Dersim diyenlerin istediği düzen

“Dersim” konusu yine gündeme geldi. Hem de CHP eliyle… Oysa Osmanlı'dan kalan derebeylik düzenini bizzat CHP yıkmıştı. Ne yazık ki bugün “sorun” haline getirmeye çalışanlarla kol kola. İlginçtir “Ermeni soykırımı” yalanlarıyla birlikte “Dersim katliamı” birlikte yürütülüyor… Hem de ABD ve AB eliyle… 1935-38 yılları arasında baş gösteren bu mesele sadece askeri yöntemlerle değil, çok yönlü bir planla kökten halledildi ve Tunceli bugün eğitim düzeyi ile en ileri iller arasına girdi... Bu durumu dönemin Başbakanı İsmet İnönü, “Biz 1950’de iktidarı bıraktığımız zaman, bütün Türkiye illeri içinde ilk mektebi en çok olan vilayet Dersim’di” sözleriyle özetler. (Ercan Dolapçı, Devrimin İki Yüzü, Kategori Yayıncılık, İstanbul, 2017, s.241.)

Türk devleti bu güzel bölgeye kalkınma eliyle de gitti. Köprüler, yollar, sağlık ocakları, lojmanlar yaptı; üretim araçları götürdü. Derebeylik düzenini kökten çözdü ve halkı ağaların elinden kurtardı. Bölgede inceleme yapan Cumhuriyet yönetiminin müfettişi Naşit Hakkı Uluğ bölgeyi anlatırken şu çarpıcı durumu aktarır: “Öğle aileler vardı ki iki keçiyle geçinirdi.” İşte “Dersim” diyenler bu düzeni istiyor.

NAŞİT HAKKI ULUĞ’UN KALEMİNDEN TUNCELİ

Uluğ, bölgeyi adım adım incelemiş ve bütün gelişmelerin içinde olmuş. Bunları da her yönüyle çalışmasına aktarmış. İşte Uluğ’un kaleminden Dersim’de derebeylik: “Seyitlerin bazıları tam manasıyla derebeyi idiler. Kendi şahıslarında büyük siyaset (!) kuvveti ile aşiret reisliğini toplayan kimseler en tehlikeli derebeyleri olmuşlardı. Yarım asır önce bütün Dersim’e hükmeden en nüfuzlu derebeyleri Pülümür’ün Şah Hüseyin’in oğlu idi, onlar tepelendi, Koç uşağından İdare Dersim’in en kabadayı haydudu oldu. O da tepelenince Seyit Rıza’nın ikbal devresi başladı. Bu Seyit hem Abbas uşağının başı ve hem de soy kütüğünü daha önce öğrendiğimiz Şeyh Hasanlar kolunun dini amiriydi.

Bununla beraber burada tekkeye, seyide vakfedilmiş topraklar ve bu topraklar üzerinde ortakçılıkta çalışan insanların kazancıyla işler tekkeler ve tapınaklar olmadığı için, Dersim’in Şamanları, eğer aşiret ağası değillerse cerrarlıkla, bir totem ticareti, sadaka veya adakla yaşadılar. Seyit Rıza’nın serveti bu cerrarlık gelirinden daha ziyade avanesinin çapullarda vurduğu mallarla meydana gelmişti.” (Naşit Hakkı Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yayınları, 2007, s.114.)

Uluğ, çalışmasında Dersim’in geçmişine de değinerek Tanzimat ve Meşruti İnkılâp sırasında yapılan ıslahat çalışmalarının sadece “tepeleme” faaliyetiyle sınırlı kaldığını belirterek buna ancak Cumhuriyet döneminde yapılan köklü müdahaleyle son verildiğini belirtiyor ve şunları söylüyor: “Eğer Dersim işi -savaşların doğurduğu acil sebepler dışında da- daima bir tepeleme konusu olarak ele alınmasaydı, bugün bu dert bize kadar miras olarak kalmazdı.”

