Damlama ekonomisi
Birleşik Krallık hükümetinin yeni Başbakanı Liz Truss’ın ekonomi politikaları sadece solcular arasında değil, aynı zamanda ana akım ekonomistler arasında da heyecan yarattı. Yeni hükümet, İngiliz kapitalist üretiminin durgunluğu ve başarısızlığını, zenginler ve büyük şirketler üzerindeki vergileri kısarak aşacaklarını söylüyor. Onlara akan fazladan gelir, daha sonra ekonomik büyüme sağlayabilecek yatırım ve harcamaları artırmak için kullanılabilecek.
Bu, neoklasik iktisattaki çok eski bir fikre bir geri dönüş anlamı taşıyor: damlama ekonomisi (trickle-down economics). “Damlama” terimi, mizahçı Will Rogers tarafından, ortalama vatandaş için iyi olarak çerçevelenirken zengin veya ayrıcalıklıları destekleyen ekonomi politikalarını eleştirmek için kullandığı bir şaka olarak ortaya çıktı.
Damlama ekonomisi genellikle, kapitalist üretim için sorunun talep değil, üretimdeki başarısızlıklar olduğunu savunan iktisatçıların “arz yönlü ekonomi politikaları” dediği şeyin bir parçası olarak görülür. Arz yönlü delikanlıların istediği şey “esnek” bir işgücü ve daha fazla yatırımdan daha yüksek üretkenlik sağlanmasıdır. Yoksa, Keynesyenlerin iddia ettiği makro talep yönetimi değildir.
ZENGİNLER HARCAR FAKİRE DE ‘DAMLAR’
Damlama teorisinin en ayırt edici yönü, tasarruf edip daha fazla yatırım yapacak kesimlerin gelirlerini arttıracağı gerekçesiyle, ekonomik yelpazenin en tepesindekiler için vergi yükünün azaltılmasını savunmasıdır. Bu aslında yatırımı teşvik etmek için ücretler aleyhine iş dünyasının kârını artırma argümanından başka bir şey değildir. Buna göre, zenginlerin artan gelir ve kârı, paralarını harcadıkları ya da işlerine yatırım yaptıklarında, eninde sonunda geri kalanımıza da “damlayacaktır.”
Thomas Sowell gibi önde gelen ana akım arz yönlü ekonomistler, arz yönlü teori veya politikanın bir parçası olarak “damlamayı” reddediyorlar. Sowell şöyle diyor: “Tamamen beklenmedik bir şey yapalım: Durup düşünelim. Neden biri, B’ye damlayacağını umarak bir şeyi A’ya ‘vermemizi’ savunsun? Neden aklı başında bir insan bunu B’ye verip aracıyı ortadan kaldırmaz? Ama bütün bu sorular boşlukta yankılanır, çünkü ilk etapta birine bir şey vermekle ilgili bir damlama teorisi yoktu.”
AYN RAND’IN FELSEFESİNİN EKONOMİK ÖZ EVLADI
Teori, zenginlerin kısıtlama olmaksızın yönetmesi gerektiğini, acımasız kitlelerin onları takip etmesi gerektiğini ve açgözlülüğün iyi olduğunu düşünen Amerikalı Ayn Rand’ın aşırı sağcı felsefesinin ekonomik öz evladıdır. Gerçekten de, bu felsefe Britanya Başbakanı’nın yeni ekonomik danışmanlarına da nüfuz etmiştir. Bunlardan biri, sağcı yanlış adlandırılmış Vergi Mükellefleri İttifakı’nın eski CEO’su Matthew Sinclair. Bu kuruluş, bilinmeyen yabancı bağışçılar tarafından finanse edilmektedir. Sinclair, iklim bozulmasını önlemek için harekete geçilmesini savunan “Bırakalım Karbon Yesinler” (Let Them Eat Carbon) adlı bir kitap yazdı. Burada, “Ekvator bölgeleri zarar görebilir, ancak bunun Grönland gibi bölgeler tarafından dengelenmesi tamamen mümkün.” diyor. Öyleyse sorun yok; Küresel Güney’deki milyarlarca yoksul insan kızarsa veya boğulsa bile, Küresel Kuzey'dekiler iyi olacak!
