Deniz Tanyeli
"Tanyeli" şimdilerde bir dansöz adı olarak bilinir, oysa asıl “Tanyeli” 1950’lerin çok sevilen, güzel bir sinema oyuncusuydu. İpucu olarak Zeki Müren’in Berduş filminden söz edersem, sanırım Deniz Tanyeli’ni anımsayanlar biraz daha çoğalacaktır. O filmler beni yaşamımın zor günlerine götürür, yokluklar içinde geçen çocukluğum, beyaz perdenin bu tür filmleriyle bir parça olsun güzelleşirdi. Koca kente korka korka gelmiş, sonunun ne olacağını bilmeyen bir aile. Ne olur ne olmaz, kardeşlerimden ikisi köyde, anneannemin yanında bırakılmış. Birden kalabalık gelmeyi göze alamamışız. Ankara istemeyebilirdi bizi. Hele bir sınayalım deneyelim, işler yolunda giderse öteki kardeşlerim de gelecekler. Babam Akdere gecekondularındaki iki gözcük evimizi bizi getirmeden önce yaptırmıştı. İlkokul dörtten beşe geçtiğim 1956 yazında daha Ankara’ya gelir gelmez beni çırak olarak Bahçelievler’de bir akrabanın manav dükkânına verdiler. Akşamları dükkân kapandıktan sonra, Akdere’deki evimize gitmek epey zor bir iş. “Boynuzlu” dediğimiz troleybüsler bir yere kadar gidiyor. Cebeci’den sonra uzun bir yolu yayan yürüyorum. Ayrıca birkaç lira yol paramın da cebimde kalacağı düşünülerek çalıştığım manav dükkânında geceleri bir başıma yatmama karar veriliyor. Köyden yeni gelmiş çocuk betonun ne beter bir şey olduğunu o günlerde anlıyor. Dükkânda yatacağım yatak yok. Büyüklerimin bu konuda bir ilgisi de yok. Kapıyı içeriden kitledikten sonra, gündüz hortumla yıkanmış betonun üstüne bir gazete sererek, kıvrılıp yatıyorum. Üstümde sadece gündüz giydiklerim var. Soğuk beton ikinci gecede etkisini gösteriyor. Ertesi gün utancımdan kimsenin yüzüne bakamıyorum, üstümdekilerin bir an önce kuruması için güneş arıyorum, güneşli yerlere kaçıyorum. İki gün böyle geçiyor, çocuk kafamla başıma geleni anlamaya çalışıyorum. Neyse ki o yaşta bunun betonun etkisi olduğunu düşünebiliyorum. Üçüncü gecede kendime boş domates kasalarından bir ranza yapıp üstüne kıvrıldım, yaşadığım utanç da şıp diye kesildi. Gene eskisi gibi üstüm başım kupkuru uyandım. Bunlara karşın seviyorum işimi, aileme yararlı olmak, bir şeyler kazanmak hoşuma gidiyor. Çok iyi de bahşiş alıyorum. Evlerine filelerini taşıyıp bahşiş aldığım müşteriler arasında belediye başkanlığı yapmış Halil Sezai Erkut gibi siyasetçiler, yıllar sonra rektörümüz olan, üniversitede birlikte çalıştığımız Prof. Tahsin Özgüç gibi ünlüler de var. Aybaşlarında dükkâna gelen annemle babam kumbaramda biriktirdiğim bahşişler de dahil, bütün kazandıklarımı alıp gidiyorlar, ama nerede yattığımı soran yok. Belki de domates kasalarını onlar da iyi bir çözüm olarak gördüler.Akşam sekizden sonra dükkân kapanıyor, anahtar benim elimde yapayalnız kalıyorum. Domates kasaları üstünde her gün bitmek bilmeyen uzun bir gece ve yenmem gereken korkular... Bahçelievler’de şimdiki pazar yerinin orada yazlık bir sinema vardı. Üç günde bir filmler değişiyor. Hep yerli film gösteriliyor. Domates kasaları üstünde geçen gecelerim üç günde bir bu filmlerle kısalıyor, güzelleşiyor, renkleniyor; izlediğim filmlerdeki güzel kadınları düşünerek, nerdeyse yetişkin bir insan gibi korkusuz uyuyorum. Şimdilerde yeniden canlandırılmak istenen yazlık sinemaların benim için anlamı çok büyük. Beyaz perdenin o güzel kadınlarından biri de Deniz Tanyeli idi. 2010 yılında Neşter ve Madalya romanının araştırmalarına başladığım günlerde beni Şile’deki evinde ağırladı. Değişik yemekler yedim, anılarından söz etti; Celal Atik’le çevirdiği Yörük Ali filmini, sette yaşananları anlattı. Herkes Celal Atik’le arasında bir şeyler olacağını sanırken, çekimler sırasında Memduh Yükman’la başlayan aşkını da konuştuk. Telefonumun tamiri sırasında bütün numaralarla birlikte onun numarası da silindiğinden, kitabım bittiğinde nasıl ulaşacağımı düşünürken, o beni aradı. Neşter ve Madalya’yı okuduğunu, beğendiğini, ama teşekkür ettiğim kişiler arasında adını göremeyince üzüldüğünü de söyledi. Başımdan sular döküldü, nasıl unuturdum, yazmamış mıydım adını? Gerçek adı Efeminya Özmavridis, ama o bizim Deniz Tanyeli’mizdi, Yeşilçam’da Bir Rum Güzeli diye ayrı bir bölümde yer verdim onun öyküsüne. Telefonda epey konuştuk, yayın hayatının azizliğini o da anladı. Kitabımın sonunda unuttuğum teşekkürü, şimdi buradan sizlerle de paylaşarak gönderiyorum; domates kasalarından yaptığım ranza üzerinde, sıcak bir yataktan bile uzak geçen çocukluğumun zor gecelerini güzelleştiren, renklendiren güzel kadına teşekkürler...