik zemine oturtmakta CHP’nin yaşadığı sorun nereden kaynaklanıyor?

Bunun başlıca nedeni, CHP’nin programından antiemperyalizmi çıkarmış olmasından geliyor. Dünya hala emperyalizm çağında yaşıyor. Günümüzde ABD, emperyalist ülkeler bloğunun liderliğini yürütüyor. Dolayısıyla tam bağımsızlık emperyalizme karşı koymayı mümkün kılacak bir programa sahip olmayı gerektiriyor. CHP’nin programına bakıldığında ise ABD öncülüğündeki dünya kapitalist sisteminin içinde yer alma iradesi görülüyor. Avrupa Birliği, NATO, serbest piyasa ekonomisi, batı ile bütünleşme diye özetleyebileceğimiz program maddelerini bir irade beyanı haline getirdikten sonra Atatürk’e ve tam bağımsızlığa yaptığınız bütün atıflar hitabet sanatının sınırları içinde kalmaya mahkûmdur.

Bu noktada devreye CHP’nin ideolojisi, programı ve yönetici kadroları ile tabanı arasındaki çarpıcı kopukluk giriyor. Aslında iki CHP var: Bir tarafta gerçek CHP, diğer tarafta ona oy veren ve onu kararlılıkla savunan kitlelerin hayallerinde yaşattıkları bir imaj olarak CHP. Bu partinin tabanı kendisine antiemperyalist, ulusalcı, Kemalist vb. sıfatlar takılmasından hoşlanıyor. Kendisini ‘devrimci’ olarak tanımlamayan CHP’li neredeyse yoktur. Oysa CHP,

on yıllar süren bir ideolojik dönüşüm sürecinden sonra dünyaya batı sistemi içinden bakan ve iktidara gelmesi halinde sınırlı bazı sosyal adalet düzenlemeleri yapmakla yetinecek olan bir partiye dönüştürüldü. İşte bu noktada CHP ile CHP’li arasındaki makas açıklığı oluşuyor.

Ortalama bir CHP taraftarı, Uğur Mumcu’ların katledilmesinden büyük ve samimi bir acı duyar. Emperyalizme karşıdır. Ama Atatürkçü aydınları katleden kuvvetin NATO üyesi ülkelerde komünizme karşı mücadele amacıyla kurulmuş gladyo örgütlenmesi olduğu gerçeğine gözlerini kapar. Partisinin NATO’cu olduğunu, İncirlik üssünü kapatma gereğini, NATO’nun vurucu gücü FETÖ’nün cinayetlerde tetikçilik yaptığını, bu belayı Türkiye’nin NATO’dan çıkmadığı müddetçe nihai olarak temizleyemeyeceğini düşünmeye zaman ayırmak istemez. Bu nedenle CHP’li, NATO üyeliğini sürdürmek isteyen bir programa oy ister. Kuvvayı milliyecilik hoşuna giden bir statüdür. Ama Avrupa Birliği’nin emperyalizmin merkezlerinden biri olduğunu görmezden gelir. Onu Atatürk’ün hedefi olan bir birlik zanneder. Oraya oy ister.

CHP’liler Atatürkçüdür. Ama Atatürk gibi yapmaktan yana değil, samimi bir Atatürk hayranlığı ve sevgisi duymak anlamında Atatürkçüdür. Yani Atatürkperverdir. Devrimciliği, Atatürk’ün yaptıklarını muhafaza etmek olarak düşünür. Bu nedenle Atatürk gibi yaparak devrimi ilerletecek en tutarlı programı aramakla zaman kaybetmez. Kalabalığı arar. Arkasına bakar. “Biz kaç kişiyiz” diye sorar.

CHP’li kalkınmacıdır. Sanayileşmek, üretmek ve bağımsızlık onun hayalidir. Ama azgelişmiş bir ülkenin serbest piyasacılıkla kalkınamayacağı gerçeğini görmezden gelir. Karma ekonomiye, planlı kalkınmaya ve devletçiliğe yan bakar. Onları Atatürk zamanının yani 1930’ların gerçeği olarak görür. O çağa ayak uydurmaktan yana olmak adına liberalizmin hegemonyası altından, yani sistemin içinden bakar. Bağımsızlıkçıdır ama serbest piyasaya oy ister.

Sosyal demokrasi bir ara ideoloji olarak kendi sağından ve solundan hizalanır. Türkiye’de CHP’nin solunda Vatan Partisi var. Başka sosyalist partiler de var fakat onlar milli değerlerden kopuklukları ölçüsünde CHP’lilerin ana gövdesini etkileme imkânına sahip değiller. Bağımsızlıkçılık ve ulusalcılıkta ısrar eden CHP’liler, bu ilkeleri söylem düzeyinde değil tutarlı bir ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel program dâhilinde savunan Vatan Partisi’ne doğru yönelme ‘tehlikesi’ altındadırlar. Bu durumu iyi bilen CHP yönetimleri gerek doğrudan gerekse etkileri altında tuttukları sendika, dernek, oda, baro vb. örgütlerde bir Vatan Partisi korku ve nefretini örgütlemek için ellerinden geleni yaparlar.