'Çiftçi ekmesin, Türkiye taş yesin'

“Buradan çiftçilere sesleniyorum, borcunu ödemeyen çiftçilere elektrik vermeyeceğiz. Borcunu ödemeyen çiftçi şimdi boşuna ekin ekmesin.”

Bu sözler DEDAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Mehmet Atalay’a ait. DEDAŞ bu zamana kadar borçlara mahsuben çiftçinin Ziraat Bankası’na yatan hibelerine el koyuyordu, köylünün özel mülkiyetine göz dikip hacizlerle tepesine biniyordu. Elektrik kesintileriyle mısırımızı, pamuğumuzu, ekinimizi kurutuyordu. Artık en yetkili başkanının ağzından çitçileri borçlarınızı ödemezseniz sakın ha üretmeye kalkmayın diyerek tehdit ediyor.

YA DEDAŞ BATACAK YA KÖYLÜLER

Mehmet Atalay’ın köylünün tarımsal sulamadan kaynaklı elektrik borçları sorununa çözümü bu. Borcu olan çiftçiye elektrik yok. Güneydoğu bölgesine elektrik dağıtımı yapan çiftçilerimizin yüzde doksanı DEDAŞ’a borçlu. Bu borçları ödeyecek durumları da yok. O halde önümüzdeki hasat dönemi dünyanın en bereketli topraklarından ürün kaldırmayacağız. Peki Türkiye ne yiyecek, ne içecek? Çiftçinin ekemediği bir dönemde millet nasıl yaşayacak? Bu sorular Sn. Mehmet Atalay’ı ilgilendirmiyor. Çünkü o başkanı olduğu özel şirketin kar etmesini ve ayakta kalmasını sağlamak zorunda. Bu durumda önümüzde iki seçenek duruyor. Ya DEDAŞ batacak, ya çiftçiler. Ya bankalar batacak ya da köylüler.

TAŞ YEME SEÇENEĞİ VE GIDA GÜVENLİĞİ

Mevcut durum devam ederse ve Sn. Atalay’ın çözümü uygulanırsa çiftçilerin batacağı dönem çok da uzak gözükmüyor. Bu sorun yalnızca Diyarbakır, Mardin, Siirt köylüsünün değil tüm Türkiye’nin sorunu. Köylünün sırtındaki girdi maliyetleri Türkiye’nin en büyük yükü. Çiftçimizin üretim gücünü koruması, ekmesi, biçmesi, üretmesi Türkiye için en önemli meseledir. Şimdi enerji maliyetleri de hiç olmadığı kadar yükseliyor. Peki bu kadar önemli bir sorunda hükümet niye sessiz kalıyor ve çözüm üretemiyor? Çünkü sorun artık ağrı kesicilerle, geçici tedbirlerle, iğnelerle, ilaçlarla tedavi edilecek durumda değil. Çözüm ameliyat. Borç kabusu altında yaşayan köylüyle, çiftçiyi tehdit eden özel elektirik şirketiyle, çiftçinin mülkiyetine çöken bankalarla devam edilerse gıda güvenliğimiz çok büyük tehlikeye girer. Türkiye’ye taş yedirme çözümü bir çözüm değildir, felakettir.

AMELİYATIN ADI: KAMULAŞTIRMA

Ameliyatın adı kamulaştırmadır. DEDAŞ derhal kamulaştırılmalıdır. Sadece DEDAŞ da değil. Bir an evvel, Türkiye’deki tüm enerji şirketleri kamulaştırılmalıdır. 21 Enerji şirketinin tamamı. Devlet otoritesi ve disiplini olmadan bu sorun çözülemez. Devlet’in halkçı ve kamucu yönetimi olmadan bölgemizdeki çiftçimiz kurtulamaz. Çiftçimiz kurtulmadı mı Türkiye içinde bulunduğu süreçten bir Üretim Devrimiyle çıkamaz. Tarımın verimi arttırılamaz. Devletimizin planlı, halkçı, kamucu geleneklerinin canlanmasının tam zamanıdır. Peki bu iş nasıl olacak? Cevabı tarihimizin içindedir.

DEVRİMİN KÖYLÜ FELSEFESİ

Biz bir köylü ihtilali yaptık. Daha yeni 29 Ekim’i kutladık. Cumhuriyet devrimi esas olarak bir Köylü Devrimiydi. Mahmut Esat, Türk İhtilali’ne “Türk Köylü İhtilali denilebileceğini belirtir.” Cumhuriyet devrimcilerine göre “Türkiye’de köylü meselesi, son büyük ihtilalden doğan yeni devlet sistemimizin bir direk, bir temel meselesidir.”

