Coetzee ile ‘Utanç’ çağına bakmak *

Vicdan duygusuyla yazmak... Güney Afrikalı romancı Coetzee dendi mi ilk aklıma gelen bu düşüncedir.

Coetzee, yalnızca romanın yüzyılına bir keşfi olarak doğmamış/adım atmamıştır. Bir yazarın, çağına tanıklık derdi olan bir yazarın/romancının vicdan duygusuyla nasıl yazabileceğini de göstermiştir bize. Üstelik bunu da roman sanatına yeni açılımlar getirerek yapmıştır.

Entelektüel anlatıcı kimliğinin biçimlenme seyrini az-çok Paul Auster’la mektuplaşmalarına (*), o benzersiz otobiyografik romanı Taşra Hayatından Manzaralar’a yansıtmıştır. Gene de örtüktür, saklıdır onun anlatı evreninin debisi. Her okuyuşta yapıtının bir başka yüzünün keşfine çıkarsınız.

Romanın bir söylem geliştirmek olduğunu bildiği kadar, bu anlatının biçimler örgüsünden oluştuğunu, anlatıcının da eninde sonunda biçim kurma/üslup geliştirme gibi bir derdinin kaçınılmazlığını vurgular bu iki yapıtında da.

Onun Paul Auster’a söylediği her şey bir anlam örgüsü de çıkarır karşımıza. İyi bir romancı/anlatıcının keşfi için benzersiz dile getirişlerdir bunlar.

Coetzee’nin her bir romanı sorgulayışlar içirmektedir. Hayata, insana, düzene ve dünyanın gidişatına dair ettiği sözler sarsalayıcıdır.

O, kendini dünyalılaştırmış bir yazardır. Gene de, romanlarını okurken, siz de şöyle bir akıl tutulması yaratır: Coetzee, Güney Afrikalı bir yazar. Bir sosyalist, beyaz ve muhalif... Geçmişteki ırkçı rejimin bütün yaptırımlarına/söylemlerine yazdıklarıyla karşı çıkmış biri. Yazıp ettiklerinin iklimi, bizi, daha farklı okumalara yöneltmektedir ister istemez.

Bu anlamda Utanç romanı onun en ilginç anlatılarından biridir. Coetzee’nin ayrımcılık politikasına bakışını temellendirdiği sorunsal öylesine incelikli bir biçimde anlatılmaktadır ki; yeryüzündeki tüm ayrımcı tutumları/politikaları, bakış açılarını, bireysel ve toplumsal durumlardan yola çıkarak sorgulaması; hayatın her alanında var olabilen bu gerçeklik için bir tür “tutum belirlemesi” önem kazanır. Bunu da bir romancı söylemiyle geliştirir Coetzee.

Dürtülerinin sürüklendiği yerde/durumda, bir bakıma, eros’un kölesi olan Prof. David, öğrencisiyle zorlayıcı bir ilişkiye girer. Bunun çalıştığı üniversitenin yönetimine yansıması onu sorgu komitesinin karşısına çıkarır. Suçlamayı kabul eden David’den istenen ise bunu/suçu kendi sözcükleriyle “itiraf” etmesidir. O ise şunu söyler: “ Suçumu kabul ediyorum. Daha fazlasına yokum.”

“Merhamet dilemesi” istendiğinde karşı çıkar. Önüne konan pişmanlık açıklamasını da imzalamaz. “Seni kendinden koruyacağız” sözlerine de sırtını döner, üniversiteden ayrılmak zorunda kalır.

Bir süreliğine, yaşadığı Cape Town’un uzağında bir kasabada çiftçilik yapan, kızı Lucy’nin yanına gider.

Romanın bundan sonraki seyri, Coetzee’nin ilk altı bölümde ele aldığı sorunsalın çok daha başka boyutlarını çıkarır karşımıza.

Bu ansızın gelen ziyaret “sığınma” gibidir aslında; kaçış, uzaklaşma, yüzleşme...

Coetzee, bir yandan insan davranışlarını sorgularken ötede de yaşanan yerin/tarihin yerdeşlik kültürünü/sistemini eleştirel bir gözle irdeliyor. Öyle ki; eksilerek/eksilterek, değersizleştirerek yaşama sorgusu hayatın her alanına sinmişken; bu bensellik sanrısını bir tür “infaz”a dönüştürmek, toplumda olagelen asal ayrımcılıkları göz ardı etmeye kadar götürebilir insanı.

Utanç’la, hayatın bu ikilemlerini öyle bir ince çizgide yakalayıp yansıtıyor ki Coetzee; doğrusu, bir anlatıcı olarak ondaki vicdan sorgusuna insanın şapka çıkarası geliyor.

Toplumda egemen kılınmaya çalışılan “iffetlilik” olgusunun, bir adım sonra neleri yaşatacağının da işaretidir aslında romanda anlatılanlar.

Bu, orada, ötede olanı da gör(e)meme/anlamama, sırtını dönmeyi getirir her zaman.

O yerde/coğrafyada yaşanan sorunsalı insan hakları temelinde ele alıp gündemleştiren romancının evrensel insanlık durumuna bakışı önemlidir. Çünkü, “utanç” hayatın her alanında yaşanaduruyor aslında.

Daha dün, insanlık onuru ayaklar altına alınan Onur Yaser Can, “polis takibi ve kötü muamele” nedeniyle canına kıymıştı. Ardından hukuk mücadelesi veren aile yenilgiye uğrayınca, anne Hatice Can aynı yolu seçmek zorunda kaldı...

“Utanç” her ülkede/yerde/iklimde, insanlık tarihinde farklı biçimlerde yaşanıyor, yaşatılıyor.

Romancı, vicdan duygusuyla dönüp bunlara bakmalı, anlatmalı ki; bu tür “utanç”lar hayatımızı bir ur gibi sarıp sarmalamasın artık...

(*) J.M.Coetzee’nin tüm yapıtları Can Yayınları’nca yayımlanıyor.