Çocuk hakları

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızda bazı belediyelerin kent konseylerinin adı kullanılarak hazırlanan “eşcinsel çocuklar da vardır” logolu afişler ve yapılan paylaşımlar, kamuoyunda büyük tepki uyandırdı. Batılı büyük devletlerin büyükelçilerinin ve pek çok ülkede darbeler tezgâhlayan Soros gibi vakıfların desteklediği, emperyalist çürümenin ürünü, sözde “sivil toplum” örgütlerinin ülkemizdeki uzantılarının paylaşımlarında masum çocuklarımızı sembolize eden figürler, eşcinselliğe yakıştırdıkları gökkuşağı renkleriyle birlikte kullanıldı.

Çocuklarımızı istismar eden bu afişler ve paylaşımlar nedense bazı çevrelerde “demokrasicilik” adına bir tepki görmedi. Hatta alttan alta desteklendi. Dini kullanan kimi yobaz tarikat mensuplarının çocuk istismarına hep birlikte gösterilen haklı tepki, bu son olayda yerini kimi “sol” çevrelerde tepkisizliğe, dolaylı/açık desteğe bıraktı. Adı kullanılan ilgili belediye yetkililerinin bile bu olayı en azından kınadıklarına dair bir bilgiyi biz henüz duymadık.

Çocuk hakları, çocuklarımızı istismar eden bu tür yoz çevrelerin ağzına alamayacağı kadar değerli, kutsal bir kavramdır.

Çocuklarımız, toplumumuzun gözbebeği, ulusumuzun geleceğidir. Çocuklarımızı korumak, gözetmek, özgür, mutlu ve sağlıklı bir ortam içinde eğitimlerine, kendilerini geliştirmelerine olanaklar yaratmak devletin, ulusun, ailenin ve tek tek bireyler olarak hepimizin en önemli görevleri arasındadır.

ÇOCUK SAYISINDA AVRUPA’DA İLK SIRADAYIZ

TÜİK verilerine göre ülkemiz Türkiye, 2019 yılı sonunda yüzde 27.5'e ulaşan çocuk nüfus oranıyla bu alanda Avrupa ülkeleri içinde ilk sıradadır. Genel nüfus içinde 1935'te yüzde 45; 2000'de yüzde 35.2 olan çocuk nüfusu oranının 2023'te yüzde 27'ye, 2040'ta yüzde 23.3'e ve 2080'de de yüzde 19'a gerileyeceği öngörülmektedir.

5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 3. maddesi (daha erken yaşta ergin olsa bile) 18 yaşını doldurmamış olan kişileri “çocuk” olarak tanımlamıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 6. maddesi de 18 yaşını doldurmayanları “çocuk” saymıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 1. maddesi “(...)daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır” demektedir. “Çocuk” tanımı yönünden ulusal mevzuatımızın bu uluslararası sözleşmeden daha ilerde olduğu söylenebilir.

Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizde çağdaş anlamda çocuk hakları alanında azımsanmayacak bir gelişme yaratılmıştır. Mevcut Anayasa’nın 41. Maddesi ailenin huzur ve refahının sağlanmasında, çocukların korunma ve bakımdan yararlanmasında, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu önlemlerin alınmasında devleti görevli kılmıştır. 42. maddede ise devlet okullarında parasız eğitim hakkı tanımlanmıştır. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununda zorunlu ve parasız eğitim hakkı 2012 yılında ortaöğretimi de kapsayacak biçimde düzenlenerek 12 yıla çıkarılmış ancak İmam Hatip okulları meslek okulu yapısından genel eğitim kategorisine eklemlenerek temel eğitimin “kesintisiz” oluşu rafa kaldırılmıştır.

OKULLAŞMADA NİCELİKSEL GELİŞME

Çocukların içinde bulunduğu yaş dilimlerini kapsayan eğitim öğretim kurumları alanında da sayısal veriler bakımından önemli gelişmeler sağlanmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının 2018-2019 istatistiklerine göre okullaşma oranları anaokulları için (5 yaş) yüzde 75.17; ilkokullar için (6-9 yaş) yüzde 98.28; ortaokullar için (10-13 yaş) yüzde 98.64; liseler (genel-meslekî; 14-17 yaş) yüzde 88.22 olmuştur. Zorunlu ortaöğretimde olması gereken çağ nüfusunun yüzde 11.78’i okul dışındadır.

Eğitim öğretimde ulaşılan bu niceliksel gelişmenin niteliksel boyuta ne ölçüde yansımış olduğu konusunda, öğretim programlarında, uygulamalarda, yönetimsel boyutta ve eğitimde fırsat, olanak eşitliği gibi temel ilkelerin uygulanırlığı konularında ciddi sorunlar vardır.

Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler’in Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi, çocuk haklarıyla ilgili görev ve sorumlulukların ulusal ve uluslararası düzeyde kurumsallaşmasına katkı sağlamıştır. Sözleşme içeriğinde, “taraf devletlerin çocuğu her türlü cinsel sömürüye, suistimale, esenliğine herhangi bir biçimde zarar verebilecek başka her türlü sömürüye karşı koruyacakları” vurgulanmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 71. Maddesi (bazı istisnalar dışında) on beş yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılmasını yasaklamıştır. Aynı maddede 18 yaşından küçük “çocuk ve genç işçilerin işe yerleştirilmelerinde ve çalıştırılabilecekleri işlerde güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve psikolojik gelişmeleri, kişisel yatkınlık ve yetenekleri dikkate alınır. Çocuğun gördüğü iş onun okula gitmesine, meslekî eğitiminin devamına engel olamaz, onun derslerini düzenli bir şekilde izlemesine zarar veremez.” denilmiştir. Yine İş Kanunu’nun 72. maddesinde “maden ocakları ile kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yeraltında veya sualtında çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılması”nın yasak olduğu hükme bağlanmıştır. Yasanın 73. maddesinde ise “on sekiz yaşını doldurmamış çocuk ve genç işçilerin sanayiye ait işlerde gece çalıştırılması” yasaklanmıştır.

720 BİN ÇOCUK ÇALIŞAN

Ülkemizde çok sayıda çocuğun gerek aile işlerinde ve gerekse ailesine gelir getirici başka işlerde çalıştığı bilinmektedir. Kayıtdışı istihdamın yaygın oluşu nedeniyle çalışan çocukların sayısal durumuna ilişkin kesin sayıları belirlemek güçtür. TÜİK tarafından 2019 yılı Ekim-Aralık aylarında hanehalkı işgücü araştırmasıyla birlikte 5-17 yaş arasındaki çocuklara yönelik “Çocuk İşgücü Araştırması” adıyla bir özel araştırma yapılmıştır. 31 Mart 2020 günü açıklanan bu araştırma sonuçlarına göre, 5-17 yaş grubunda olup da çalışan çocuk sayısı 720 bin kişidir. Çalışan çocukların yüzde 79.7'sini 15-17 yaş; yüzde 15.9'unu 12-14 yaş grubundakiler, yüzde 4.4'ünü ise 5-11 yaş grubundaki çocuklar oluşturmuştur. Çalışan her on çocuktan yaklaşık üçü kız, diğerleri erkektir. Bu çocukların yüzde 65.7'si aynı zamanda eğitime de devam etmekte, yüzde 34.3'ü ise devam edememektedir.

Çalışan çocukların yüzde 30.8'i tarım, yüzde 23.7'si sanayi, yüzde 45.5'i ise hizmet sektöründedir.

3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanununa göre, meslek okulu öğrencilerinin çıraklık ve kalfalık eğitimlerinin pratik bölümü işyerlerinde uygulamalı olarak yapılmaktadır. Çocuk İşgücü Araştırmasında çalışan çocuk olarak belirlenenler arasında 3308 sayılı yasa kapsamında çalışanlar da var mıdır, varsa hangi orandadır, bilinmemektedir.

Batının çürüyen kâr sisteminin bir diğer sonucu, kanayan yarası “sokakta çalışan çocuklar” diye kategorize edilen sokak çocuklarıdır. Her türlü güvenlikten yoksun, istismarın her türüne açık olarak sokağa terk edilen bu çocuklarımızın kesin sayısını belirleyebilmek zordur. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca, çocukların sokakta çalıştırılması ya da dilendirilmesinin önlenmesi için başlatılan uygulamayla 2017 Haziran ayından itibaren bu çocukların 11 bin 760’ına ulaşıldığı ve korunması, eğitimine devamı, topluma kazandırılması konusunda çalışmaların sürdüğü bildirilmiştir. Yine aynı Bakanlığın verilerine göre 2017-2018 yılında ülkemizde korunma altında bulunan toplam çocuk sayısı 20 bin 641’dir. Bu sayının ülke çocuk nüfusuna oranı on binde dokuzdur.

CUMHURİYETİMİZ YENİDEN ‘KİMSESİZLERİN KİMSESİ’ OLACAKTIR

Ülkemizin çocuk konusunda bir başka gerçeği de ülkelerindeki savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecilerin çocuklarıdır. Türkiye-UNICEF Ülke İşbirliği Programı verilerine göre 2018'in Aralık ayı itibariyle örgün eğitim programlarından yararlanan Suriyeli mülteci çocuk sayısı 645 bin 140'a ulaşmıştır. Ancak yaklaşık 400 bin Suriyeli mülteci çocuk, hâlen okul sisteminin dışındadır.

TBMM’nin kuruluşunun yüzüncü yılında sevgili çocuklarımızın adının hâlâ istismarlarla gündeme gelmesi hepimizin yüreğini incitmektedir. Çocuğun cinsel istismarı, şiddet görmesi, sokağa atılması, sağlıksız işyerlerinde geleceğinin karartılması, eğitim haklarından yoksun bırakılması, (büyüklerinin rızası olsa bile) sözde “şarkı yarışmaları”nda ve ticarî reklâmlarda görüntülü bir malzeme olarak kullanılması, vicdan sahibi herkesi derinden üzmektedir.

Sorun esas olarak yasalardan değil, bu yasaların uygulanmamasından, yükümlülüklerin yerine getirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Sorumluluğun asıl sahibi de elbette devlettir.

Halkçı, kamucu, bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, üreticileri baş tacı yapacak bir millî iktidarın yönetiminde cumhuriyetimiz Atatürk’ün tanımıyla yeniden “kimsesizlerin kimsesi” olacaktır.