Çok kutuplu bir dünya ve doların geleceği

Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı Christine Lagarde, geçen hafta New York’taki ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR) toplantısında önemli bir “açılış” konuşması yaptı.

Küresel ticaret ve yatırımdaki son gelişmeleri analiz etti. ABD ekonomisinin ve doların dünya ekonomisindeki hegemonik hakimiyetinden uzaklaştığını saptadı. Tek bir ekonomik gücün ve hatta G7+’nın mevcut emperyalist bloğunun küresel ticaret, yatırım ve para birimlerine hâkim olmayacağı “parçalı”, “çok kutuplu” bir dünya ekonomisine doğru gidildiğini tespit etti.

Lagarde şunları söyledi: “Küresel ekonomi dönüştürücü bir değişim sürecinden geçiyor. Pandemi, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı haksız savaşı, enerjinin silahlandırılması, enflasyonun aniden hızlanması ve ABD ile Çin arasında artan rekabetin ardından jeopolitiğin tektonik plakaları daha hızlı kayıyor.”

EKONOMİK GÜÇ PARÇALANIYOR

Sunduğu nedenlere katılmayabilirsiniz ancak Lagarde’ın vardığı sonuç dikkate değerdir:

“Küresel ekonominin rakip bloklar halinde parçalanmasına tanık oluyoruz ve her bir blok dünyanın geri kalanını kendi stratejik çıkarlarına ve ortak değerlerine yaklaştırmaya çalışıyor. Ve bu parçalanma, sırasıyla dünyanın en büyük iki ekonomisi tarafından yönetilen iki blok etrafında birleşebilir.”

Yani parçalanma ve ABD liderliğindeki bir blok ile Çin liderliğindeki bir blok arasında bir savaşa dönüşme söz konusu. Lagarde ve ABD liderliğindeki emperyalist blok için endişe verici olan da budur: Küresel kontrolün kaybedilmesi ve küresel ekonomik gücün 1920’ler ve 1930’lardaki savaş arası dönemden bu yana görülmemiş bir şekilde parçalanması.

‘DÜNYANIN SONU’ YANILSAMASI

Lagarde, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından oluşan tek kutuplu ortamı şöyle tarif etti: “Soğuk Savaş’tan sonraki dönemde dünya son derece elverişli bir jeopolitik ortamdan yararlandı. ABD’nin hegemonik liderliği altında kurallara dayalı uluslararası kurumlar gelişti ve küresel ticaret genişledi. Bu durum küresel değer zincirlerinin derinleşmesine ve Çin’in dünya ekonomisine katılmasıyla birlikte küresel işgücü arzında büyük bir artışa yol açtı.”

Evet, bu günler yükselen ticaret ve sermaye akışlarının küreselleşme dalgasının; IMF ve Dünya Bankası gibi Bretton Woods kurumlarının kredi koşullarını ülkelere dayatan hakimiyetinin ve hepsinden önemlisi Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) katılmasının ardından emperyalist bloğun altına gireceği beklentisinin olduğu günlerdi.

‘ANGAJMAN’DAN ‘ÇEVRELEME’YE

Ancak işler beklendiği gibi gitmedi. Küreselleşme dalgası Büyük Durgunluk’tan sonra aniden sona erdi ve Çin, ekonomisini Batı’nın çok uluslu şirketlerine açma konusunda beklenen hamleyi yapmadı. Bu durum ABD’yi Çin’e yönelik politikasını “angajman”dan “çevreleme”ye çevirmeye zorladı. Ve bu politika son birkaç yılda giderek artan bir yoğunluk kazandı.  Ardından Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve ABD ile Avrupalı uydularının kontrolünü doğuya doğru genişletme ve böylece Rusya’nın sınır ülkeleri üzerinde kontrol kurma girişiminde başarısız olmasını sağlama ve Rusya’yı emperyalist bloğa karşı bir muhalefet gücü olarak kalıcı bir şekilde zayıflatma konusundaki yenilenen kararlılığı geldi.

SERMAYENİN GERİ ÇEKİLMESİ

Lagarde bunun ekonomik sonuçlarını yorumluyor:

“Ancak bu göreceli istikrar dönemi şimdi yerini daha düşük büyüme, daha yüksek maliyetler ve daha belirsiz ticari ortaklıklarla sonuçlanan kalıcı bir istikrarsızlığa bırakıyor olabilir. Daha esnek bir küresel arz yerine, tekrarlanan arz şokları riskiyle karşı karşıya kalabiliriz.”

Başka bir deyişle, küreselleşme ve emperyalist bloğa çok fayda sağlayan arz, ticaret ve sermaye akışlarının kolay hareketi sona ermiştir.

Buna verilen yanıt, korumacı önlemlerin yoğunlaştırılması (artan gümrük tarifeleri vb.); özellikle teknoloji ticaretinin kontrol altına alınması ve küreselleşmeyi tersine çevirerek daha önce dünyanın her yerine giden sermayeyi “yeniden depolama” ya da “friendshoring” (müttefik ülkeye kaydırma) girişimleri olmuştur.

