Demokratik rekabet yanılsaması
Seçimlere günler kaldı. Sokaklarda en çok parası olan partilerin görsel hâkimiyeti göze çarpıyor. AK Parti ve CHP adaylarının harcadığı paralar illere ve seçilme iddiasına bağlı olarak değişmekle birlikte, milyonlarca liraları buluyor. Bu adaylar bu kadar zengin mi? Asgari ücretin 17 bin lira olduğu, emeklilerin on bin lira ile geçinmeye mahkûm edildiği bir düzende, bir siyasi iddia uğruna, belki de seçilemeyeceği bir makam için bu kadar parayı riske atabilen bu insanlar hangi meşru işleri yaparak bu kadar zengin olabiliyorlar?
Siyaset, kişisel zenginleşme için meşru ekonomik yollar bulamamış insanların gözünü doyurma, dünyalıklarını yapma aracı değildir. Seçmenlerin de bu tür insanlara kapılar açma, oy veriyor görüntüsü altında varlığını açlık çeken muhterislere armağan etmek diye bir vazifesi yoktur. Siyasetin öldüğü koşullarda yaşıyoruz. Çürüyen sistemlerde hiçbir kurum işlevsel kalamıyor. Bozuk düzende sağlam çark olmuyor.
Seçim öncesi yaptıkları masrafları, seçildikten sonra bizim faturalarımızdan, ihalelerden aldıkları ‘komisyonlardan’ yani millet için harcanması gereken kaynaklara el koymaktan çıkarmayı düşünen adayların yarıştığı bir kurtlar sofrası en çok kutuplaşmadan ekmek yiyor. Çünkü seçmenler kutuplaşma ortamında seçmen bütün sağduyusunu kaybediyor. Oy verme davranışı bazen panik bazen öğrenilmiş çaresizlik davranışına dönüyor.
Bugün gerek AK Parti’nin gerekse CHP’nin seçmenlerinin büyük çoğunluğu yaşadıkları şehirleri yöneten belediye başkanlarından memnun değiller. Ama ya korkutulmuş ya da çaresiz durumdalar. Siyaseti kentsel rantların paylaşılma savaşı olarak algılayan partiler, bu insanları “ya karşı taraf gelirse, zaten başka seçenek de yok” düşüncesine mahkûm edip kendi zihinlerinde inşa ettikleri çaresizlik duvarlarına hapsediyor.
Öte yandan İtalyan siyaset bilimci Giovanni Sartori’nin ifadesiyle “görmenin iktidarı”nı yaşıyoruz. Seçmenler görmedikleri adayların hiç var olmadığını zannediyor. Seçim, görünür olmayı başaranlarla başaramayanlar arasında değil. Görünür olanların kendi arasında. Görünür olmanın formülü ise para! Milyonlarca seçmenin en önemli bilgilenme kaynağı televizyon. TV’lerde reklamların saniyesi ise binlerce dolarla ölçülüyor. Sosyal medya platformları parayı verenin seçmeni kafeslediği kapalı odalar olarak işliyor. Buralarda geçirilen zaman, filtre balonları (filter bubble) adı verilen ve sizi türdeş mesajlarla çevrelemiş sanal hapishanelerde harcanıyor. Platform kapitalizmi, özgürlük yanılsaması yaratmaktan daha ötesini vaat etmiyor.
Demokrasi bir zamanlar çoğunluğun kararı olarak algılanıyordu. Ancak bu tarif, çoğunluğun tahakkümünü meşrulaştırıyordu. Geçmişte siyasal azınlıklar üzerinde çeşitli baskılar kurmak bile demokrasi kılıfının ardına saklanabildi. Bu nedenle çağımızda demokrasi, siyasal azınlıkların seslerini duyurabilmelerini mümkün kılacak kurumsal önlemlerin varlığı ile ilişkilendirilmekte. Ancak bütün marifeti ikiyüzlülük üzerine kurulu olan sistem, kanunların arkasından dolanarak bunun da çaresini buluyor. TRT’de on dakika konuşursanız, yüzlerce TV kanalı, radyo ve gazeteden kitlelerin üzerine boca edilen mesaj yağmuru arasında, siz de demokratik söz hakkınızı kullanmış ve sesinizi duyurmuş sayılıyorsunuz örneğin!
Aslında başka bir şey yazacaktım. 2024 yılı bütçesinden beş siyasi partiye yapılan seçim yardımı ise 6 milyar 682 milyon lira olacakmış. Bunun içinde AK Parti 2 milyar 658 milyon lira ile aslan payını alıyormuş. Bu rakamlar bir düzen partisi oligopol piyasasının sürmesi için milletin cebinden çekilip alınan paraları gösteriyor. Ama bir seçim önü sokaklara baktığınızda, dökülen paraların miktarını bu devasa hazine yardımı adaletsizliği bile açıklayamıyor.