Çünkü, vicdanlı kapitalizm yoktur!
(Laissez faire (Bırakınız yapsınlar.)
Laissez passe (Bırakınız geçsinler.)
Laissez mourir (Bırakınız ölsünler.)
Türkiye ne yazık hemen her konuda bir uçtan- diğer uca, bir aşırılıktan diğer aşırılığa savruluyor her daim. Emir komuta ekonomisi ile reel faizleri negatife dönüştüren, kamusal sermayeli bankalara kredileri nereye ve hangi faizle vereceğini dikte ettiren, merkez bankası başkanlarını ikide bir değiştiren, döviz rezervlerini bir inat ve yanlış ideoloji uğruna eriten anlayıştan, şimdi de tam anlamıyla bir piyasa yücelticiliğine, adeta bir ‘piyasa tapınıcılığına’ doğru yeni bir savrulma yaşanıyor. Hâlbuki yıllar önce “Vicdanlı Kapitalizm Yoktur” isimli üçüncü kitabımda bu konulara dair geniş eleştiri-tespit ve alternatif önerilerimizi yazıp-konuşmuştuk. Bugün izninizle, o dönemlerde yayınladığımız bir yazımızı güncelleyerek bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyorum.
“…Klasik iktisadın kurucularından, liberalizmin de fikir babalarından İskoç asıllı ahlak felsefesi Profesörü Adam Smith’in 1776 yılında ortaya attığı 'görünmez el' teorisi ve her şeyin bir manada oluruna bırakılması anlamına gelen meşhur 'bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' sözünün bugün bittiği yerdeyiz. Çünkü Adam Smith’in teorisini kayıtsız-şartsız uygulayan bizim gibi gelişmekte olan ve ne hikmetse bir türlü gelişemeyen ülkeler ve ekonomiler bugün 'vahşi kapitalizmin' çıkmaz sokağına sürüklenmiş durumdadırlar.
Yaşadığımız Kovid-19 salgının üzüntüsü ve çaresizliği içinde, biraz da ekonomideki sistemi sorgulamamız gerektiği kanısındayım. Çünkü piyasalar da iktidarlar da salgın karşısında başarısız oldular.
Sınırsız finansal serbestleşmenin, koşulsuz yabancılaşmanın, ölçüsüz ve kuralsız özelleştirmenin ve 'piyasa tapınıcılığının' bizim gibi ekonomileri sürüklediği nokta, altta kalanın canının çıktığı bir orta çağ 'vahşi kapitalizmi' ile üretimden, istihdamdan kopuk, finansal cambazlıklar, manipülasyon ve spekülasyonlardan ibaret bir 'kumarhane' kapitalizmidir.
Adam Smith’in teorisinin piyasaların 'görünmez bir el' vasıtasıyla kendi yolunu ve dengesini bulacağına dair görüşün, ABD’de 2008 yılında başlayan son büyük krizle yerle bir olduğu ortaya çıktı.
Bugün yaşanan salgın sırasında da, piyasaların her şeye kadir olmadığı görüldü. Devletin müdahalesi, halkın parası ve bütçe imkânları sınırsız bir biçimde seferber edilmeden, 'piyasaların' rotaya sokulamadığını yaşayarak gördü bütün dünya. Tabii ki, bugünün dünyasında tamamen içine kapalı, gümrük duvarları ardına saklanmış, kapalı ve kolektivist bir ekonomik modelin de başarı şansının olamayacağı açıktır.
İşte bizim ekonomide üçüncü yol mümkün dediğimiz, özel – kamu karşıtlığı ya da piyasa – planlama çatışması yerine her ikisinin de belirli bir program ve dengede bir arada yürütüleceği yeni bir ekonomik programa, politika değişikliğine ve bakış açısına ihtiyacımız var.
Atatürk’ün 'karma ekonomik' modeli esasında bizim bir manada 'Amerika’yı yeniden' keşfetmemize gerek bırakmayacak kadar akılcı ve doğru.
Adam Smith’in, vahşi kapitalizminin ideolojik ve çıkarcı rüzgârına kapılırsak, yani 'bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' dersek, yaşadığımız salgında hastalananlar, yoksullaşanlar, işleri bozulanlar ve işsiz kalanlar için 'bırakınız ölsünler' manasına gelen bir felsefeyi, yani vahşi kapitalizmi savunmuş oluruz. Bu nedenle, altta kalanın canının çıktığı, vahşi kapitalizme, kumarhane kapitalizmine, ahbap – çavuş kapitalizmine de asla razı değilim.
İdeolojik saplantı ya da önyargılardan uzak, ulusun çıkarlarını, milli ekonomiyi, içinde 'insan' olan ekonomik programları ve felsefeyi savunuyorum. Büyümeye odaklanmış değil, merkeze insanı alan ekonomi politikalarını savunuyorum.
Rekabet edebilir, sermayenin tabana yayıldığı, gerçekçi kur uygulayan, üretimi ve istihdamı, ithalat ve borçlanmanın önüne koyabilen, piyasaya giriş engellerinin tekel ve kartellerin olmadığı, bölgesel ve sektörel desteklerin verildiği, planlama ile piyasaların, özel ile kamunun, yerine ve şartlarına göre bir arada olduğu, bir orta yol, bir üçüncü ekonomik 'karma' yol olduğu ve olması gerektiği düşüncesindeyim.
Acılar, felaketler, yoksulluklar, işsizlikler, eşitsizlikler, borçluluk, çaresizlik, baskılar kader değildir, olmamalıdır. Dünyayı saran ve sarsan korona salgını esnasında, yaşamda kalma mücadelesi verilirken, elbette sistem tartışması ilk önceliğimiz değildir.
Ama ben, gözünü kısa vadeli kâr hırsı bürümüş, piyasa tapınıcısı, acımasız vahşi bir kapitalizmin vicdanının olmadığı ve her türden felakete, yolsuzluğa, işsizliğe ve eşitsizliğe açık bir durum olduğu kanaatindeyim.
Biliyorum ki, sistem ve zihniyette köklü bir değişiklik yapamazsak kapitalizmden bu salgında da 'vicdanlı' bir adım beklemek aşırı iyimserlik olacaktır. Çünkü, son kitabımın isminde yazdığım gibi 'vicdanlı kapitalizm yoktur'!..”