CHP'yi kurtaracak lider

Geçtiğimiz haftaya CHP’deki olaylar damga vurdu. Baykal’ın Kılıçdaroğlu’na çağrısından sonra partide yeniden genel başkanlık tartışmaları başladı. Fikri Sağlar’ın disipline verilmesi ve Selin Sayek Böke’nin görevlerinden istifası CHP’deki tartışmaların önümüzdeki haftalarda da gündemi meşgul etmeyi sürdüreceğini gösteriyor.
Ne zaman “CHP’de sular kaynıyor” başlıklı bir haber görsem, bilirim ki haberin içeriği CHP’yi kurtaracak bir liderin arayışına dairdir. Geri kalan bütün faktörleri göz ardı edip, mucizeler yaratacak bir lideri beklemek, tarihi büyük adamların yaptığını sanmak gibi sol düşünce geleneğine aykırı bir tutum aslında. 12 Eylül darbesinin sol üzerinde bazı etkileri oldu. Lider ile program arasındaki diyalektik ilişkiyi küçümsemeye başlamak bu etkilerden biri. Liderin özünde bir programın lideri olduğu gerçeğini inkâr etmeye başladığınızda, toplumun önüne koyacağınız programın geçerliliğini sorgulamayı bırakıyor ve tarihsel koşullardan münezzeh bir kurtarıcı aramaya başlıyorsunuz.
Tarihte sadece kişisel yeteneklerinden dolayı kitlelere önderlik etmiş bir lider yoktur. Bütün liderler, toplumun çözmek üzere önüne koyduğu sorunlarla ilişkili olarak rollerini oynarlar. Toplumsal sorunların çözümünde izlenecek yollar program adı altında toplayabiliriz. Bütün liderler birer tarihsel programın hayata geçirilmesi işine önderlik etmiş kimselerdir. Savunulan program geçersizse, yani toplumun gerçek ve çözüm bekleyen sorunlarına ilişkin değilse ya da toplum henüz o program üzerinden sorunlarını çözmeye ikna olmamışsa liderin kişisel becerileri tarihsel bir rol oynamasına yetmez.
Liderin önemsiz bir faktör olduğunu iddia etmiyorum. Lider önemlidir. Hatta bizimki gibi geleneksel ilişki ağlarının etkili olduğu toplumlarda liderin varlığı da kitlelere yetmez. O liderin bir de karizmatik olması istenir, beklenir. Çok partili siyasi tarihimizin iz bırakmış liderlerine şöyle bir baktığımızda Menderes’ten Demirel’e, Türkeş’ten Erbakan’a, Özal’dan Erdoğan’a kadar hepsinin kendi seçmenlerinin karizmatik lider talebine uygun olduklarını görüyoruz. Bu olgunun nedenleri ya da adı geçen liderlerin gerçekte ne kadar karizmatik oldukları ayrı bir tartışmanın konusu.
Liderin önemi hatta karizmatik olmasının beklenmesi başka bir olgudur, o liderin kitlelere bir programın içinden konuşması başka bir olgudur. Her tarihsel ve toplumsal program, kendi liderini yaratır. Yani her lider bir programın lideridir, o programın tarihsel birikimi içinden çıkar ve o programı temsil eder. Örneğin Atatürk deha düzeyindeki kişisel yeteneklerine rağmen, Osmanlı-Türk demokratik devrim hareketinin tarihsel birikimi anlaşılmadan doğru biçimde değerlendirilemez. Atatürk, Türk milletinin bağımsızlık ihtiyacına cevap veren programın lideriydi. Hem o programı oluşturan geçmiş mirasın içinden yetişmişti hem de sürmekte olan tam bağımsızlık talebine cevap vermekteydi.