DOLAR ALTERNATİFLERİ GÜÇLENİYOR

Lagarde’ın da belirttiği gibi: “Hükümetler, özellikle ABD’deki Enflasyon Azaltma Yasası ve Avrupa’daki stratejik özerklik gündemi aracılığıyla arz güvenliğini arttırmak için yasal düzenlemeler yapıyor. Ancak bu da firmaların beklentilerini ayarlamasıyla parçalanmayı hızlandırabilir. Nitekim Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından, tedarik zincirlerini bölgeselleştirmeyi planlayan küresel firmaların oranı bir yıl öncesine kıyasla neredeyse iki katına çıkarak yüzde 45’e ulaştı.”

Bu gelişmeler emperyalist bloğun dünya emekçilerinden artı değer elde etme kontrolünü kaybettiği anlamına mı geliyor? Özellikle ABD dolarının para birimlerinin imparatoru rolü, ticaret ve yatırımda diğer para birimlerinin tehdidi altında mı?

DAHA GİDİLECEK ÇOK YOL VAR

Emperyalist devletler tarafından Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımların dolar ve avro tutmaktan uzaklaşmayı hızlandırdığı kuşkusuz doğrudur. Ancak Lagarde, bu eğilimin küresel mali düzeni köklü bir şekilde değiştirmekten henüz çok uzak olduğu uyarısını da ekledi.

Lagarde haklı. Daha önceki yazılarımda da gösterdiğim gibi, ABD ve AB dünya üretimi, ticareti ve hatta döviz işlemleri ve rezervlerindeki paylarında zemin kaybetmiş olsalar da, bu anlamda ‘parçalanmış’ bir dünya ekonomisi ilan etmeden önce daha gidilecek çok yol var.

ABD doları (ve daha az ölçüde de avro) uluslararası ödemelerde baskın olmaya devam etmektedir. ABD dolarının yerini yavaş yavaş avro, yen ya da hatta Çin renminbisi (yuanı) değil, bir dizi küçük para birimi almaktadır.

BLOKLAŞMA YALNIZCA DOĞU-BATI ARASINDA DEĞİL

IMF’ye göre, merkez bankaları tarafından ABD doları cinsinden tutulan rezervlerin payı yüzyılın başından bu yana 12 puan düşerek 1999’da yüzde 71’den 2021’de yüzde 59’a geriledi. Ancak bu düşüş, IMF’nin ‘geleneksel olmayan rezerv para birimleri’ olarak adlandırdığı ve ABD doları, avro, Japon yeni ve İngiliz sterlini gibi ‘dört büyükler’ dışındaki para birimleri olarak tanımlanan Avustralya doları, Kanada doları, Çin yuanı, Kore wonu, Singapur doları ve İsveç kronu gibi para birimlerinin payındaki artışla eşleşti. Tüm bunlar, Ukrayna savaşından sonra uluslararası para birimlerinin gücündeki değişimin, çoğu kişinin iddia ettiği gibi bir Batı-Doğu bloğuna doğru değil, döviz rezervlerinin parçalanmasına doğru olacağını göstermektedir.

REZERV PAYI HALA YÜKSEK

Bu parçalanma, ABD-AB küresel hegemonyasının önemli bir temsilcisi olan Lagarde’ı elbette endişelendiriyor. Buna yanıt olarak büyük güçlerin benzer mali ve parasal tedbirlerle birlikte çalışarak “parçalanmayı” durdurmalarını ve mevcut düzenin sürdürülmesini öneriyor. Ancak reel GSYH ve yatırım büyümesinin yavaşladığı, hepsinden önemlisi sermaye karlılığının tüm zamanların en düşük seviyelerinde seyrettiği bir dünya ekonomisinde bu çok zor olacak.

Lagarde’a göre, ABD doları ve hegemonyası henüz tehdit altında değil, çünkü “yabancıların elindeki ABD kısa vadeli varlıklarının yüzde 50-60’ı ABD ile güçlü bağları olan hükümetlerin elinde. Yani jeopolitik nedenlerle elden çıkarılmaları pek olası değil.”

ABD’NİN HEGEMONYASI ‘TAVUK AYAKLARI’ ÜZERİNDE

“ABD karşıtı” Çin bile döviz rezervlerinde ABD dolarına büyük ölçüde bağlı kalmaya devam ediyor. Çin, 2005-2014 yılları arasında rezervlerindeki dolar payını yüzde 79’dan yüzde 58’e düşürdü. Ancak geçen on yılda rezervlerindeki dolar payını değiştirmiş görünmüyor.

Lagarde, uluslararası para birimi kullanımını etkileyen en önemli faktörün “temellerin gücü olduğunu söylüyor. Başka bir deyişle, yaşananların açıklaması, bir yanda emperyalist bloktaki ekonomilerin zayıflama eğilimi, on yılının geri kalanında çok yavaş büyüme ve çöküşlerle karşı karşıya kalması; diğer yanda ise Çin ve hatta Hindistan’ın genişlemeye devam etmesidir. Bu da ABD ve müttefiklerinin ağır askeri ve mali hakimiyetinin, görece zayıf verimlilik, yatırım ve karlılığın ‘tavuk ayakları’ üzerinde durduğu anlamına geliyor. Bu da küresel parçalanma ve çatışma için bir reçetedir.