Depreşen bir Beyoğlu nostaljisi

Nedendir bilinmez, zaman zaman kimi kesimlerce dile getirilmesi bir çeşit nostaljik özlemler hiçliğine dönüşen Beyoğlu anımsaması –ve de anımsatmaları–, günümüzde de revaçta. Öteden beri bir hayıflanmanın karşılığı olarak kabul gören “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” söylenmelerinin tekrar gündeme getirilmsi elbette ki tümüyle anlamsız ve de yararsız değil. Beyoğlu da tıpkı filmlere adını veren “Ah güzel İstanbul” gibi, avuçlarımızın içinden kayıp gittiği zaman, hem geçmişine duyulan özlemlerden, hem de günümüzdeki konumundan ötürü bir kez daha dikkatleri üzerine çekmeyi bir bakıma zorunlu kılıyor...

BÜTÜN CADDELER ORTAYA ÇIKAR

Geçmişinden, dününden, hatta bir önceki günden giderek ayrılan, kendi seyrini, gündelik esen rüzgârlara göre saptayan, alışıldık tanımlanmasını ve değerlerini hızla tüketen bir semt konumunda olan Beyoğlu ve de onun tam orta yeri olan Grand Rua da Pera, ya da İstiklal Caddesi...
Daha önce de söz etmiştik. Her ülkenin birçok önemli kentinde, bir cadde öne çıkar. O cadde her şeyiyle o bölgenin ya da kentin değil, giderek o ülkenin bir vitrini gibidir. Hem geçmişi yansıtır, hem de geleceğe göz kırpar. Dünyanın hangi kentinde dolaşırsanız dolaşın, meydanlardan sonra bu tür karakteristik caddelerden de birine mutlak rastlarsınız. Çünkü yalnızca içinde yer aldığı semt ya da kentin değil, ülkenin de kültürel mirasının çok yönlü bir resmi olan bu caddeler, titizlikle korunur, yarınlara eskinin değerleriyle, yaşanmışlıklarıyla göz kırparlar. Yalnızca bu caddelerin günümüzdeki konumlarına bakarak bile, ait oldukları ülkelerin kültürel düzeyine ya da geçmişle gelecek arasındaki bağlarının içtenliğine notlar verebilirsiniz.

KENTİN VE ÜLKENİN VİTRİNİ

O caddeye bakarak bir ülkenin geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin bilgiler edindiğiniz gibi, kültürel yapısından yaşama biçimine, beğenilerinden karakteristik özelliklerine, estetik düzeylerinden yerel motiflerine ya da ne bileyim kent bilinciyle, şehircilik anlayışına dek her bir şeyi öğrenebilirsiniz, Onun için bu caddeler önemli, ama çok önemlidir... Her önüne gelenin bu caddeyle, kendi beğeni ve çıkarları doğrultusunda oynamasına, düzene sokma isteklerine, arzularına ve ihtiraslarına kolay kolay izin verilmez. Çünkü bu caddeler, bir kentin, bir ülkenin vitrinleridir de...
Beylik biz söz ama bir kez daha yineleyelim: Bizde ne yazık öyle olmuyor... Bu kadim Cadde-i Kebir’ler, ne kent yönetiminden ne de estetikten nasiplerine hiçbir şey düşmeyen kişilerce bir panayır gezintisi zevksizliği ve yüzeyselliği ile yönetilip donatılıyor hatta para ile alınıp sergilenebilecek zevksizlikleri gizleyemeyecek biçimde kusuyor.

YALNIZCA EĞLENCE Mİ

Geçmişe duyulan özlemle ne yazık ki bir şeyleri geleceğe taşımak mümkün değil. Hele hele bu caddeyi gereğinden fazla kirletenlerle, sözüm ona, bu caddeyi korumak isteyenlerin hepi topu meyhane kültürüne ve mekânlarına takılı kalmış tavırlarıyla hiç ama hiç mümkün değil...
İstiklal Caddesi’nin her geçen gün daha yapaylaşan ışıkları kendisine koşut olan sokak ve caddelerin karanlığını da aydınlatmıyorsa, kültürel mekânların görkemli yapıları yıkılıp Taksim’in orta yerine baraka ve çadırlarla bir panayır eğlencesi düzeyinde taşınıyorsa, yalnızca “Ah Beyoğlu, vah Beyoğlu” değil, ardından “Ah Güzel İstanbul” da demeye devam edeceğiz...
Bir cadde, bir semt, bir kent göz göre göre elimizden kayıp gidiyor... Değişiyor, yozlaşıyor, yabancılaşıyor ve de kiçleşiyor... Ne derseniz deyin, gerisi hikâye...