Demirkubuz ve Ustaoğlu’nu harcama sanatı-(TAMAMI)

Bir festival daha bitti. Ama 19. Uluslararası Adana Altın Koza’nın sonuçlarının bir süre daha tartışılacağını söylemek zor değil. Her ne kadar jürinin kararları tartışılmaz ya da tekzip edilmez gibi anlamsız bir düşüncenin oluşturduğu gelenek var ise de, biz yine de bu geleneği görmemezlikten gelerek “aslanların kedilere boğdurulduğu” bu çarpık ve de hiçbir sanatsal-sinemasal ölçütlere uymayan sonuçları tartışmaya devam edelim. Nasıl olsa jüri kararını ve de kimi dallarda duble olarak tanımlayabileceğimiz ödüllerini cömertçe dağıtarak, gerçek ödül alabilecek kişileri ıskaladı ya da kendince onlara bir çelme takarak düşürmek istedi. Onun için, düşüncelerimizi jüri üyeleri kadar özgürce ortaya koymamız ne fark eder ki,,Üstelik bizim birilerine ödül verip- vermemek gibi bir kaygımız ve de yetkimiz yok ki....

Yarışmaya katılan 14 filmin tek tek analizine yapacak değilim, sanırım buna gerek de yok. İlerde belki jürilerin, Türk sinemasını nereye doğru götürdüğünü değil de, nerelere gitmesini engellediğine ilişkin uzun ve ayrıntılı bir araştırma yazarsam -ki yazacağım- o zaman bu festivalin jüri üyelerinin zengin ve engin birikimlerinden söz ederek tek tek kulaklarını çınlatacağım.

Bir jüri üyesinden , en iyi film ve en iyi yönetmen dallarında Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filminin hiçbir jüri üyesinin, bırakın bir ya da iki, ilk dört filmi arasına bile girmediğini öğrendim. Yani on dört film arasında Zeki Demirkubuz’un Yeraltı’sı ilk dördün içinde yok. Hiç kimse görmemiş onu, ya da inatla, hırsla, acımasızlıkla bu filmden söz edilmemesi için elinden geleni yaparak onu tümüyle yok saymış. (bu filme lütfen verilen ya da verilmek zorunda kalınan ödüller de büyük bir incelikle(!) paylaştırmış) Yeşim Ustaoğlu’nun Araf filmi de yine aynı tavrın sonucu, Demirkubuz’un filmiyle benzer bir karşı koyulmanın, ödül vermemek için gözden kaçırılmanın- hadi açıkça söyleyeyim bağışlanmaz ve kabul edilmez bir hırsın ve ard niyetin- kurbanı edilmiş. Yani jüri değerlendirme kıstaslarını kişilere endeksleyerek, belki de son yılların en iyi filmlerini ödüllendirme yerine, kendince cezalandırmayı uygun görüp, dosta düşmana ne iyi yaptıklarını da kanıtlamış olmuş..

Sinemanın geleceği için

Jüri, müzik ödülüne layık bir film bulmaya bilir, bir film festivalimizde, küçük ve başarılı bir güreşçi kızımıza duygusallıkla bir umut ödülünü de verebilir, sonuçta bunlar anlaşılabilir, hoşgörünün sınırları içinde sindirilebilir değerlendirmelerdir. Ama jürinin, bir baş yapıt düzeyinde olduğu çoğu kişi tarafından asla yadsımayacak bir filmi görmemezlikten gelme gibi bir lüksü, bir kaprisi olmaz. Olmamalıdır da...

Ama bizim devşirme jürilerimizde ne yazık ki bu istenmeyen ve de hiçbir zaman arzu edilmeyen durumlar sıkça oluyor ve bu tip jüriler kendilerini yenileceği yerde yineleyerek, ödüllendirme misyonlarını bir çeşit hesaplaşma, cezalandırma konumuna dönüştürüveriyor. Üzücü ve giderek sinemamız geleceği için korkutucu olan da bu.

Ama sayın jüri üyeleri üstüne alınmasın. Bu yöntem onların icadı değil. Geçmişte buna benzer neler olmadı ki...Ama re gariptir ki, bu tür olayların yaşandığı jüri kararlarından en karlı çıkan, ödül verilmeyip görmemezlikten gelinen bu tür filmler oldu. Örnek mi; Bereketli Topraklar Üzerinde, Vesikalı Yarim, Yol, Sevmek Zamanı vs.

Geç kalan teselli idamdan sonraki affa benzetilse de, zaman; kimi jürilerin hırsla, kıskançlıkla ya da ne bileyim onlar gibi bir dizi anlamsız tavırla orta koydukları değerlendirme sisteminin ayıbını örterek, onların ıskaladığı, çelme takıp yere düşürmek istediği bu filmleri sinema tarihimizin en baş köşesine koyup, onlara hak ettikleri değeri vermekten de asla kaçınmıyor.

Dünyada da, ülkemizde de kimi baş yapıtların ödülsüz olması bu yüzdendir zaten.... Filmler, kazandıkları ödül sayısıyla değil, aksine zamana dayanıklılığı ile kalıcı olur.