Denizci kültür

“Merhaba” diyerek başlamak istediğim bugünkü ilk köşe yazımla birlikte bundan sonra değerli Aydınlık okurlarıyla düzenli olarak buluşacak olmanın mutluluğunu taşıyorum. Köşe yazmaktaki temel niyetim, sağladığı güç gerçekte “hayal ettiğinizin çok daha ötesine taşan” denizler ve ondan faydalanmasını bilen “denizci kültür” ile ilgili bildiklerimi sizlerle paylaşmak; geliştirici nitelikte somut, özgün, özgür ve faydalı fikirler sunmaktır…

Denizlerden çok uzakta dünyaya gelen bebekleri düşünün. Örneğin gözlerini ilk defa denizlerin bin 600 kilometre uzağında açabilen bir Moğol bebeği veya bir Kırgız bebeği hayal edin. Denize kıyısı bulunmayan “karaya kilitli (land-locked)” olarak tanımlanan Moğolistan, Kırgızistan, Nepal, Paraguay veya Uganda benzeri çok sayıda denizsiz ülkede doğan bebekler, ucu bucağı görünmeyen denizin gücünü yanı başlarında bulamadıklarından hayat yarışına mecburen geriden başlamışlardır. Anlayacağınız dünyanın en şanssız bebekleridir. Neyse ki, toplam 8 bin 333 kilometre kıyı uzunluğuna sahip Anadolu ve Trakya Yarımadalarında doğan Türk bebekleri, güçlü denizlerle bağ kurma ve bu sayede de hayata oldukça ön sıralarda başlama fırsatını bulabilmektedirler. Asıl mesele, bu fırsatı kaçırmayıp iyi değerlendirebilmekte…

DENİZCİ KÜLTÜRÜ

Kumsalda kovalarla oynanan oyunlar, denize atılan taşlar, kâğıttan yapılıp suda yüzdürülen gemiler, özetle denizle sağlanan ilkel düzeydeki ilk tanışma törenleri, büyüyen çocuğun önlenemez öğrenme güdüsü içinde devamlılık kazanmış bir bağlantıya dönüşmüşse bundan, denizlerin gücüne hükmedecek yeteneklerin toplamı olan “denizci kültür”ün ilk temellerinin atıldığını anlamalıyız. İlkel seviyeyi aşmaya ve vazgeçilmezlik rotasına girmeye çalışan bu ilk insan-deniz bağlantısının kurulmasından sonra sıra, suda boğulma korkusunun egemen olduğu genel bir aile öğretisi içinde canlılığını yitirme engelinin aşılmasına gelmiştir. Ailenin korumacı reflekslerinin yol açtığı bu güçlü engelin de aşılması durumunda, nesiller boyu devam ettirilecek kalıcı ve yaygın bir “denizci kültür”e sahip olmanın biricik yolu, “denizciliği” millî eğitim sisteminin içinde yaygınlaştırmaktır. Zira, “denizcilik” ve “deniz kültürü”, -pek çok yeteneğin aksine- kalıtımsal yollarla edinilebilecek bir kazanım değildir. Ona, ancak eğitim sistemi içinde sahip olabilirsiniz.

TOPRAK GÜCÜNDEN DENİZ GÜCÜNE

İlerleyen tarihlerde yazacağım yazılarda ayrıntılı olarak ele alacağımdan, şimdilik, bir devletin denizcileşmedeki seviye ölçeğinin, “yok olmak” ile “süper güç” olmak arasını ifade eden bir ölçekle bire bir aynı olduğuna değinerek geçeceğim. Bu koşullarda Türk gençlerinin dünya denizleri ile kuracağı bağ, yaşamsallık içerir. Uzak denizlerde ve okyanuslarda durduramadığınız emperyalizm; vatanınızı derin, azgın dalgaları olan, fırtınası hiç bitmeyen ve sizi yutmaya hazır bir “toprak denizi”ne dönüştürür. Bugüne kadar tüm dünya denizlerinden ve okyanuslarından aldığı devasa gücü kullanan emperyalizm, kendisine direnme potansiyeli olan herkesi, mazlum topraklarda boğmaya çalışmıştır ve buna devam edecektir. Tarih, bize “toprak gücün, deniz gücü karşısındaki çaresizliği”ni binlerce, on binlerce defa öğretmiştir. Aynı tarih öğretisini iyi bilen emperyalizm, yem olarak gördüklerinin denizcileşmelerini asla istemez ve bunu engelleyici her tedbiri almak için büyük çaba sarf eder. Emperyalizmle en akılcı ve en sonuç alıcı mücadele, ancak denizlerde gerçekleşebilir.

Lafı fazla dolandırmaya gerek yok. Emperyalistlerle mücadele için hazır olmasını istediğimiz Türk gençliğinin “toprak güç” olma öğretilerinden sıyrılarak “deniz gücü” olma öğretileri ile beslenmesinin “akılcı” bir tutum olduğunu anlatmak istiyorum. Peki, millî eğitim sistemimiz, “denizcilikte güçlü” nesilleri yetiştirmeyi, yani emperyalizm karşısında kendisini dokunulmaz bir hâle getirmeyi, sizce başarmış mıdır? Veya böyle bir niyet taşıyor mu?

MİLLİ EĞİTİME DÜŞEN GÖREV

Herkese eşit olanaklarla sunulduğu varsayılan genel millî eğitim sistemimizin, eğittiği kitlelere, eski yıllardan beri, “denizci kültür” aşılama niyetini taşımadığını, 48 yıl önce ilkokula başlamış biri olarak iddia etmekte bir sakınca görmüyorum. Hatta, “denizden uzak bir toprak kültür”ün millî eğitim sistemimizin temelini oluşturduğu iddiasındayım… Geçmişin “denizci kültür”den uzak durma niyetine rağmen “denizcilik”le ilgili olabilecek konular, mevcut millî eğitim sistemimizin içine sızmayı başarabilmiş midir? Sızmışsa bu hangi ölçülerde gerçekleşmiştir? Ne dersiniz? Şu hâle bakın; “yaşamsal” nitelikte olduğunu söylediğimiz “denizcilik” ve “denizci kültür” için, eğitim sistemimizin içine sızmasından bahsediyoruz. Karşılaştığı engeller o kadar büyük ki…

Günümüzde sürdürülen ve gelecek için planlamaları yapılan millî eğitim sistemimiz içinde “denizci kültür”ün bulabildiği (sızabildiği!) yer için yapacağım sorgulamanın, somut cevaplarını gelecek yazımda bulabilirsiniz…

Bugünlük hoşça kalın.