Bununla birlikte, gelir vergilerinin düşürülmesinin geliri artıracağı teorisi, liberal ana akımdan sıklıkla destek alır. John F. Kennedy, vergi oranlarının ekonomi üzerinde olumsuz bir etki yaratabilecek kadar yüksek olabileceğini savundu. Kennedy, 1962’de Kongre'ye hitaben yaptığı konuşmada, “Vergi oranlarının bugün çok yüksek ve vergi gelirlerinin çok düşük olduğu ve uzun vadede gelirleri artırmanın en sağlıklı yolunun oranları şimdi indirmek olduğu paradoksal bir gerçektir.” dedi. Ve John Maynard Keynes, 1933'te, “Vergilendirme, amacını boşa çıkaracak kadar yüksek olabilir.” demişti. Uzun vadede, vergi oranındaki bir azalmanın, “bütçeyi artırmaktansa dengeleme şansı daha yüksektir.”
Ancak vergileri azaltmanın aslında devlet gelirini azaltmak yerine artırabileceği doğru mu? Teoriyi görebilirsiniz. Sağcı “damlama” savunucuları, zenginler için daha düşük vergilerin daha fazla yatırım ve harcama ve dolayısıyla herkes için daha fazla iş ve gelir, yani arza dayalı büyüme getireceğini düşünüyor. Liberal savunucular, ortalama gelirler artacağı ve daha fazla harcama olacağı için vergileri (herkes için) azaltmanın “ortalamanın yukarıya yükseleceği” anlamına geleceğine inanıyor. Bu fazladan talep de işletmelerin genişlemesine, yani talebe dayalı büyümeye yol açacaktır.
TEORİNİN AMPİRİK DESTEĞİ YOK
Ama “damlama”nın ve hatta “ortadan yukarı yükselme”nin ampirik desteği nedir? Vergilerin kesilmesinin daha fazla büyümeye ve dolayısıyla daha az değil, daha fazla devlet gelirine yol açacağı teorisinin önde gelen ekonomik savunucusu Arthur Laffer’dı. Ama o bile bunun ancak vergi oranları yüzde 50’nin üzerindeyse doğru olduğunu düşündü. Diğerleriyse daha ziyade yüzde 70 civarında olacağını hesapladı.
Aslında 1950’lerde kişisel gelir vergisi oranları en yüksek oranda yüzde 80-90’a ulaştı. Bu, o zamanlar Kuzey Amerika ve Avrupa’daki kapitalist ekonomik tarihteki en hızlı büyüme oranlarını etkilemiyor gibiydi. Yine de yeni İngiliz hükümeti şimdi zaten düşük olan en yüksek oranı yüzde 45’ten yüzde 40’a düşürmenin büyümeyi ve gelirleri artıracağını iddia ediyor.
Ampirik kanıtlar, “damlama teorisi” veya Laffer eğrisini desteklemiyor. ABD Kongresi Araştırma Birimi tarafından 2012’de yayınlanan analiz, en yüksek vergi oranlarındaki indirimlerin ekonomik büyüme ile ilişkili olmadığını, bunun yerine artan gelir eşitsizliği ile çok daha fazla ilişkili olduğunu buldu.
Vergi Adalet Ağı tarafından 2012'de yapılan bir araştırma, süper zenginlerin servetinin ekonomiyi iyileştirmek için akmadığını, bunun yerine yerel ekonominin vergi tabanları üzerinde olumsuz bir etkisi olan vergi cennetlerinde biriktirilme ve korunma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Uluslararası Para Fonu için araştırmacılar tarafından 2015 yılında yayınlanan bir makale, zenginler zenginleştikçe damlama etkisinin olmadığını savundu: “Eğer en zengin yüzde 20’nin geliri artarsa, GSYİH orta vadede düşer, bu da, gelir artışıyla sağlanan faydanın aşağı damlamayacağı anlamına gelir. Buna karşılık, en alttaki yüzde 20'nin (yoksulların) gelir payındaki artış, daha yüksek GSYİH büyümesi ile ilişkilidir.”
