Çocuklarımız ve yarıştırma sendromu

Her anne-baba çocuğu için en güzeli hayal eder. Doğduğu an, onu kucağına ilk aldığı an bu hayaller başlar ve çocuğu büyüdükçe devam eder. Ancak onlar için en güzeli hayal ederken onları bunaltıcı yarışlara itmek, onlar üzerinden kendini kanıtlamak, onların başarısını kendi başarısı zannetmek, kendi başaramadıklarını onlara başartmak için onların ruh sağlığını bozmak onlar için en güzeli hayal etmek değil, kendisi için bir şeyler hayal etmektir.

Bunları yazmamın nedeni 41 yıllık eğitimcilik yaşamımda gördüğüm çocuk ve gençlerinin birçoğunun yukarıdaki durumları yaşadığını ve çok muzdarip olduklarını gördüm. Zaten sınav odaklı, yani çocukları sıralama ve yarıştırma odaklı eğitim sistemimiz anne-babaları ve çocuklarımızı, gençlerimizi o yöne zorluyor…

Bir de anne-babalar çocuklarına “şu okulu mutlaka kazanmalısın, doktor-mühendis olmalısın” baskısına başladıklarında çocuklar çocukluklarını, gençler gençliklerini yaşayamıyor ve bu baskı altında bunalıyor. Sonra komşusu, arkadaşı, akrabası da bu yarışa dahil olup “benim çocuk şu okulu kazandı, seninki nereyi kazandı” karşılaştırması veya anne-babanın “ablan/ağabeyin şu okulu kazandı, girdi, sen de mutlaka kazanmalısın” baskısı çocuğun, gencin bunaltısını artırabiliyor.

Bazı anne-babalar birinci çocuğu çok önemseyip, ikinciye “arka tekerlek” gibi nahoş deyimler kullanarak ikincinin bireysel duruşuna, varoluşuna saygı göstermeyebiliyor. Belki de ikinci çocuk birinciyi arka tekerlek gibi takip etmeyecek, farklı yöne gidecek ve belki daha da başarılı, şımartılmadığı için daha dengeli, daha vefalı olacak…

MUTLU HUZURLU ÇOCUKLAR

Geçen hafta yazdığım gibi çocuk yetiştirmek bir sanat. Dikkat, özen ve sevgi gerektiriyor. Çocuklarımızın ne kadar sınav başarısı, hangi okul ve üniversitelerde okudukları değil, ne kadar mutlu, huzurlu, kendileriyle barışık, özgüvenli, başkalarına zarar vermeyen, iyi kalpli olduğu önemli.

Birçok anne-baba çocuklarının üzerindeki sınav baskısını anlayamayabiliyor. “Yaşı küçük, anlamaz, oyun zanneder, biz hissettirmedik, anlamaz” diye düşünüyorlar ancak çocuk ne kadar küçük olsa da bir sınavdan, gözlemden geçtiğini hissediyor. Her sınav çocukta başarma/başaramama stresi yaratıyor. Stres bazen hastalıkları bile tetikleyebiliyor.

Birçok anne-baba bu noktayı es geçip, çocuklarının, hatta torunlarının eğitim yaşamındaki başarısını böbürlenme vasıtası görüp onların mutsuz, hırslı, yarışmacı, yalnızca dış görünüşe, dış başarıya odaklı, içsel bir boşluk içinde olduklarını fark bile etmiyor. İçsel boşluklar bir duvara tuğlaları yerleştirir gibi adım adım yıllar içinde oluşuyor. O boşluklar oluştu mu sonradan dolmuyor.

Kısacası, çocuklarımızı yarış atı haline getirmemek, aşırı hırs, gösteriş, onları diğer kardeşlerle ve başkalarıyla yarıştırmamak demek. Aziz Sancar’ın eğitim geçmişine bakalım. Yarış ve sınav içinde değil, son derece mütevazi ortamlarda, okullarda yetişmiş ama Nobel’i kazanmış. Çocuğun içinde varsa, her okulda oluyor, çocuğun içinde yoksa en iyi okullar, özel hocalarla bile olmuyor. Mutlu ve kendisiyle barışık çocuk zaten başarılı oluyor, sınavları geçiyor, iyi üniversitelerden mezun oluyor…