Çünkü biz kardeşiz…

Bizi Hatay’a götüren uçakta Türkiye’deki tüm cemaatlerin ruhani liderleri var. Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız’ın girişimi ile Türkiye’nin inançlar mozaiği diyebileceğimiz iki beldesi arasında bir dayanışma köprüsü kuruluyor. Antakya’ya vardığımıza kafilemize Hatay müftüsü de katılıyor.

Antakya, tarihin sonsuzluğundan gelip geleceğin belirsizliğine yürüyen uzun bir matemin tam ortasında donakalmış gibi. Her yer yıkıntıların tozları ile kaplı, sokaklar kuru bir sessizliğe bürünmüş. Çeşitli cübbeleri ve başlıkları ile din adamları ve onların peşi sıra yürüyen bizler, zaman içinde yolculuk yaparak yarım kalan bir ayini tamamlamaya gelmiş acayip bir cemaate benziyoruz. Yıkılmış mabetleri ziyaret edip her dinin usulünce, yaralarımıza merhem olması için yüce Allah’a yakarıyoruz.

***

Büyük felaket ya da küçük kıyamet… Hatay’daki yıkımı kelimelerle tarif etmek çok zor. Antakya kent merkezinin neredeyse tamamı harap olmuş. Her ailede kayıp var, acı var.  22 binden fazla insan yaşamını yitirmiş, yüzbinlerce insan muhacir olmuş. Kentte kalanların çoğunluğu çadırlarda ve konteynerlerde muvakkat bir yaşam sürüyor.

***

İftarımızı bir konteyner kentte yaptık. Protokolden uzaklaşıp açık havada depremzedelerin arasına oturdum. Karşı sırada oturan orta yaşlı bir adamın dua edilirken uzaklara dalıp gidişine takılıyor gözlerim. Başını belli belirsiz sallayarak kim bilir hangi acı hatıraya dalıyor bu esmer adam? Ağırbaşlı hareketlerinde kim bilir yitip giden hangi can parçasının izleri var? İnsan acısının bu denli somutlaşıp adeta elle tutulur hale geldiği bir manzara pek az bulunur.

***

Yanımdaki gençler kuzen. İkisinin adının da Ahmet olduğunu öğrenince yerimi değiştirip aralarına oturuyorum, gülüşüyoruz. Biri oto tamircisiymiş, diğeri bu sene İngilizce öğretmenliğinden mezun olmuş. Öğretmen Ahmet, annesini babasını depremde kaybetmiş, şimdi kardeşlerine tutunmuş KPSS’ye hazırlanıyor.

Karşımızda bir kayınvalide-gelin var. Henüz yirmili yaşlarındaki Nurdan da bir öğretmen. İki haftalık evliyken evleri yıkılmış. Eşi ile beraber Ankara’da bir iş bulmuşlar, özel bir kurumda Türkçe öğretmenliği yapıyormuş. Ahmet’le meslektaş olduklarını öğrenen Nurdan, ona geçici öğretmenlik yapabileceği birkaç yer tavsiye ediyor. Ama Ahmet, yaz için başka bir işe söz vermiş zaten. Haftaya İzmir’e gidiyor, Gümüldür’de bir otelde çalışacak.

Tamirci olan Ahmet ise ağır hasarlı olan evlerinin yıkılmasını bekliyor. Şimdi hep beraber evin yanındaki çadırlarda yaşıyorlarmış. “TOKİ konusunda bir bilgi geldi mi” diye soruyorum, “henüz bize kimse bir şey söylemedi” diyor. Ahmet’in çalıştığı tamirhane yıkılmış. Ustası alet edevatı kurtarmış ama şimdi tamircilik yapabilecekleri bir yerleri yok. “Tamir işi var mı peki” diyorum, “var tabii ama, tüm sanayi yıkıldı nerede tamirat yapacağız” diyor. Mekanikçiymiş, “İnşallah bir dahaki sefere çalıştığın yere gelirim” diyorum, “İnşallah” diyor. Ahmet’in ablası “buyurun bir kahve için” diye ısrar ediyor ama yola çıkmamız lazım.

Tam ayaklanmışken altmışlarında bir adam önümü kesiyor. Halit Ağabey ile ne konuştuğumuz aramızda kalsın, zaten anlatılması pek zor şeyler, ayrılırken nasırlı ellerini sımsıkı, uzun uzun tutuyorum… Yola çıkarken “ağlamayacağım” diye kendi kendime söz vermiştim, karanlığa doğru uzaklaşıp kafileyi beklerken sözü tutmaya çalışıyorum, kendimi tutuyorum. O sırada hava nemleniyor, yüzüme bir iki damla yağmur düşüyor.

***

Küçük kıyametin enkazı arasından doğrulan bu vakarlı insanlar, tüm acılarına rağmen yaşama azmini ve umudu diri tutuyor. Çünkü biliyorsunuz, acının olduğu her yerde umut da vardır.

Güzel bayramların olsun Hatay. Yine geleceğiz, çünkü biz kardeşiz.