Devlet memurluğu garantisinin kaldırılması
Yeni dönemde devlet memurluğu garantisinin kaldırılarak memurlar için performans değerlendirmesi uygulamasına geçileceği basına yansımıştı.
Sivil Toplumculuğun çağımızı devlet-sivil toplum çelişmesi üzerinden açıklayan tezi, devlet yönetimine günümüzde, memurların iş güvencesini ortadan kaldıracak boyutlara dayanarak yansıdı. Sivil Toplumculuk, ulus devletin neoliberalizme karşı pozitif kamusal varlığının sınırlandırılmasını, sosyal devletin imha edilmesi neticesinde; sosyal güvencenin tarikat ve cemaatler başta olmak üzere enformel mikro-toplumsal ağlar üzerinden kurulmasını ve bunun sonucunda yurttaşlık projesinin altının oyulmasını hedeflemişti.
Bu hedef bağlamında Türkiye’nin son otuz yılının tarihi kamunun tarikat ve cemaatlere devrinin tarihi oldu. Bu durumun başımıza nasıl bir bela açtığının farkına 15 Temmuz’da varmış olmamız gerekirdi!
Devlet memurluğu güvencesinin ortadan kaldırılması, kamuyu tarikatlara devreden ideolojik düzlemin başka bir yönü.
Aslında bu konu devlet nedir sorusuyla da yakından ilgili. Yönetici sınıfların devletin gerçekliğini ele alma biçimleri ya da reddettikleri ilkeleri üzerinden tartışmak konuya açıklık getirebilir.
Türkiye’de “dünya ekonomisiyle bütünleşme” süreci içerisinde kamu hizmetlerinin ticarileşmesi, kamu otoritesinin özel firmalar eliyle yürütülmesi devletin kamucu politikalarında önemli sorunlar oraya çıkardı. “Son sosyalist devlet” çatır çutur yıkılırken devlet otoritesinden doğan boşluk, seksen sonrası hükümetler tarafından sosyal politika alanında özel yüklenicilere (tarikat, cemaat, özel sektör) devredildi.
Kamunun özel yüklenicilere havale edilmesi, devlet fonksiyonunu ortadan kaldırmaktadır. Türkiye’nin son otuz senesini inceleyin, devlet, özel yükleniciler olamadan hareket edemez hale gelmiştir. Devletin kamu alanında bilgi ve tecrübesi giderek azalmış, ortalığı Orta Çağ’dan kalma yeteneksiz ve cahil devlet yöneticileri kaplamış, devlet kendi işini daha fazla özelleştirmek zorunda kalmıştır. Hükümetler, bu özelleştirme politikalarını düzene sokan, daha çok taşeron sözleşmeleri yapan bir mekanizmaya dönüşmüştür.
Bu, dünya çapında yurttaşlık projesinde Reagan ve Tharcher’ın ilanıyla başlayan radikal bir dönüşümün sonucuydu. Yani, kamucu politikaları işler kılan ilkelerin tasfiyesi, bölüşüm ilişkileri arasındaki uçurumun artması, yurttaşlık eşitliğinin ortadan kalkması, ekonominin üretim ve tüketim ilişkileri temelinden borsaya kayması…
Bu durum yurttaşların ezici çoğunluğunu kamusal yaşamın her türlü ilgisinin dışına sürükleyen bir toplumsal zemin yarattı. Devlet memurluğunun itibarı da bundan payını aldı.
Artık kamu personeli olmanın bu toplumsal zeminde, bütün kamu personellerinin sahip olduğu özlük haklarının garanti altına alınması değil, siyasi çıkar ilişkilerinde üstlenilen role göre hakların garanti altına alınması söz konusudur.
Neoliberalizmle birlikte güçlü çıkar gruplarının temsilciliğine dönüşmüş bir devlet modelinde kamu hizmetleri ve sosyal politikalar para basma aracına dönüşürken, memurluk statüsünde devlet garantisi niçin eski yerini korusun!
Devlet memurluğu garantisinin kaldırılması projesi uzun vadede bu alanın da özelleştirilmesi sonucunu doğuracaktır. Bu ise kamunun toptan tasfiyesi aracılığıyla devletin tasfiyesi anlamına gelir. Türkiye’nin son otuz yıldır yöneldiği kamu politikalarında uyguladığı dönüşüm nihayetine ermiş olur böylece.
Neoliberalizm dünya genelinde iflasını müjdelerken, Türkiye ekonomisi yoğun sinyaller verirken, bunu değiştiren değil, derinleştiren bir uygulamayı tasarlamak kamunun uykudaki tepkisini uyandıracaktır ve uygulanması mümkün değildir.
Bu tasarı önümüzdeki dönemde, yurttaşların ezici çoğunluğunun tekrar kamusal yaşamın her türlü ilgisine eylemli olarak yöneleceğini gösteriyor.