Bülent Ecevit, 1960’ların sonlarında Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet İnönü gibi bir devi nasıl devirebildi? Eğer toplum sola doğru açılıyor olmasa, sanayileşme, kentleşme ve gerek nicel gerekse nitel olarak yükselen bir işçi sınıfı gerçeği olmasa, toplum önüne sol çözümleri
koymaz ve CHP’nin kendisini açıkça solda tanımlaması diye bir ihtiyaç kendisini dayatmış olmazdı. 1960 sonrası Türkiye’sinde temel siyasal ihtiyaç toplumsal gelişmelere soldan bir cevap vermekti. Ecevit ve arkadaşları bu ihtiyaca cevap veren “ortanın solu” adlı bir programın sözcüleri olarak yükseldiler.
Bugün CHP saflarında kimin daha iyi genel başkanlık yapacağı sorusu etrafında herkes tartışılmakta ama o müstakbel adayın topluma hangi çözüm demetinin içinden konuşacağı tartışılmamaktadır. CHP seçmeninin beklemekten usandığı iktidarı hangi lider getirebilir? Program-lider ilişkisini çoktan unutmuş olanlar arasında bu sorunun cevabı lider-toto oynamaktan ötesine gidemez. Gençlik yıllarım CHP’lilerden Baykal’dan kurtulmaları halinde partilerinin nasıl “uçuşa geçeceğini” dinlemekle geçti. Baykal partinin büyümesinin önündeki en büyük engeldi. Gözlemleyebildiğim kadarıyla şimdilerde CHP’liler Kılıçdaroğlu’ndan kurtulmayı başarırlarsa partinin nasıl uçuşa geçeceğini hesaplıyorlar. Kitlelerin karşısına milletin çözüm bekleyen hangi sorunlarına nasıl gerçekçi ve diğer partilerden daha inandırıcı bir programla çıkılacağı sorusu bu uçuş planlarına dâhil edilmiyor.
CHP, Avrupa Birliği’ne girmeyi savunuyor, hatta bu birliğin Atatürk’ün amacı olduğunu söylüyor. ABD ile hareket etmenin bir realite olduğunu, çağdaş dünyadan kopamayacağımız, aksi takdirde Baas rejimlerine döneceğimiz gerekçesiyle savunuyor. Serbest piyasa ekonomisinden yana, karma ekonominin 30’ların dünyası için geçerli olduğunu düşünüyor. NATO üyeliğinden yana, halkçılıkla laiklik ilişkisini “özgürlükçü laiklik” adını verdiği biçime dönüştürdü. CHP, Uğur Mumcu’nun daha 1980’lerin başlarında ifade ettiği üzere, aslında batılı ülkelerin merkez sağ partilerinin programlarına uygun söylemleri olan bir parti. Arkada kalan on yıllarda böylesi sistem-içi, reformcu bir programla kendisini sağ partilerden ayırması mümkün olamadı. CHP’de lider tartışmaları yapanların anlamak istemedikleri nokta, bu tür bir programın savunulduğu koşullarda partinin 1980 sonrasında bulduğu bulacağı en yetkin liderin Deniz Baykal olacağıdır. CHP genel başkanı olduğu dönemde siyaset bilimci kimliği, 50 yıllık siyaset tecrübesi, örgütçülüğü ve birikimi ile Baykal’ın lider olarak bir eksiği yoktu. Ama kendisini sağdan ayırmasını olağanüstü zorlaştıran bir programın lideri olarak Baykal, CHP’lilerin beklediği kurtarıcı olmayı başaramadı.
Bugünlerde Kılıçdaroğlu sonrasının tartışıldığı CHP’de hiçbir aday, Kılıçdaroğlu’nun karşısında Türkiye’nin ihtiyaçlarına daha uygun olduğunu iddia ettiği başka bir programla çıkmıyor. En radikal eleştiriler, ironik bir şekilde, liberal sol çevreler ve HDP ile ittifak konusunda yeterince kararlı olunamadığını düşünenlerden geliyor. Yani CHP’nin krizini daha da derinleştirmek isteyenlerden! Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganı etrafında toplanan seçmenleri temsil edebilecek kadrolar ise “ulusalcı bagaj” diye nitelendirilip çoktan tasfiye edildiler.