Demokrasi, din ve falan filan -(TAMAMI)

İslamcıların, dini demokrasi ile, demokrasiyi İslam ile bağdaştırma çabaları, nafile çaba. İslam bütün tek tanrılı dinler gibi, dahası her türlü din gibi, dogmalara dayalı, mantık ve nesnel ölçüye gelmez bir dizgedir (sistemdir).

Demokrasi ise, eşitlik, özgürlük, kardeşlik ilkesi ekseni üzerinde, halkın kendi özgür iradesi ile, kendi kendini yönetme dizgesidir. Eksenden ayrılmadıkça, gelişip değişebilir. “Bizci” ya da “Toplumcu” Sosyal demokrasi var; “Hep bana Rab bana!” diyen “bireyci” liberal demokrasi var. Bir de İslamcıların iddia ettiği gibi “Dinci Demokrasi” var. Yani Kuran’a dayalı bir İslam. Ama, nedense, Tevrat’a, İncil’e ya da Buda’ya dayalı bir demokrasi yok.

Klasik demokrasi de, çağdaş demokrasi de “laik” bir sistem. Dine dayalı demokrasi olmaz. Batı’daki Hıristiyan Demokrat partilerin adına bakmayın, referansları kesinlikle İncil değildir: Hıristiyan Demokrat partiler de Sosyal Demokrat partiler kadar laiktir.

“To be or not to be! This is the question!” Olmak ya da olmamak, işte sorun budur! Laik temellere dayalı bir Müslüman Demokrat Parti(si) kuramazsınız.

Müslüman ülkelerin içinde debelendiği siyasal ve ekonomik sefaletin “püf noktası” buradadır,

Bayanlar ve Baylar! Ekonomi ve siyasete türban giydiremezsiniz. Bunu öğrendiğiniz zaman atı alan 21.yüzyıl Kaf Dağı’nın ötesine geçmiş olacak.

İşte bu nedenle Cumhuriyet’i rahat bırakın!

***

Ah şu İslami “tevil” (sözü çevirme, anlamı saptırma) maymuncuğu! Bütün açılmaz kapıları şırp diye açar. Tarikatlar, cemaatler “tevil”e göre sivil toplum örgütleriymiş (STÖ, STK). Demokratik ilişkinin bulunmadığı dinsel topluluklar nasıl sivil toplum örgütü olacak? Tarikat şeyhleri, Cemaat’ın Fethullah Hocası, belli bir süre için demokratik oyla mı seçiliyorlar makamlarına, yoksa ömür boyu mu? Fethullah Hoca Efendi’yi kim seçti bulunduğu yere? Cemaat mensupları mı seçti, yoksa Allah’tan talimat mı geldi?

Ali Bulaç’a bakacak olursanız, “Modern zamanlarda cemaat yapıları kent hayatında ‘din zemini’nde teşekkül ediyor, bu da onların tarihsel kodları itibarıyla Batı’daki deneyiminin aksine siyaseti sivilleştiren fonksiyon görmelerini sağlıyor ki, son 10 senede Türkiye’de siyasetin askeri vesayetten bir miktar kurtulmasında rol oynayan en önemli faktör budur. Cemaatler olmasaydı siyasiler tek başlarına siyaseti vesayetten kurtulamazdı. Bu olguyu ne Batı ne laik aydınlar yeterince doğru anlayabiliyor” (Zaman, 01.08.13)

***

Hangi cemaatler? Talimat üzerine oy verenler mi yoksa yeminli bir gizli servis gibi türlü çeşitli oyunlarla hukuk ve adaleti iğdiş eden dinsel gladyo mu?

Ali Bulaç’ı izlemeyi sürdürelim”Batı’nın din referanslı siyaseti ile cemaat yapılarının demokratik sürece dahil olmalarını garipsemesinin diğer sebebi partilerin ‘Batı tarihine özgü sınıflı yapılar’ olmasıdır. Sonunda demokratik mücadelede yer alan partiler (parçalar) in her biri bir sınıfı iktidara taşır, belli bir sınıfın çıkarını korumak üzere teşekkül eder. Din ise ‘sınıf’ çıkarını değil, ‘değer’i esas alır; cemaatler de sosyo-ekonomik yapılar değil, sosyo-kültürel varlıklardır. Bu bize Batılı demokrasinin neden dine ve cemaate kapalı bir karakterde teşekkül ettiği konusu hakkında fikir verir.

Ama din ve cemaati içermedikçe demokratik siyaset çoğulcu karakterde olamaz; bu da liberal demokrasinin büyük açmasıdır.”

***

Bu satırlardan dolayı Ali Bulaç’a teşekkür etmeliyiz. Çünkü açıklamasından şu sonuç çıkıyor:

1.Dini kendilerine referans yapan, cemaat zeminine oturan yapıları ile İslami toplumlar kendi iç dinamikleriyle demokrasiyi kuramazlar. Kuramadıkları da Arap ülkelerinde apaçık görülüyor.

2.Demokratikleşmiş Müslüman toplumlarda (ki bunun tek örneği Türkiye’dir), din referanslı cemaatlerin siyasete karışmaları mevcut demokrasiyi yozlaştırır, temellerini dinamitler. 11 yıllık AKP tarikatı döneminde bunun böyle olduğu görülmüştür. Türkiye demokrasisi can çekişmekte ve tek boyutlu İslami bir topluluğa dönüşmekte ve toplum olma niteliklerini yitirmektedir.

3.Sınıf çıkarlarını temsil eden partilerin etkin olmadığı toplumlarda demokrasinin yerleşmesi mümkün değildir. Demokrasinin vazgeçilmez ögesi olan siyasal partilerde, oy hareketleri değişken ve akışkandır, tek yönlü değildir. Bunun tam tersine cemaatlerin politik olarak etkin olduğu ülkelerde iktidar değişmez, çoğunluğu temsil eden cemaatte kalır. Bu da şu anlama gelir: AKP’nin arkasında onu iktidara getiren ve orada tutacak olan bir “cemaat” varsa, AKP ebediyen iktidarda kalacak demektir.

Bunun neresi demokrasi?

AKP, 11 yıldır, kendisini ebediyen iktidarda tutacak olan “cemaat”i oluşturma siyaseti uygulamakta. Bunun için Anayasa ve yasaları zorlamakta ve işlevsiz kılmakta.

4.Osmanlı toplumsal tarihini, tarikatların yapısını ve siyasal etkisini çok iyi bilen Cumhuriyet’in kurucu iradesi ve kurucuları, işte bu nedenle, tarikat ve cemaatleri siyaset sahnesinden uzaklaştırmak için, Devrim Yasaları’nı çıkarmışlardır.

5.Cumhuriyet, tarikat ve cemaatleri etkisiz hale getirmeseydi, şu beğenmediğimiz demokrasimiz bile ortaya çıkmazdı.

6.Tarikat ve cemaatler yedi canlıdır. Kedi gibi dört ayakları üzerine düşerler. Cumhuriyet ve devrim yasalarının engellemesine karşın, tarikat ve cemaatler 1950’ye kadar yer altında yaşadılar. Şimdi iktidardalar!

7.Silivri ve Balyoz gibi davalar, Ali Bulaç’ın dolaylı olarak itiraf ettiği gibi (“...son 10 senede Türkiye’de siyasetin askeri vesayetten bir miktar kurtulmasında rol oynayan en önemli faktör budur.”), siyaseti tarikat ve cemaatlerin eline teslim etmek ve bir Şeriat Devleti kurmak için açılmıştır.