THATCHER’IN EŞİTSİZLİK REKORU
Politik Ekonomi Dergisi’nde 2019’da yayınlanan bir araştırma, damlama teorisinin iddialarının aksine, “vergi indirimleri ile istihdam artışı arasındaki pozitif ilişkinin büyük ölçüde düşük gelirli gruplara yönelik vergi indirimlerinden kaynaklandığını ve vergi indirimlerinin etkisinin istihdam artışındaki ilk yüzde 10 küçük” olduğunu ortaya koydu. Son olarak, London School of Economics and Political Science araştırmacıları tarafından hazırlanan 2020 tarihli bir çalışma raporu, belirli bir yılda vergi indirimlerini kabul eden ülkelerin sonuçlarını, 1965'ten 2015'e kadar olan elli yıllık dönemde OECD’ye üye 18 ülkede vergi indirimi uygulamayan ülkelerle karşılaştırdı. Damlama teorisinin iddialarının aksine, zenginler için vergi indirimlerinin “istihdam veya ekonomik büyüme üzerinde önemli bir etkisi olmadığı” tespit edildi. Kesintilerin, ekonomik etkinliği artıran yüksek gelirli bireylerden (yani “daha fazla çalışma saatine, daha fazla çabaya vb. yol açar”) “emek arzı tepkilerini” tetiklediğine dair hiçbir kanıt bulamadılar. Öte yandan, gelir eşitsizliğinde “büyük” bir artış olduğuna dair kanıtlar buldular. Gerçekten de, 1979-90 yılları arasında Başbakan Liz Truss'un kahramanı Margaret Thatcher döneminde gelir eşitsizliği, kişisel ve kurumsal vergileri düşürürken zirveye çıkmıştır.
BÜYÜMEYİ ÜRETKENLİK ARTIRIR
Bu vergi indirimleri, vergi oranlarının yüksek olduğu 1948-64 altın çağ döneminden daha hızlı büyüme sağlamadı. Ve ironik olarak, GSYİH’nin yüzdesi olarak vergi yükü de düşmedi. Çünkü GSYİH diğer vergilerden elde edilen artan gelirleri aşacak kadar yükselmedi.
Benim görüşüme göre, sadece kişisel gelir vergisini ve hatta kurumlar vergisini düşürmenin ekonomik büyüme üzerinde çok az etkisi olacağı açıktır. Büyüme için önemli olan emek üretkenliğinin artmasıdır ve bu da teknolojiye yapılan yatırımın artmasına bağlıdır. Kapitalizmde bu da artan kârlara ve kârlılığa bağlıdır. Bunlar düşüyorsa, gelir vergisindeki büyük ölçekli düzenlemelerin bile genel kârlılıktaki değişikliklere kıyasla sınırlı etkisi olacaktır. Ve vergi gelirlerinin büyük kısmının artık kişisel veya kurumlar vergilerinden değil, satış veya katma değer vergilerinden, gümrük vergilerinden, sosyal güvenlik kesintilerinden ve sözde gizli vergilerden geldiğini unutmayın.
IMF, “yoksulların ve orta sınıfın gelir payını artırmanın aslında büyümeyi artırdığını” ve “eşitsizliğin üstesinden gelmek için… politikaların insan sermayesini ve becerilerini artırmaya ve vergi sistemlerini daha ilerici hale getirmeye odaklanması gerektiğini…” savundu. Burada IMF yarı doğru, yarı yanlış. Çalışan insanlar üzerindeki azaltılmış vergilendirme, gelir eşitsizliğini marjinal olarak azaltabilir, ancak ekonomik büyüme, artan hane gelirlerine veya harcamalara değil, kârlara ve yatırımlara bağlıdır. Sebep ve sonuç, kârdan yatırıma ve büyümeye; harcamadan kâr ve büyümeye değil. Damlama aşağı mı, ortadan yukarıya mı? Ekonomik büyüme söz konusu olduğunda ikisi de çok fazla değişemez.