Daha önceleri neredeydiniz?
Daha çok üretim daha çok kâr tutkusuyla yeni üretim araçlarını ve emeğin sürekli özgürleşip gelişmesini gereksindiği süreçte devrimci burjuvazi aristokrasinin yapısal gücünü, siyasal egemenliğini ve kurumsal geleneklerini zayıflatıp onun yerini alırken halk güçlerine dayanıyor; halkı, başta din olmak üzere tüm feodal bağlardan, her türlü gerici baskı ve hurafeden kurtarma yolunda bilimin olanaklarını da kullanarak Ortaçağ karanlığını yeryüzünden silme savaşı veriyordu. İbni Rüşt ve Dante'nin ardı sıra Da Vinci, Raffaello, Michelangelo, Brueghel gibi dev sanatçıların yükselişiyle birlikte, dine ve hayata inançla değil; dünya gerçekleri, akıl ve emekle bakma yönelişleri başlıyor, demeye kalmadan, Bruno ve Münzer'i Kopernik ve Galilei izliyor, peşlerinden Bacon, Shakespeare, Molière, -bizde Turan Dursun'un girişimini Fransa'da 300 yıl önce gerçekleştiren- Jean Meslier'yle sökün eden aydınlanma düşünürleri, bilginler dinsel yalanların ve her türlü hurafenin köküne kibrit suyu döktüler...
İÇGÜDÜSEL VARLIĞA TIKILMAK
Burjuvazi yüzyıllar içinde oluşturduğu köklü devrimci geleneği, çok geçmeden terk etmeye başladı: 1789'un izi sıra 1830 ve 1848 Devrimleriyle emeğin karşı hukukunu geliştiren işçi sınıfından ürkerek, Fransız halk şarkıcısı Béranger'nin söylediği gibi, düşlerdeki o iyi niyetli Tanrı'yı, aydınlığa karşı yeniden karanlığın esirgeyen kanatları altına alarak yoksulları susta durdurmakla görevlendirir. Zaman içinde din, devletin tüm kurumlarınca körüklenir. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında, emek ve komünizm düşmanlığını etkili biçimde sürdürebilmek, ulusal uyanışları işçi sınıfının mücadele tarihinden uzak tutabilmek için aklı yaşamdan kovmaya kararlı bir program izleyen emperyalist burjuvazi her türlü gerilik ve safsatayı yaygın iletişim araçlarıyla gündelik yaşamın tüm hücrelerine boca eder. BFS (bilim, felsefe, sanat); bilinci uyandırmak ve yükseltmek şöyle dursun, tam anlamıyla uyuşturmak ve köreltmek üzere kitleleri hurafeye yönlendirir. Aydınlar, kusursuz ihanet yöntemleriyle postmodernizmin saflarına geçerek aklın ürünü olan ne varsa tüketmek üzere son nefeslerine kadar çabalarken dünyayı da soluk alınamaz hale getirirler: İnternet; başta ceptel olmak üzere tüm cihazlara yerleşerek milyarlarca insanın her saniyesine el koyar, denetleyip biçimler, sonunda insanı iradesiz ve akılsız bir varlığa, içgüdülerine tıkar, içine kıvrılmış olarak kendi tükenişine yönlendirir.
AYMAZLIK SÜRÜYOR MU?
Bütün bir Soğuk Savaş dönemi, insanı Sade'ın kör ışığında aklın zorbalığından içgüdülerin derin karanlığına tıkma girişimlerinden başka bir amaç gütmeksizin programlandı. İşçi sınıfı toplumsal eşitlik ve katılımcı yönetim ilkesiyle dünyayı yeniden kurmak ve teknolojiyi de evrensel yarar için biçimlemek üzere devrimi gerçekleştiremezse otomasyonun genel kölelikle (serflik) sonuçlanacağını vurgulayan Marx'ın bu öngörüsü (Grundrisse), ne yazık ki artık herkes için yaşamsal bir organa dönüşmüş olan ceptel üzerinden, özel ve kamusal yaşamın her hücresine, her saniyesine el koyan Big Tech oligarşisinin dijital donanımlı Yeni Ortaçağ'da para, safsata ve zorbalıkla hüküm sürdüğü küresel egemenliğini mafyokrasinin taçlandırma aşamasıyla sonlanıyor.
Nicedir insanlığa yansıtma çabalarını görmezden gelerek konuya bugün el atanlara, doğrusu şu noktada, daha önceleri neredeydiniz, deme lüksümüz yok. Ne ki dünyayı tükenişe taşıyan oligarşinin insanlığa diz çöktürme amacındaki gezegen dışı hayat hurafelerini gizlediği köpüklere kapılarak sözde kurtarıcı niyetler beslediğine inanmış görünmek hiç hafifsenecek bir kasıt değildir; nitekim çeyrek yüzyıldır evrensel düzeyde sürdürülen kuramsal çalışma ve uyarıları yeni fark ediyor olmak da masum bir aldanış olamaz.
Umarız Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet'te başlattığı tartışmayı renkli köpükler üzerinde ilerletmek yerine (13.09.22), çok geç olmadan, Big Tech oligarşisinin mafyokratik işleyişini sergileme yönünde geliştirecektir. Bu sergilemeyi Aydınlık, 2020 Kasım'ında 50 dolayında aydın ve sanatçının katılımıyla gerçekleştirmiş, ne yazık ki tartışma, hiçbir örgütsel girişime taşınamayınca iç döküş ve sızlanmadan öte geçememişti.