DEMOKRATİK ANAYASA KANDIRMACASI-(TAMAMI)
Son yıllarda koro halinde bir “demokratik, sivil anayasa”dan söz ediliyor. Bilen bilmeyen herkes Türkiye’nin demokratik bir sivil anayasaya ihtiyacı olduğunu söylüyor, ama hangi maddenin hangi gerekçeyle anti-demokratik olduğunu açıklayabilen de yok.
Herkesin bildiği gibi 1960 ve 1982 anayasaları olağanüstü askeri rejimlerden sonra, iktidarı elinde bulunduranların hiçbir kurala bağlı olmadan yaptıkları anayasalardır. Daha teknik tabiri ile bu anayasaları yapanlar kururcu iktidar güç ve yetkisini kullanmışlardır.
Kurucu iktidarlar, bir ülkenin yabancı güçler tarafından işgalinden sonra devletin yeniden kurulması veya var olan anayasal düzenin bir askeri darbe sonucunda ortadan kaldırılmasıyla oluşan iktidarlardır. Bu iktidarlar hiçbir siyasi ve hukuki sınırlamaya tabii olmadan yasama ve yürütme faaliyetinde bulunurlar.
İşte 1982 Anayasası da ,kurucu iktidar tarafından yani hiçbir siyasi ve hukuki sınırlamaya tabii olmadan hazırlanmış bir Anayasa olup, kendinden önceki, kişi temel hak ve hürriyetlerini ön plana çıkartan 1961 Anayasası’na tepki olarak, devleti kişi karşısında daha güçlü kılan, devlet vatandaş için değil, vatandaş devlet içindir mantığının ağır bastığı, bir anayasadır.
Bu Anayasa buna rağmen %92 gibi büyük bir halk desteği ile yürürlüğe girmiştir. Ancak, daha yürürlüğe girdiği ilk günden itibaren Anayasa’ya ruhunu veren kuralları istisna, istisnaları kural yapan maddeleri ilk günden eleştirilere muhatap olan bu anayasa, bugüne kadar 18 defa değişikliğe uğramış, başlangıç hükümleri dâhil 110 maddesi değişmiştir. Bu nedenle şu anda yürürlükte bulunan Anayasa’ya, artık olağanüstü dönemin anayasası demek mümkün değildir.
Bu anayasa antidemokratik bir vesayet anayasadır demek, bu anayasaya ruhunu veren 110 maddesini 18 değişiklikle değiştiren, halkın oyu ile seçilmiş TBMM’ye saygısızlık etmektir.
Hiç kimse 1982 Anayasası’nın halk oyuna sunulmasında askeri rejimin halka baskı yaptığını söylemesin, 12 Eylül 2010 tarihindeki halk oylamasında, özellikle de kırsal bölgelerde, muhtarlara ve vatandaşlara yapılan baskı ve tehdidin askeri rejimleri aratmayacak düzeyde olduğunu da inkar etmek mümkün değildir.
Tayyip Erdoğan’ın egemen olduğu TBMM den geçerek halk oyuna sunulan anayasa %58 destek aldığı zaman halkın demokratik davranışı olacak, halkın hür iradesiyle seçilmiş parlamentonun yaptığı değişiklikleri olmamış kabul edeceksin.
Türkiye de hiçbir siyasi parti, özelikle de bu anayasa değişsin diyen AKP hangi maddelerin anti demokratik hükümler taşıdığını, bugüne kadar açıklamış değildirler.
Bugün büyük bir hırsla sivil ve demokratik Anayasa isteyenler ya bilerek ya da bilmeden Tayyip Erdoğan’ın oyununa gelmektedirler.
Tayyip Erdoğan bir demokratik anayasa değişikliğinin peşinde değildir. Onun derdi, önce kendisine “Başkanlık sisteminin” yolunu açmak, bu arada da toplumun dikkatlerini başka noktalara çekerek halkı oyalamaktır. Bir yandan ekonomik kriz her geçen gün kendisini biraz daha hissettirmeye başlamış, diğer yandan da Güneydoğu Anadolu bölgesinde “özerk”(!) bir Kürdistan söylemleri her geçen gün daha fazla gündeme gelmektedir. Ancak bu “özerk” oluşuma da Türkiye, ABD müsaade etmediği için, bağımsız bir devlet gibi müdahale edememektedir.
“Kürdistan” a özerklik verildiği zaman, BDP zaten Tayyip beyin istediği Başkanlık sistemine evet diyecektir. Diğer partilerden de, PKK avukatlığı gibi önemli görevler üstlenmiş, şimdi milletvekili olduğu partiden milletvekili olmadan evvel o partiye küfür eden, vekili olduğu il’e AKP li bir Bakan geldiği zaman onu karşılamaya gelenlerden de devşirilecek sekiz on milletvekili ile, kritik sayı olan üçyüz altmış yedi de aşılacaktır. Halk oyuna başvurulmasına bile gerek kalmadan hem başkanlık sistemine geçilecek ve hem de “Kürdistan Özerk Bölgesi” kurulacaktır.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in partilerden uyumlu isimlerin verilmesini istediği “ANAYASA UZLAŞI” komisyonu tam bir aldatmacadır. Bu nedenle muhalefet partilerinin, özellikle CHP ve MHP’nin bu komisyona üye vermemeleri gerekmektedir.