Denetimsizlik iklimi şımartıyor

Ali kıran baş kesenlerin günlerini yaşıyoruz. Basına yansıyan şiddet haberlerini gördüğünüzde sormadan edemiyorsunuz: Herkeste mi silah var, herkes mi hiç olmazsa bıçak taşıyor! Herkesin herkesle savaşı mı bu?

Özellikle metropollerde vatandaş barut fıçısı. Okullarda akran zorbalığı, hekime şiddet, kadına cinayet… Yollarda çakarlı arabalar; arabada çakar yoksa şoförü çakmaya hazır! Trafikte orman kanunları geçerli…

ORMAN KANUNU VE DEVLET

Orman kanunu demişken, Aydınlanma Çağı filozofları herkesin herkesle savaştığı ortamın medeniyet yani devlet öncesi çağlara ait olduğunu söylemişlerdi. Devlet yoksa orman kanunu geçerlidir. Sizden daha güçlü birine çatıncaya kadar, her istediğinizi yapmakta özgürsünüzdür.

Sokaklarımızdaki manzara devletsiz toplum manzarasına dönüştü. Adalet geç geliyor, kanunlar caydırıcı değil, polisin hükmü yok.

Bugün yükselen şiddete karşı, AK Parti taraftarı aydınlar bile devlet gücünü göstermeli, kamu otoritesi ağırlığını koymalı demeye başladı. Ama hangi devlet diye soramıyorlar. Partili devlet mi, partisiz devlet mi?

Aslında kanun da var, devlet de var, polis de var. Olmayan şey ne?

Size şaşıracağınız bir gerekçe söyleyeyim: Olmayan şey kamu yönetiminde denetim ilkesidir!

Türkiye’de siyasi gücü kullanan Hükümet, denetlenemez haldedir. AK Parti, arkada kalan 22 yıl boyunca kazandığı siyasi başarısını ve elde ettiği siyasi gücü, kendisini denetlenemez hale getirmek için kullandı.

Peki, bunun asayişle ne alakası var?

AK Parti’nin tek başına iktidar olma başarısı, popülizmin kutuplaşma diliyle, yani daraltılmış bir “biz ve onlar” tarifi ile birlikte yürüdü. “Onlar”dan gelen haklı eleştirilere bile “sizden öğrenecek değiliz” diye karşılık verildi.

Oysa bu popülist dilin yol açtığı sonuçlardan biri, kendisini denetime kapatmış yönetim sistemlerinde, “biz”in içine girmeyi başaranların, devlet içinde devlet gibi davranmaya başlamalarıdır. Hukukta ve ahlakta çifte standart başlar. “Biz”in içinden adamını bulan, davasını yürütür.

EN FAZLA GÜÇ KULLANAN BİRİNCİ SORUMLUDUR

Gazeteciler soruyor: Yükselen şiddetin nedeni nedir? Televizyon dizilerinde özendirilmesi mi, yoksulluk ve hayat zorluklarının yarattığı gerilim mi, cehalet mi yoksa başka bir şey mi?

Bunların hangisi yanlış? Hiçbiri. O halde faturayı kime keseceğiz?

Hangi sebebin birincil olduğunu bulmak için, gücün dağılımına bakmak gerekiyor. Cebinde silah olan vatandaş, eğer ruh hastası değilse, ya korkutulmuş ya da şımarmıştır.

Şiddet sarmalı haberleri zaten insanlara korku salıyor, bu kısmı anlaşılabilir. Şımarmak ne demek diye soranlar olacaktır.

Kamu yönetiminde denetim yoksa işiniz Allah’a kalır. Çünkü denetlenemeyen bir iktidarın gölgesi altında biriken fırsatçı, ahlaksız, egoist ve benzeri küçük insanlar, ortalığa orman kanunu kültürü yaymaya başlar. TV haberlerinde trafik cezası kesen polise, “ben bilmem kimin yeğeniyim, seni yazdım, görürsün” falan diye konuşanları görmüşsünüzdür.

Onları böyle konuşturan şey, böyle bir işleyişin bir yerlerde birileri için işe yaradığını bilmekten gelen şımarıklıktır. Başları sıkıştığında devreye girip onları kurtaran ve denetlenemedikleri için devlet içinde devlet gibi davranabilen güç sahibi tanıdıkları varsa, devlet yerinde durur ama kanunlar başkalarına uygulanmak üzere, onların üstünden aşar gider. Şımarıklıkları bundandır.
Şimdi soralım:

Türkiye’de bugün devlet organları içinde gücün aşırı kullanımını engelleyecek biçimde, Hükümeti Meclis denetleyebiliyor mu? Yargı denetleyebiliyor mu? Yürütmenin kendi içinde idari denetim var mı? Yok!
Peki ya dış denetim var mı? Basın hükümeti denetleyebiliyor mu, muhalefet partileri ya da sendikalar, dernekler…? O da yok!

En fazla Sayıştay rapor yazıyor (ki onun da denetleme yetkisi olmayan devlet kurumları var), sonra herkes evlerine dağılıyor. Hiçbir sonuç çıkmıyor. Çıkan da “topluma burada kanunlar var, kafana göre davranmanın bedeli olur” düşüncesi doğuracak şekilde yansımıyor.

Sokakta arkası sağlam olduğu için şımarıkça davrananlar, Hükümet onları koruduğu ya da böyle davranmaya teşvik ettiği için böyle davranmıyorlar. Fakat tek parti iktidarının popülist bir dille birleşerek kamu yönetiminde denetimsizlik ortamı yaratması, devletin organlarını paralize edebiliyor. Kamu yöneticisini, polisi ya da mahkemeyi tedirgin davranmaya itebiliyor. Bunun yarattığı bir kültürel iklim var.

Kağnı gölgesinde yürüyüp kendi gölgesiymiş gibi yapanlar bu iklime sığınıyorlar.