Köylü meselesi basit bir iktisadi kalkınma tartışması değildir. Öncelikle bir iktidar programıdır. Bir felsefedir. Atatürk şöyle sorar: “Türkiye’nin hakiki sahibi ve efendisi kimdir?” “Bunun cevabını derhal birlikte verelim” diyerek yanıtı yine kendisi verir: “Türkiye’nin hakiki sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür.”

KÖYLÜNÜN YENİ EFENDİSİ

Köylü milletin efendisidir. Köylünün tek çıkış yolu bu felsefeyi taşıyanların iktidarın içinde olmasıdır. Oysa köylümüz 1980 sonrası süreçte kambur ilan edilmiş, üretici aşağılanmıştır. Ziraat Bankası köylünün bankası olmaktan çıkarılmıştır, tarıma destek akçaları kaldırılmıştır. Bunlar yetmezmiş gibi bugün özelleştirilmiş elektrik şirketleri köylünün efendisi olmuştur. Şu anda “DEDAŞ köylünün efendisidir!” anlayışı geçerlidir. Çünkü başımıza getirdiğimiz hükümetlerin felsefesine göre anlayışlar şekillenmektedir.

TÜRK KÖYLÜ İHTİLÂLİ’NİN EN CESUR HAMLESİ

Bu anlayışı tedavülden kaldırmanın sırasıdır. Şirketleri kamulaştırmanın zor olacağından, çiftçinin girdi maliyetlerini düşürmenin imkansızlığından bahsedenlere ve Vatan Partisi’nin çiftçi batacağına bankalar ve özel şirketler batsın iradesini hor görenlere Türk Köylü İhtilali’nin en cesur hamlesini hatırlatmak istiyorum.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında en büyük tartışma köylünün belini büken ve tarımda yeniden üretim olanaklarını boğan Aşar vergisinin kaldırılmasıydı. Kemalist Devrim’in köylüyü efendi yapmak, köylünün yükünü hafifletmek ve üretim gücünü geliştirmek için yaptığı en cesur iş Aşar vergisini kaldırmaktır. Cesaret kavramının altını çiziyorum ve tekrar ediyorum. En cesur iş. Çünkü 15 Şubat 1925 günü 552 sayılı kanunla kaldırılan Aşar vergisi o dönem bütçe gelirlerinin üçte birini oluşturuyordu. Böylece devlet en büyük gelirinden vazgeçmiş oluyordu. Artık devlet bütçesine köylülerin katkısı %10’a çekilmişti. Ancak bu cesaret hemen karşılığını buldu. Aşar kabusundan kurtulan köylüye ferah geldi, daha çok üretme ve müreffeh yaşama arzusu güçlendi, millet üretim şevkine kavuştu. Türkiye’nin sanayi atılımı da bu üretim şevkine dayanarak sağlık bir gelişime açıldı.

KÖYLÜ AŞKI ve MALİ BAKIŞ AÇISI

İnönü’nün Aşar vergisinin kaldırılması hakkındaki şu vurguları bugünün çözümüne de ışık tutuyor:

“Mali bünyede yapılmış büyük, korkunç bir ameliyat idi. Mali bakış açısından tehlikeli bir sınava maruz kalan herhangi bir hükümet, ancak idealist bir köylü aşkı olmak hasletiyle, bütçenin asırlardan beri alışılmış üçte biri üzerinde böyle bir tecrübeye girişebilirdi.”

Kemalist Devrim daha ne cesur hamlelerle köylüyü milletin efendisi yaptı. Tazminatsız kamulaştırmalar yoluyla feodal mülkiyete ağır darbeler indirdi. Önümüzdeki dönem mülkiyet ilişkilerine dokunacak cesareti olmayanların çözüm bulması mümkün değil. İdealist bir köylü aşkı, millet aşkı olanların cesaretine ihtiyacı var Türkiye’nin.

Yok mu mali bünyede korkunç bir ameliyat yapacak cerrahlarımız?

Yok mu yeni Aşarları yine kaldıracak babayiğitlerimiz?

Yok mu özel şirketler yerine köylü aşkıyla yanan bir hükümet planımız?

Yok mu Dicle’nin sularını, köylünün emeğiyle topraklarımıza dökecek projelerimiz?

Yok mu çiftçinin bağrına hançer dayayan özel şirketi kamulaştıracak devrimcilerimiz?

Yok mu köylüyü yeniden milletin efendisi yapacak bir programımız?

Yok mu cesaretimiz?

Hepsi var. Vatan Partisi bu görevleri yapmak için var.