ÖNGÖREN'İN RAPORU

Cumhuriyet döneminde 1927, 1928, 1929 ve 1931 yıllarında bölgede yoğun eşkıyalık faaliyetleri görülür. Cumhuriyet idaresi buralara Mahmut Esat Bozkurt, Abdülhalik Renda ve Dr. Tali Öngören beyleri inceleme yapmak için gönderir. Öngören şu öneride bulunur: “Dersim’de yirmi otuz senedir 'cezalandırma' görmeyen aşiret yoktur, fakat bu cezalandırmalar esnasında ağalar yanlarına en güvenilir silahşorlarını alarak ya mağaralara ya da sarp meşeliklere saklanıyorlar ve bunları bu çetin coğrafya içinde bulmak mümkün olamıyordu. Aşiret uşaklarından birkaçı öldürülüyor, halkı kaçan köyler yakılıyor, birkaç sürü ele geçiriliyor ve nihayet komşu ve hasım aşiret ağalarından bir ikisi hükümet katındaki nüfuzlarını artırmak için birkaç zavallıyı yakalayıp, hükümete teslim ediyorlardı. Dersim’de böyle birçok cezalandırmalar olmuştu. Bazı kumandanların şiddetli hareketleri dillerde destandı; fakat bütün bu şiddetli hareketler etki bakımından devamsız ve nihayet bölgesel olmaktan kurtulamamış, asker döndükten sonra, dağlardaki halk yerli yerine gelerek Dersim gene eski kılığını bulmuştu. Dersim’e giren kuvvet, her işi bitirerek, yani silahı ve suçluyu ağayı, reisi ve seyidi alarak çıkmalıydı ki, yapılan her ıslah hareketinin önüne geçen bu canlı ve cansız etkenlerden Dersim temizlenmiş olsun!”

DERSİM İMAR EDİLMELİ

Uluğ ayrıca şu tespiti de yapıyor: “Bu suretle devletin bir tahakküm vasıtası değil, her zaman iyilik getiren ve iyilik isteyen bir teşkilat olduğu, bu geri kalmış insanlara ispat edilmelidir, velhasıl Dersim, imar edilmeli ve medenileştirilmelidir. Devlet bu düşüncelere göre bir program dâhilinde kademe kademe Dersim’in içine yerleşmeli ve bu program büyük bir ısrarla uygulanmalıdır.”

9 KÖPRÜ 480 KM YOL

Ve denildiği gibi de yapılır. 1936 yılında bir plan yapılır ve her yıl 4 milyon lira harcanması öngörülür. Büyük bir seferberlik yapılır. 1937 yılında dağ taş taranır. Eşkıya bir yandan tepelenir bir yandan da büyük bir yatırım hamlesine girişilir. Yollar yapılır. Köylü bu çalışmaya katılır ve ilk defa günlüğü 1 liradan çalışmaya başlar. Bu görülmemiş bir paradır. Ayrıca Munzur çayına köprüler, okullar, şehirler ve memurlar için lojmanlar yapılır. Öyle ki köprüler yakılmasın diye betondan yapılır, yıkılmasın diye de başına bekçi konur. Gelen geçen yük kamyonlarının yükleri indirilip hayvanlarla karşıya taşınır. Sonra buradan tekrar kamyonlara bindirilerek yoluna devam ettirilir. Kolay mı köprü yapmak! İki yılda 480 km yol, 684 metre uzunluğunda da dokuz beton köprü yapılmıştır.

İSMET PAŞA: ISLAHATI SÜS OLARAK GÖTÜRMEDİK

Zamanın Başvekili İsmet Paşa bu kararlılığı şu ifadelerle açıklar: “Oradaki vatandaşların işitmelerini isterim ki, Cumhuriyet hükümeti oraya ıslah programını süs olarak, heves olarak götürmedi. Zorluklara uğrasa da yaz ve kış bu programı biz orada uygulayacağız!”

Bu çalışmaların tek eksiği daha sonraki yıllarda genel bir toprak reformunun yapılarak işlerin taçlandırılmasının yapılamamasıdır. Bugüne kadarki hükümetler de bunu gerçekleştiremeyince sorunlar Türkiye’ye büyük sıkıntılar verir. Toprak reformu konusunda İsmet İnönü, “Tek eksiğimiz toprak reformunu başaramamız oldu” der.

ASKERİMİZİ KİM ŞEHİT ETTİ!

Bugün Dersim'de ağaların ve şeyhlerin katlettiği yüzlerce askerimizden ise bahseden yok. Olan yine Mehmetçik'e oluyor! 21 Mart 1937 günü Singeç Köprüsü yakınındaki karakola saldıran eşkıya 33 askerimizi şehit etmişti. Harekât da bunun üzerine başlamıştı. Ayrıca Harçik deresi üzerindeki Pah Köprüsü de havaya uçuruldu ve askerlere ateş edildi. 56 askerimiz daha hayatını kaybetti ve bunun üzerine büyük harekât başlatıldı. Yapılan Türk devletine açıkça isyandı. Zaten aşiretler toplanmış ültimatomla bunu dünyaya ilan etmişlerdi.

