Darbeci teğmen

Türkiye’de asker-siyaset ilişkileri ve askeri darbeler konusunda ilginç önyargılar ve analitik yüzeysellikler var. Askerin darbe “geleneği” olduğu iddiası bunlardan biri örneğin. Askeri darbeler ile ABD arasında bir ilişki olduğu tezinin, bütün şartlardan münezzeh olarak uygulanmaya çalışılması ve 27 Mayıs’ın arkasında da ABD’nin aranması bir metodolojik toptancılık örneği mesela.

Darbeler birdenbire geliyormuş, öncesinde hiçbir emare vermiyormuş gibi yapılması da ilginç sonuçlara ulaşılmasına neden oluyor. Bu tuhaflıkların son örneği teğmenlerin mezuniyet töreni yemini bağlamında ortaya atılan darbecilik imaları oldu.

Normal şartlar altında bir ordudan bahsediyorsak, teğmen rütbesi ile darbeyi aynı cümlede kullanabilmek için akıl sağlığımızı kaybetmiş olmamız gerekir. Ancak sorunun akıl sağlığı değil, bilime konulan mesafe ve ideolojik körleşme olduğu görülüyor.

DON KİŞOT’UN KAHRAMANLIĞI

Güçlü bir felsefe geleneğimiz olmadığından, aydınlarımız kavramsallaştırma ve teorik soyutlama konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Bu durum olguların bilimsel analizinde zaaflar yaratıyor: Her bir olayı tekil olarak algılama, ağaçlara bakmaktan ormanı görememe ve olgular arasındaki içsel bağlantıları kuramama…

Buna bir de aşırı siyasallaşmış bir toplum olmamız eklenince, iş iyice çığırından çıkıyor. Neden öyle olduğumuz ayrı bir tartışma konusu. Şimdilik bir cümleyle söyleyip geçelim. Türk Devrimi tamamlanmış bir süreç değil.

Bu nedenle hala siyasetin üzerine oturacağı temel ideolojik değerler konusunda siyasal seçkinler arasında bir uzlaşma eksiği var. Mesela 100 yıl sonra hala bir bakan çıkıp laikliğin abuk subuk bir sözde tanımı üzerinden demagoji yapabiliyor. Camilere eşek bağlandı diye köy kahvesi popülizmine sığınabiliyor.

Siyaseti bilimin emrine verme cesaretini bulabilenler, gerçeğin devrimci oluşundan korkmayanlardır. Eğer gerçekler, sizin kafanızdaki ideolojik şablona uymuyorsa, o şablonu hayata giydirmeye çalışırsınız. Değirmenlere karşı savaşan Don Kişot, kendi bilincinde bir kahramandı. Ama biraz mesafeli baktığınızda zavallı bir bunaktan başka bir şey değildi.

Türk siyaseti kendi kendine kahramanlık izafe eden bir Don Kişotlar cennetidir. Bu tür sahte kahramanların, İttihatçılara, Türk Devrimine, laikliğe ve Türk Ordusuna karşı sözde demokrasi cephesinden konuşuyormuş gibi yaparak attıkları popülist iftiralar, siyaseten bunak bir zihnin hezeyanlarıdır.

Çünkü bunlar toplumun nesnel gelişme dinamiklerini görememekte, maddenin hareketini ve bu hareketin tabi olduğu düzenlilikleri anlayamamakta, bunun yerine tarihi tek tek kişilerin keyfi müdahalelerinin bir toplamı gibi algılamaktadır.

ORDU VE SİYASET

Dil çürük dişe gidermiş. Teğmenlerin yemininde darbecilik izleri arayanlar, bir tür alt benlikle (alter ego) konuşuyorlar. Kendi emrinde kıtası olmayacak, hiçbir gücü darbe için harekete geçiremeyecek teğmen rütbesinde bile darbecilik arayanların elinde, niyet okumaktan başka bir çare kalmıyor.

Bu teğmenler, kategorik olarak darbeye karar vermiş ve ileride bir gün darbe yapmak için karar vermiş kimseler midir? Böyle bir niyet okumasından işkillenenlerin, düne kadar bütün uyarılara kulaklarını tıkamış ve ordu içinde paralel bir örgütlenmenin önünü açmış olanlar olması ironiktir. Bu tür saçmalıkları ise ancak TSK’nın darbe “geleneği” olduğu gibi saçmalıklarla teorileştirebilirsiniz. Bugün bazı çevrelerin yaptığı budur.

Oysa Türk ordusunun darbe diye bir geleneği yoktur. Darbeleri teğmenler yapmaz, yapamaz. Türk Ordusu genç subayları darbe yapmak üzere eğitmez. Aksine demokratik siyasal kültürü aşılar. Darbeleri ileride bir gün darbe yapmak amacıyla yetişmiş genç subaylar yapmazlar. Türkiye’de geçmişte yapılan bütün darbeler ve darbe girişimleri, çeşitli iç ve dış faktörlerin bir araya gelmesinin sonucuydu. Üstelik bu faktörler bir gecede olgunlaşmadı.

Bu nedenle hiçbir darbe ansızın yapılmadı. 27 Mayıs da, 12 Mart da, 12 Eylül de, 15 Temmuz kalkışması da bağıra bağıra gelmiştir. Siyasetçiler doğal olarak, kendi idraksizliklerini konuşmaya hiçbir zaman yanaşmadılar. Bütün fatura kendi adına konuşamayacak olan askere çıkartıldı. Hala da öyle yapılıyor.

Sonuç olarak, gencecik subaylar siyasal hesaplaşmaların aracı haline getirilmemelidir. Hiçbir siyasal güç, Türk siyasi tarihine ve Türk Ordusuna karşı önyargılarını, teğmenlerin darbe yapabileceği türünden hayata uymayan fikirlerle meşrulaştırmaya çalışmamalıdır. Disiplini savunuyormuş görüntüsü altında Türk Ordusunu siyasallaştırmaya çalışmak, telafisi zor sonuçlara yol açar. Bu yol daha önce denendi ve bedeli ağır oldu. Siyaset, ellerini Türk Ordusunun içinden çekmelidir.