'EŞKIYALIK KISA SÜREDE BERTARAF EDİLDİ'

Atatürk, 1 Kasım 1937 günü TBMM'de Tunceli olaylarına değinerek, huzur ve sükûnun sağlandığını ve Cumhuriyet yurttaşlarının refah ve saadet imkânlarından azami şekilde istifade ettiğini belirterek, "İleri hükümetçiliğin şiarı, halkı, kudretini olduğu kadar şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük küçük bütün Cumhuriyet memurlarında bu zihniyetin en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek çok yerinde olur" der. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.30, Kaynak Yayınları, 2011, s.72.)

Atatürk, hasta yatağında hazırladığı 1 Kasım 1938 tarihli TBMM açış konuşmasında da Tunceli'deki duruma değinerek şunları söyler: "Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli'ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dahilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri) Cumhuriyet'in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir." (age., s.314.)

'TUNCELİ ÜRETİCİ HALE GETİRİLMELİ'

Bölge Müfettişi General Abdullah Alpdoğan olaylar için "Asıl yağmayı fertler değil, aşiretler yaptı" der. (Mustafa Solak, Atatürk'ün Bakanı Şükrü Kaya, Kaynak Yayınları, 2013, s.258.)

Alpdoğan’ın da dediği gibi aşiretler çevre illere de giderek soygunlar yapar, halkın ırz ve canına kasteder, bunu da yaşam haline getirir. İşte bu düzeni Cumhuriyet değiştirdi ve halkı özgürleştirdi.

Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya göre Tunceli bölgesindeki sorunu çözmek için "Tuncelili üretici hale getirildikten sonra Tunceli işi esasından halledilmiş sayılacaktır" görüşünü savunur. Tarımla uğraşı teşvik etmeli ve bu maksatla Tunceliliye kredi verilmeli veya doğrudan doğruya yardım edilmeliydi. Bir kısım fakir Tuncelilinin de Malatya ve Elazığ'daki boş araziye yerleştirilmesi yararlı olabilecekti. Aşiret yaşamının etkisinden kurtarılan köylü kendi toprağında özgürce üretim yapabilmeliydi. (Mustafa Solak, Atatürk'ün Bakanı Şükrü Kaya, Kaynak Yayınları, 2013, s.245-246.)

'HALKI TOPRAĞA BAĞLAMALI'

Bakan Kaya yapılacak idari reformun hedeflerini de şöyle açıklar:

1- Halkı toprağa bağlamalı, kısmen Tunceli yakınındaki ovalara indirmeli. 2- İdari teşkilatı yeniden düzenlemeli. 3- En iyi memurları Tunceli'ye tayin etmeli, yerli memurları o bölgeden uzaklaştırmalı. 4- Adliyeyi mutlak surette adil ve hızlı bir surette işletmeliydi. Halkı hükümet teşkilatının zorbalık araçlarından ibaret olmadığı ve iyilik isteyen bir teşkilat olduğunu gözü ile görmeliydi. 5- Yollar yapılmalı. 6- Okul açılmalı ve Türklük propagandası yapılmalıydı." (age.,s.243.)

'FEODAL SİSTEM CUMHURİYET'E GALİP GELİR'

Kaya'ya göre, Tunceli'nin dıştan görünümü "Silahlı, teşkilatlı hırsızlar yatağı ve ocağı"na benzemektedir. Etkili önlemlerle bu ocak tamamen söndürülmeli; aksi takdirde ateş günden güne etrafa yayılma potansiyeli taşır. Halk, ağaların nüfuzuna girerek boyun eğmekte ve evlerini, barklarını terk etmeye zorlanmaktadır. Kaya, Cumhuriyet otoritesini kuramazsa, feodal sistemin Cumhuriyet'e galip gelerek çevreye yayılacağı uyarısını da yapar. Önlem alınmazsa, Tuncelililerin nüfuz ve tecavüzleri artacak veya silah temin ederek daha gerilerdeki silahsız ve sadık halka musallat Tunceli sistemi genişleyecekti. (age.,s.240.)